birunsatan Oluşturma zamanı: Nisan 15, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 15, 2008 12 Eylül Darbesi veya 1980 Darbesi, Türkiye'de, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 12 Eylül 1980 günü emir komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askeri müdahale. 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi. Bu müdahale ile Süleyman Demirel'in Başbakan'ı olduğu hükümet görevden alındı, Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedildi, 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askeri dönem başladı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşan Milli Güvenlik Konseyi, radyodan okunan ilk bildiriye göre: İç Hizmet Kanununun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve Kuvvet Komutanları tarafından oluşturulan askeri cunta Milli Güvenlik Konseyi adı altında 1983 genel seçimine kadar Türkiye'ye ilişkin tüm kritik kararları aldı. Darbe ardından geçen 3 yıl içerisinde önemli kanunların tamamına yakını değiştirildi ve cuntanın belirlediği Danışma Meclisi tarafından hazırlanan Anayasa, 1982 yılındaki halk oylamasında, yüzde 92'lik "Evet" oyu ile büyük farkla kabul edildi. Halk oylamasında 'Hayır' oyu kullananları sandık başında baskı altında tutmak için rengi dışardan görünen oy pusulaları kullandırıldığı iddia edildi ama bu, Anayasa'nın çok büyük çoğunlukla kabul edilmesini açıklayan tek neden değildi. Anayasa'nın kabulünün bir başka önemli etkeni olarak, ihtilal öncesi iç savaş ortamı nedeni ile vatandaşların kendi hayatlarından endişe etmesi de ifade edilir.[2] 12 Eylül 1980 darbesi, Türkiye'de halkın önemli bölümü tarafından sosyal,siyasi ve ekonomik sorunların hiçbirine çözüm bulamayan iflas etmiş parlamenter rejimin 'haklı' alternatifi olarak görüldü. Bu nedenle, darbeye bir direniş olmadığı gibi, büyük çoğunluk, darbe liderlerini, ülkenin yeni liderleri olarak kısa sürede benimsedi. Aynı halk oylamasında, Kenan Evren Cumhurbaşkanı seçildi. Kabul edilen Anayasa'da, cunta üyelerinin ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde, seçimlerle iktidara gelen hiçbir hükümet tarafından kaldırılmadı ve 12 Eylül liderlerinin dokunulmazlığı sürdü. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin gerekçeleri arasında ülkede yaygınlaşan siyasi cinayetler, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin birçok tur ardından Cumhurbaşkanı'nı seçememesi ve 6 Eylül günü Konya'da Necmettin Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin şerîat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği yürüyüş gösterildi. Ülkede tırmandırılan sağ - sol ve alevi - sünni gerginliği bireysel ve kitlesel siyasi cinayetleri besledi. 12 Eylül 1980 öncesinde sağ ve sol siyasi hareketin önde gelen temsilcileri cinayetlere kurban gitti. Doç. Bedrettin Cömert, Abdi İpekçi, Gün Sazak, Nihat Erim ve tanınmış birçok kişi sağ ve sol gruplara mensup militanlar tarafından öldürüldü. Darbe öncesinde siyasi cinayetlerin sayısı her gün 30'a yaklaşıyordu. 12 Eylül 1980'e gelindiğinde 19 ilde sıkıyönetim uygulanıyordu. Ülkede, yönetemeyen hükûmet, karar alamayan Meclis ve ardı arkası kesilmeyen siyasi cinayetlerin yol açtığı yılgınlık havası, 12 Eylül öncesi dönemin son Başbakanı Süleyman Demirel'in "70 sente muhtacız" sözü ile özetlenen işsizlik, kıtlık ve işyeri anlaşmazlıkları ile yoğunlaştı. Darbe ardından, siyasi cinayetlerin çok kısa sürede sona ermesi, güvenlik güçlerinin şiddet eylemlerini darbe öncesinde neden önlemediği / önleyemediği sorularını da beraberinde getirdi. Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin darbeden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter'a "bizim çocuklar işi bitirdi" anlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında iletildiğinin anlaşılması, 12 Eylül'de ABD'nin rolü konusunu da tartışmalara açtı. Darbeden sonra ilk idam edilenler 9 ekim 1980 tarihinde ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu ve sol görüşlü Necdet Adalı olmuştur. . 12 Eylül 1980 ardından partiler lağvedildi, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı. Bu durum, siyasi partilerin sürekliliği konusunda tarihsel sorunlar yaşayan Türkiye'de siyasi temsilin demokratikleşmesi önünde yeni bir engel oluşturdu, siyasi gelenekler geçici de olsa alt-üst edildi. Darbenin bilançosu İstanbul Haber Servisi - TBMM kapatıldı, anayasa ortadan kaldırıldı, siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu ve mallarına el konuldu. * 650 bin kişi gözaltına alındı. **1 milyon 683 bin kişi fişlendi. **Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. **7 bin kişi için idam cezası istendi. **517 kişiye idam cezası verildi. **Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı). **İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi. **71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı. **98 bin 404 kişi ''örgüt üyesi olmak'' suçundan yargılandı. **388 bin kişiye pasaport verilmedi. **30 bin kişi ''sakıncalı'' olduğu için işten atıldı. **14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. **30 bin kişi ''siyasi mülteci'' olarak yurtdışına gitti. **300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. **171 kişinin ''işkenceden öldüğü'' belgelendi. **937 film ''sakıncalı'' bulunduğu için yasaklandı. **23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. **3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. **400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. **Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. **31 gazeteci cezaevine girdi. **300 gazeteci saldırıya uğradı. **3 gazeteci silahla öldürüldü. **Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. **13 büyük gazete için 303 dava açıldı. **39 ton gazete ve dergi imha edildi. **Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. **144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. **14 kişi açlık grevinde öldü. **16 kişi ''kaçarken'' vuruldu. **95 kişi ''çatışmada'' öldü. **73 kişiye ''doğal ölüm raporu'' verildi. **43 kişinin ''intihar ettiği'' bildirildi. 12 Eylül rejimi sürüyor * İHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül, 12 Eylül darbesinin yurttaşın devlet için olduğu anlayışını yerleştirdiğini vurgularken ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras, Türkiye'nin 21. yüzyıla 12 Eylül'ün gölgesinde girdiğini öne sürdü. Ercan Karakaş ise 12 Eylül'le gelen yasakların sürmesinin Türk siyasetinin ve özellikle de Türk sağının ayıbı olduğunu söyledi. İSTANBUL/ANKARA (Cumhuriyet) - İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Hüsnü Öndül , 12 Eylül darbesinin yurttaşın devlet için olduğu anlayışını yerleştirdiğini vurgularken ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras , Türkiye'nin 21. yüzyıla 12 Eylül'ün gölgesinde girdiğini öne sürdü. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Ali Balkız , ''kara dönem'' olarak nitelediği 12 Eylül'ün unutulmamasını istedi. CHP Meclisi üyesi Ercan Karakaş , 12 Eylül'le gelen yasakların sürmesinin Türk siyasetinin ve özellikle de Türk sağının ayıbı olduğunu söyledi. ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras, yaptığı yazılı açıklamada, 12 Eylül'ün rejim üzerindeki olumsuz etkilerini anlattı. ''Rejimin şimdi onarmaya çalıştığı defoları aslında o dönemin ürünüdür'' diyen Uras, 12 Eylül'ün etkilerini şöyle sıraladı: ''12 Eylül ile birlikte sola karşı desteklenen Türk-İslam sentezcisi kadrolar devlet içine yerleştirildi. 12 Eylül'ün yasakçı kafası Kürt sorununu asayiş sorununa indirgedi, anadili yasak ilan etti ve onbinlerce insanın ölümüne yol açan süreci başlattı. 12 Eylül, sermaye yanlısı tutumuyla, yeni liberal ekonomi politikaları ile ülkeyi emeğiyle geçinenler açısından cehenneme çevirdi. Sendikal haklar, sosyal haklar tahrip edildi. 12 Eylül askeri otoriteyi, yürütmeye, yargıya ve siyasete müdahale edici, talimat verici bir konuma, sivil otoritenin üstüne yükseltti. RTÜK'ü medyanın başına musallat eden 12 Eylül rejimidir.'' Türkiye'nin 21. yüzyıla 12 Eylül rejiminin gölgesinde girdiğini belirten Uras, ''12 Eylül'ün militarist kurumlarını, zihniyetini, yasalarını ve anayasasını değiştirmeden Türkiye'nin devasa sorunlarını aşamayacağız'' dedi. 12 Eylül'ün etkilerini 'kâbus' olarak nitelendiren Uras, bu kâbustan kurtulmanın yolunun da uzaktan kumandalı siyaset tarzını değiştirmekten, köklü bir anayasa ve yargı reformu yapmaktan geçtiğini kaydetti. İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Hüsnü Öndül, bir yazılı açıklama yaparak, derneklerinin hazırladığı insan hakları ihlalleri bilançosundan örnekler verdi. Bilançoya göre, 7 bin kişi için idam istendiği, 517 kişiye ölüm cezasının verildiği, 650 bin kişinin gözaltına alındığı, 1 milyon 683 bin kişinin fişlendiği, açılan 210 bin davada 230 bin kişinin yargılandığı, 388 bin kişiye pasaport verilmediği, 7 bin 233 devlet görevlisinin bölgelerinin dışına sürüldüğü, 300 gazetecinin saldırıya uğradığı, 49 ton gazete, dergi ve kitabın sakıncalı olduğu gerekçesiyle imha edildiği belirlendi. Öndül, 12 Eylül rejimi sonrası Türkiye'nin Türk-İslam sentezi anlayışı ile yeniden yapılandırıldığını, bu yeniden yapılanmada Aydınlar Ocağı'nın 1979 yılı tezlerinin sisteme damgasını vurduğunu belirtti. Öndül, 12 Eylül'le birlikte kutsal devlet anlayışının yerleştirildiğini belirterek bireyin, yurttaşın hakları ve özgürlüklerinin kutsal devlet anlayışına kurban edildiğini, yurttaşın devlet için var olduğu anlayışının sisteme yerleştirildiğini söyledi. Balkız ise yaptığı yazılı açıklamada, 12 Eylül'ün Türkiye demokrasisi üzerinde bıraktığı kara lekenin bugüne kadar aşılamadığını belirterek ''12 Eylül'ün bıraktığı ceberrut rejim anlayışı halen egemenliğini sürdürmektedir'' dedi. Balkız, Türkiye'nin, 12 Eylül'ün getirdiği anayasa, siyasi partiler yasası, YÖK ve DGM'lerle yönetilmeye devam ettiğini belirterek bir kez daha askeri müdahale yaşamaması için 12 Eylül'ün getirdiği olumsuzlukları unutmaması ve 12 Eylül anlayışını yaratanlarla hesaplaşması gerektiğini söyledi. 12 Eylül darbesini ve anlayışını değerlendiren Ercan Karakaş, 12 Eylül Anayasası'nın, temel yasalarının ve YÖK gibi kurumların yerini koruduklarını belirterek o günlerde hüküm giyen 21 bin gencin siyaset yasağının sürmesinin kabul edilemeyeceğini vurguladı. Merkez sağ partilerin, darbenin sonuçlarına karşı olduklarını ve iktidar olunca bunları kaldıracaklarını açıkladıklarını anımsatan Karakaş, ''Fakat iktidar olduklarında bu konuda ciddi ve ısrarlı çaba göstermediler'' dedi. Sağ uçtaki partilerin ise demokrasi gibi bir sorunlarının olmadığını savunan Karakaş, AB'ye üyelik sürecinde, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasi olmadan, Türkiye'nin sorunlarını çözemeyeceğini ifade etti. İzleri hâlâ anayasada * Türkiye'de haklar ve özgürlüklerin askıya alındığı 12 Eylül darbesi döneminin izleri yıllar boyunca silinmedi. Askeri yönetimin yaptığı anayasa henüz değiştirilemedi. Hemen hemen her siyasetçi tarafından eleştirilen ve değiştirilmesi gerektiği vurgulanan anayasanın darbeciler ve onların uygulamalarını yargıdan koruyan geçici 15. maddesine ilişkin tartışmalar da sürüyor. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - 12 Eylül 1980'de yapılan askeri darbe, Türk demokrasisinin hedef olduğu en ağır bunalımlardan biri olarak tarihe geçti. Türkiye'de haklar ve özgürlüklerin askıya alındığı darbe döneminin izleri yıllar boyunca silinmedi. Askeri yönetimin yaptığı anayasa henüz değiştirilemedi. Terör eylemleri ve sokak çatışmalarının yoğunlaşmasının ardından 1980'lerin başından itibaren Türkiye'de askerlerin darbe yapabileceği yolunda görüşler sık sık dillendirildi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren , hükümete yaptığı uyarılarda bunun işaretini zaman zaman verdi. TSK komuta kademesi, dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk 'e gönderdiği ''muhtıra'' niteliğindeki mektupta, terörün bitirilmesi uyarısında bulunarak darbe yapabileceklerine ilişkin örtülü imada bulundu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Evren, harekât gününü 11 Temmuz olarak belirledi. 3 Temmuz'da CHP hükümetinin düşürülmesi için verilen gensoru ve 10 Temmuz'da Paris'te Türkiye'nin borçlarının ertelenmesinin gündeme gelmesi, darbe tarihinin saptanmasında etkili oldu. 11 Temmuz harekât emri, özel kuryelerle bütün Türkiye'de ordu, kolordu ve bölge komutanlıklarına dağıtıldı. Ancak 3 Temmuz günü Demirel hükümeti güvenoyu aldı. Bunun üzerine Genelkurmay Başkanı Evren, kuvvet komutanlarını toplayarak darbeden vazgeçildiğini açıkladı. Böylece darbenin tarihi ertelendi. 11 Eylül'de Bakanlar Kurulu öğle saatlerinde toplandı. Askerler, akşam saatlerinde TRT Genel Müdürü Doğan Kasaroğlu ve yardımcılarını Genelkurmay'a çağırarak radyo ve televizyonların saat 04.00'te hazır hale getirilmesini istediler. Darbe Türkiye'ye duyurulduktan sonra ilk bildiri yayımlandı. Bildiride, siyasilerin uzlaşmaktan kaçınan tutumu ve terör, darbenin gerekçesi olarak gösterildi. Milli Güvenlik Konseyi bildirisinin altında, Konsey Başkanı ve Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, üyeler Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer , Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin , Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun 'un imzası yer aldı. Darbenin ardından dönemin AP lideri Süleyman Demirel ve CHP lideri Bülent Ecevit 'in de aralarında bulunduğu 2'si BTP'li, 7'si CHP'li, 7'si AP'li olmak üzere toplam 16 siyasetçi Zincirbozan'a gönderilerek tecrit edildi. MHP lideri Alparslan Türkeş bir süre kaçtı, ancak daha sonra teslim oldu. 12 Eylül darbesinin ardından oluşturulan Danışma Meclisi'nin hazırladığı anayasa, 1982 yılında referanduma sunuldu. Anayasayı eleştirmek yasaktı; tartışmalı bir referandum sonucu, anayasa yüzde 92'ye yakın bir oy oranıyla kabul edildi. Anayasanın kabulü Kenan Evren'in de devlet başkanı olması demekti. Evren, 1989 yılına kadar Türkiye'nin 7. Cumhurbaşkanı olarak görev yaptı. Hemen hemen her siyasetçi tarafından eleştirilen ve değiştirilmesi gerektiği vurgulanan anayasanın darbeciler ve onların uygulamalarını yargıdan koruyan geçici 15. maddesine ilişkin tartışmalar da sürüyor. Söz konusu maddenin kaldırılması, yine TBMM'de bulunan bütün partilerin vaatleri arasında yer alıyor. -------------------- Necdet Adalı (sol görüşlü) 7 Ekim 1980 Ankara Mustafa Pehlivanoğlu (sağ görüşlü) 7 Ekim 1980 Ankara Serdar Soyergin (sol görüşlü) 25 Ekim 1980 Adana Erdal Eren (sol görüşlü) 13 Aralık 1980 Ankara Cevdet Karakaş (sağ görüşlü) 4 Haziran 1981 Elazığ Veysel Güney (sol görüşlü) 10 Haziran 1981 Gaziantep Ahmet Saner (sol görüşlü) 25 Haziran 1981 İstanbul Kadir Tandoğan (sol görüşlü) 25 Haziran 1981 İstanbul Mustafa Özenç (sol görüşlü) 20 Ağustos 1981 Adana İsmet Şahin (sağ görüşlü) 20 Ağustos 1981 İstanbul Seyit Konuk (sol görüşlü) 13 Mart 1982 İzmir İbrahim Ethem Coşkun (sol görüşlü) 13 Mart 1982 İzmir Necati Vardar (sol görüşlü) 13 Mart 1982 İzmir Fikri Arıkan (sağ görüşlü) 27 Mart 1982 Ankara Sabri Altay (adli suçlu) 23 Nisan 1982 Adapazarı Cengiz Baktemur (sağ görüşlü) 30 Nisan 1982 Elazığ Şahabettin Ovalı (adli suçlu) 12 Haziran 1982 Sinop Ednan Kavaklı (adli suçlu) 18 Haziran 1982 Ankara Ali Bülent Orkan (sağ görüşlü) 13 Ağustos 1982 Ankara Veli Acar (adli suçlu) 13 Ağustos 1982 Isparta Eşref Özcan (adli suçlu) 19 Ağustos 1982 Kayseri Halil Fevzi Uyguntürk (adi suçlu) 29 Aralık 1982 Afyon Kazım Ergun (adli suçlu) 29 Aralık 1982 Akşehir Muzaffer Öner (adli suçlu) 29 Aralık 1982 Amasya Adem Özkan (adli suçlu) 13 Ocak 1983 Balıkesir Hüseyin Çaylı (adli suçlu) 13 Ocak 1983 Afyon Osman Demiroğlu (adli suçlu) 13 Ocak 1983 Isparta Ahmet Mehmet Uluğbay (adli suçlu) 22 Ocak 1983 Akşehir Ali Aktaş (siyasi) 23 Ocak 1983 Adana Duran Bircan (adli suçlu) 23 Ocak 1983 Denizli Levon Ekmekçiyan (Asala) 28 Ocak 1983 Ankara Ramazan Yukarıgöz (sol görüşlü) 29 Ocak 1983 İzmit Ömer Yazgan (sol görüşlü) 29 Ocak 1983 İzmit Erdoğan Yazgan (sol görüşlü) 29 Ocak 1983 İzmit Mehmet Kambur (sol görüşlü) 29 Ocak 1983 İzmit Ahmet Kerse (adli suçlu) 30 Ocak 1983 Gaziantep Rıdvan Karaköse (adli suçlu) 5 Şubat 1983 Akşehir Cavit Karaköse (adli suçlu) 5 Şubat 1983 Akşehir Süleyman Karaköse (adli suçlu) 5 Şubat 1983 Akşehir Fatih Laçinligil (adli suçlu) 24 Şubat 1983 Keşan Faik Görünmez (adli suçlu) 24 Şubat 1983 Kilis Mustafa Başaran (adli suçlu) 30 Mart 1983 Edirne Hüseyin Üye (adli suçlu) 30 Mart 1983 Nazilli Şener Yiğit (adli suçlu) 20 Nisan 1983 Isparta Cafer Aksu Altıntaş (adli suçlu) 20 Nisan 1983 Ordu Abdülaziz Kılıç (adli suçlu) 26 Mayıs 1983 Edirne Halil Esendağ (sağ görüşlü) 5 Haziran 1983 İzmir Selçuk Duracık (sağ görüşlü) 5 Haziran 1983 İzmir İlyas Has (sol görüşlü) 6 Ekim 1984 İzmir Hıdır Aslan (sol görüşlü) 24 Ekim 1984 İzmir 12 Eylül döneminde Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri’nce 517 sanığa idam cezası verildi. Askeri Yargıtay’ın onayladığı idam kararlarının sayısı 124 oldu. Bunlardan, Milli Güvenlik Konseyi’nin onayladığı ve onay sonrası hemen infazı yapılan 50’si dışındakiler için cezalar fiilen müebbet hapse dönüştü. Ölüm cezalarının infazlarına ilişkin onama kararları, 12 Eylül 1980 - 25 Ekim1981 arası Milli Güvenlik Konseyi döneminde, 25 Ekim 1981 - 14 Ekim 1983 arası Danışma Meclisi döneminde, 6 Kasım 1983 sonrası TBMM döneminde verilmiştir -------------------- http://www.sesonline.net/goruntu/12_eylul_grev_erteleme_mgk_bildirisi.jpg http://img329.imageshack.us/img329/141/12eyll19807bb7c0ms8.jpg http://www.sodev.org.tr/kisiler2/erdal_eren.jpg Erdal Eren, 12 Eylül Darbesi öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü iddiasından tutuklanmış ve 13 Aralık 1980 tarihinde asılarak idam edilmiş olan, TDKP üyesiydi Erdal ErenODTÜ'lü Sinan Suner’in 1980’de öldürülmesini protesto etmek için düzenlenen gösteride Erdal Eren de göstericiler arasındaydı. Göstericiler ve kolluk güçleri arasında çıkan arbedede er Zekeriya Önge yaş yitirdi, Erdal Eren’le birlikte 24 kişi gözaltına alındı. Eren, Zekeriya Önge’yi öldürmek iddiasıyla tutuklandı. 2 Şubat’ta gözaltına alınan Erdal Eren, hızlı bir yargılamanın ardından, 19 Mart 1980’de (46 gün sonra) idama mahkum edildi. Erdal Eren'in henüz 17 yaşında olması, avukatlarının sundukları deliller ve tanıkların ifadeleri kararın uygulanmasını engelleyemedi. Dava sürecinde, olay yerinde keşif yapılmadığını, Erdal’ın yaşının belirlenmesi için kemik incelemesi istediklerini, ancak yerine getirilmediğini belirten Toktay, ayrıca Erdal Eren’le birlikte olay yerinde yakalanan 24 sanığın da tanık olarak dinlenmediği, ölen askerin üzerinden çıkan elbiselerin Adli Tıp’a gönderilmediğini de söyledi. Toktay, 'kurşunun mesafesine ilişkin bir inceleme yapılmadı ve yakın mesafe atışlarında meydana gelen etteki yanığa açıklama getirilmedi, olay yerinde kullanıldığı iddia edilen silahlar ile askerlerin silahlarının balistik incelemesi yapılmadı, tanık olarak dinlenen askerlerin ifadeleri arasındaki çelişkiler giderilmedi' dedi. Toktay, Erdal’ın üzerinde bulunduğu 3.5 metrelik yükseklik ile Önge’yi öldüren kurşunun giriş açısı ve yönünün çeliştiğini belirterek, otopsinin Oktay Çetinsoy isimli bir stajyere yaptırıldığını, ancak bu isimde birinin varlığını tespit edemediklerini söyledi. ------- -------------- ---------- -------- sadece türkiye tarihine değil, dünya tarihine de kara bir leke olarak geçen 12 eylül askeri cuntası, 17 yaşında idam sehpasına yolladığı erdal eren adıyla da lanetlenmeye devam ediliyor. zekeriya önge adında bir askeri öldürdüğü iddiasıyla, “jet hızıyla” yapılan göstermelik yargılama sonucu idam edilen erdal eren, idn 21’inci yılında sevenleri, mücadele arkadaşları, insan hakları savunucuları tarafından anılıyor. erdal eren’i idam sehpasına kadar götüren süreç, yurtsever devrimci gençlik derneği (ydgd) üyesi odtü öğrencisi sinan suner’in, 30 ocak 1980’de katledilmesiyle başladı. ankara’nın yukarı ayrancı semtinde yazılama yapan sinan suner, mhp’li bakan cengiz gökçek’in koruması süleyman ezendemir’in kurşunlarıyla öldürüldü. suner’i vurmakla yetinmeyen ezendemir, arabaya aldığı suner’i başkent sokaklarında dolaştırdı, işkence etti. öldüğüne emin olunca da hastane kapısına attı suner’in cesedini. olayın duyulmasının ardından, 2 şubat 1980’de sinan suner’in öldürüldüğü yerde protesto gösterisi yapıldı. gösteriye müdahale eden askerlerle göstericiler arasında çıkan çatışmada er zekeriya önge ölürken, erdal eren’le birlikte 24 kişi gözaltına alındı. eren, zekeriya önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklandı. 2 şubat’ta gözaltına alınan erdal eren, tarihin en hızlı yargılamasının ardından, 19 mart 1980’de idama mahkum edildi. henüz 17 yaşındaydı erdal eren. ne yaşına bakıldı, ne avukatlarının sunduğu delil ve tanıklara. dünyanın dört bir tarafında idama karşı tepkiler yükseldi, imzalar toplandı. ancak karar mahkeme öncesinden verildiğinden, yargıçlara sadece emri uygulamak düştü. asmayalım da besleyelim mi? askeri yargıtay 3. dairesi’nin, önce “delillerin noksanlığı” nedeniyle esastan, ardından da, idamın müebbet hapse çevrilmesini gerektiren “tck’nın 59’uncu maddesinin uygulanmaması” nedeniyle usulden bozmasına rağmen, daireler kurulu iki kararı da reddetti. red kararlarıyla yargılamanın yeniden yapılmasının yolu kapatılırken, eren’in avukatı nihat toktay, kararı, “yargıtay içinde bitirildi” diye değerlendirdi. güvenlik konseyi tarafından onaylanan karar, dünya çapında yürütülen “idamı engelleyelim-erdal eren idam edilemez” kampanyasına rağmen 13 aralık 1980’de ankara merkez cezaevi’nde infaz edilirken, faşist cuntanın başı kenan evren’in, “asmayalım da besleyelim mi?” sözleri zihniyetlerini özetledi. erdal eren’in avukatı nihat toktay, erdal’ın “dönemin yükselen gençlik hareketinin intik almak” kastıyla idam edildiğini söyledi. toktay yayımlanan bir söyleşisinde, 1994 yılında, zekariya önge’ye, iddia edildiği gibi arkasından değil karşısından ateş ettiğine ilişkin iki tanığın ortaya çıktığına, olayın geçtiği hoşdere caddesi’nde oturan ruhat canveren ile kuaförlük yapan haydar arzuman’ın gördüklerini atv’de yayınlanmak üzere hazırlanan “son celse” isimli bir programın “erdal eren dosyası” bölümü için anlattıklarına dikkat çekti. programda ayrıca, kararı bir kez esastan, bir kez de usulden bozan askeri yargıtay 3. dairesi üyesi ve emekli hakim ahmet turan’ın, idam kararının adli hata olduğunu itiraf ettiğini ve dosyada erdal eren’in eri öldürdüğüne dair yeterli delilin olmadığını söylediğini de aktaran toktay, turan’ın, “benim vicdani kanaatim bu delillerle idam kararı verilemeyeceğiydi. arkadaşlarımı bu yönde ikna ederek kararı bozduk. ancak başsavcılık itiraz etti, ikinci kez bozduk, en sonunda daireler kurulu idam kararını onadı. yani sorumluluk onlara aittir” sözlerine dikkat çekti. büyü de baban sana büyü de büyü acılar alacak yokluklar alacak büyü de baban sana büyü de baban sana büyü de büyü bitmez işsizlikler açlıklar alacak büyü de baban sana büyü de baban sana büyü de büyü baskılar işkenceler kelepçeler gözaltılar zindanlar alacak büyü de baban sana büyü de büyü büyüyüp de onyedine geldiğinde baban sana idamlar alacak -------------------- http://www.atilim.org/haberler/2007/08/31/resimler/12_Eylul_un_yildonumunde_adalet_arayisi_20070831_155436.jpg http://www.kozonline.org/arsiv/KK38/KK38_8.gif -------------------- Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
raskolnikov Yanıtlama zamanı: Eylül 11, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 11, 2008 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle, Antalya, Gazipaşa'da çok sayıda insan topluca gözaltına alınarak Burdur Cezaevi'nde işkenceye tabi tutuldu. Cumhuriyet gazetesinden emekli olduktan sonra hemen sonra, 1979'da, New York'ta iç mimarlık eğitimi alan eşi Filiz Otyam ile birlikte Gazipaşa'ya yerleşen gazeteci-yazar-ressam Fikret Otyam, Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) üyesi oldukları için, devrimci veya Halk Partili oldukları için o dönem en ağır zulümlerle karşılaştıklarını söylüyor. Otyam'ın "Mayınlar Çiçek Açmaz" kitabı ve Güneydoğu'da "kan davası"nı işlediği "Kanlı Gömlekler" adlı çocuk romanı o dönemde yasaklandı. 83 yaşındaki Otyam, asıl adı Selinti olan Gazipaşa'da yaşananları bianet'e anlatırken, "Allah bir daha Türkiye'ye böyle bir olay yaşatmasın, böyle bir beşli çete getirmesin. Bu acı dolu günleri ben Gazipaşa'da gördüm, yaşadım" diyor. Gazipaşa nasıl bir yerdi, orada neler yaşandı? Bir rivayete göre, Atatürk Mersin'den Antalya'ya giderken vapurda diyorlar ki, "Paşam, Delibaş İsyanı'nda katırlarla, atlarla, eşeklerle bize yiyecek, giyecek, içecek getiren kasaba burası". Selinti adını duyan Atatürk, "Buranın adı Gazipaşa olsun" diyor. Cumhuriyet'ten 1979'da istifa ettim. 50 bin liraya taksitle 50 dönüm arazi almıştık. Dört köylü ve Rus çinicinin yaptığı projeyi yarım yamalamak hayata geçirdik. Orada ceylanlar, tavus kuşları dahil, 40 tane hayvanımız vardı. Bahçeyle uğraşıyoruz, kitap yazıyorum, resim yapıyorum, eşimle Avrupa'ya gidip sergilere katılıyoruz. Hayat çok güzeldi. Burası devrimci, solcu, öyle güzel bir ilçeydi ki, ben buraya geldiğimde gençler arasında 29 tane sol fraksiyon vardı. Darbenin ardından Gazipaşa'da yaşananların haberini İzmir'de bir sergideyken aldık. Felaket daha yoldayken başladı. Gece 02.00 sularında bizi otobüsten indirdiler, kimlik kontrolü yapıyorlar. İki tane genç kadın yan yana oturuyorlar. Bir sarhoş astsubay, birisine "Siz iner misiniz" deyince araya girip, basın kartımı da göstererek "Bu kadının suçu ne? Ben gazeteciyim, haber yapacağım bunu!" diye çıkıştım. Neyse kadını kurtardık ve geldik Gazipaşa'ya. Orada olmadığım için bir bana dokunmamışlar. Kim varsa, kadın, kız, çoluk çocuk, ihtiyar ne varsa, götürdüler. Antalya merkez karakolunu ziyaret ettik. Türkeşçiler, devrimciler, TÖB-DER'li öğretmenler, hepsi oradaydı ve Burdur Cezaevi'ne gönderildiler. Biz eşimle birlikte bu ailelerin çocuklarını yanımıza alarak cezaevine gidiyorduk. Orada işkence şikayetleri geldi, tutturdum, arkadaşlarımı göreceğim diye, Sıkıyönetim Komutanlığı'na gittik. Engin Dikmen adında okumayı çok seven ve kitap okurken ölen Vartolu bir arkadaşımız vardı. Asker, "Sen necisin" diyor. "Ben avukatım" diye cevap verince, "Ulan sen avukatsan, ben de İsa'yım" deyip, bastılar tokadı. Neler yaşandı tam olarak o dönemde? Bir sürü cinayetler oldu. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) İlçe Başkanını vurdular, iyi bir insandı. İşin en acı tarafı bu devrimci, bu ilerici ilçede, 12 Eylül'den sonra, cezaevlerindeki zulüm ve işkenceler bittikten sonra anne babaya, baba kardeşe, kardeş kardeşe, abla bacıya, seven sevmeyen birbirlerine düşman oldu. Emniyet birinci şubede pardösülü, kır saçlı bir siyasi polis, Gazipaşalı çocuklara işkence yapıyor. Onlara "bizi Fikret Otyam bizi örgütledi, bize şunları şunları söyledi" dedirtmeye çalışıyordu. Mehmet adında bir öğretmen, "Fikret Otyam seni bilmem ne yapsın" deyince.... İşin komik tarafı Gazipaşalı 20-25 tane gence bunu söyletemeyince Alanyalı genç bir çocuğa, "Sen tanıyor musun Fikret Otyam'ı" diye soruyorlar. "Tanırım, ak donla gezen ak saçlı sakallı bir adam" demiş... Ben o zamanlar Manisa Tarzanı gibi şortla gezerdim, sakalım da vardı. Sen bize yalan söylüyorsun, diye çocuğa nasıl işkence yapmışlar. "Ne yalanı doğru söylüyorum efendim" demesi fayda etmemiş... Arkadaşlar diyorlardı ki, "Hem ağlıyoruz, hem gülüyoruz". Bu konuyu gündeme getirmek istedim, görüşmeler yaptım. Ben gidip geliyorum; bir keresinde Gazipaşa'ya döndüğümüzde polis bana, "Sizi Antalya Sıkıyönetim Komutanı istiyor" deyince anladım, haber yerine ulaşmıştı bile... Ertesi sabah görüştüğümüz paşa, işkence şikayetlerimizden rahatsızdı. Paşa, bize çıkışarak "Vehim içindesindesiniz" dedi. Ona, "Siz vehim içerisindesiniz, işkence yapılıyor, haberiniz olmuyor" diye karşılık verdim. Gazipaşa'daki bu insanların gönderildiği Burdur Cezaevi'ne gidip arkadaşlarımı gördük, ziyaretlerimiz işkence yapılmasını önledi. Bir sürü faili meçhul cinayeti işlendi ve hiçbirini bulamadılar. Bunlar unutuldu gitti. Şimdi Gazipaşa nasıl bir yer? O eski Gazipaşa şimdi yok. Belki istenen de buydu. O birlik, beraberlik, kardeşlik... İnsanları devrimci olduğu için, Halk Partili olduğu için Doğu'da birçok yerde işkenceler yapıldı ama en çok işkence gören ilçelerden birisi, Gazipaşa'dır. Burayı bir hizaya getirelim dediler herhalde. Burada müthiş örgütlendiler. Şimdi bir tuhaf olmuş. O zamanlar ABD'den eşimi ben getirttim Allah'ın dağına, en yakın komşumuz Allah'tı. Sonra "Ben yaşayamam" dedim ve Gazipaşa'dan ayrıldık. ....................................... Veysel Güney, 12 Eylül sonrası idam edilen ilk Devrimci Yol üyesiydi. 30 Aralık 1980’de Gaziantep’te arkadaşı Ali İhsan Özer'le kaldıkları ev askerlerce kuşatıldı. Çatıştılar. Özer ve bir üsteğmen çatışmada öldü, Güney üç kurşunla yaralandı. Yargılamanın hızlanması için dosyası Gaziantep Devrimci Yol davasından ayrıldı. Yaralı halde getirildiği cezaevinde işkenceden geçirildi. Sürekli hücrede tutulan Güney’in hiçbir yakınıyla görüşmesine izin verilmiyor, mektuplarına el konuyordu. Güney bunlara rağmen ifade vermeyi reddetti. "Bir teğmenin ölümüne neden olduğu" iddiasıyla yargılandığı ve avukat tutmasına dahi izin verilmeyen davanın sonucunda, mahkeme idam kararı verdi. 11 Haziran 1981’de infazı gerçekleştiğinde, 24 yaşındaydı. Güney'in polis sorgusunun ardından adli soruşturma için ifadesini alan ve daha sonra da idam cezasının infazında bulunan savcı Mete Göktürk tam 25 yıl sonra yayınladığı "Adaleti Gördünüz mü?" adlı kitapta onun silah kullandığına dair hiçbir kanıt olmadığını anlatıyordu.(1) Ortada, Güney'in çatışmaya katıldığını teyit eden ifadesi bulunmadığı gibi, bunu kanıtlayacak herhangi bir delil de yoktu. Bir dakika Gaziantep E Tipi Cezaevi’nden arkadaşı Aydın Kığılı, Güney’in idama götürülmeden önce türkü söylediğini (2) aktarıyor: “Önce ‘Benim meskenim dağlardır’ı söyledi, sesi güzeldi. Çok coşkulu söylemişti. O titrek ve davudi sesi hala kulaklarımda çınlıyor. Ardında da, Aşık Mahzuni'den alınma 'Bu yıl benim yeşil bağım kurudu'yu söylemeye başladı. Fakat bu türküyü çok hüzünlü bulmuş olmalı ki, yarıda kesti. Türkünün içinde 'Şimdi bir köşede yatar ağlarım' gibi bir dize vardı. ... Veysel hem kendisini hem de bizi ölümüne hazırlıyordu. Ölüme türkü söyleyerek de gidilebileceğini, böylesi ölümün güzel olduğunu, endişeye karamsarlığa kapılmamak gerektiğini göstermeye çalışıyordu.” İdama götürüldüğü gece ailesiyle “bir dakikayla sınırlı olmak üzere” görüşmesine izin verildi. Görüşme sonrası kardeşi slogan attığı gerekçesiyle iki ay gözaltında tutuldu. Mezarının yeri bilinmiyor Bugün Güney’in mezarının nerede olduğu bilinmiyor. 2006'da bulunduğu iddia edilen mezardan çıkarılan kemiklerin Güney’e ait olmadığı DNA testiyle belirlendi. Kığılı, ailenin ağzından şöyle aktarıyor: “Ailesi infazdan hemen sonra onu almak için yetkililere başvuruyor. Epey uğraştıktan sonra, verilmeyeceğini anlayınca, ‘O zaman cenazenin gömülmesine katılalım, duamızı edelim, ona karşı son görevimizi yapalım’ diyorlar. Bu istek de reddediliyor. Hatta oldukça umursamaz, küçümser ve alaycı tavırlarla ‘Biz oğlunuzu mezara gömmeyeceğiz. Onun mezara ihtiyacı yok. Ölüsünü nehre atacağız. Canımız isterse belki bir köpeğin önüne atarız’ diyorlar.” Güney, 12 Eylül rejiminin hafızalardan silmeye çalıştığı, devlet eliyle öldürülen devrimcilerden biriydi. Bugün arkadaşları 12 Eylül’ün gerçek yüzünün ortaya çıkması için Güney’in yeniden yargılanmasını talep ediyorlar. Güney’den geriye kalan son şey ise, idama götürülmeden önce ailesine verilmek üzere yazdığı fakat 25 yıl sonra bulunan mektubundaki şiir: “Mezarımı yol kenarına kazın Üzerine devrim şehidi yazın Başına yumruklu yıldız kazın Gidiyorum ölümsüzlüğe hoşçakalın”(OA/EÜ) (1) Apoletli Adalet, Ertuğrul Mavioğlu, İthaki, 2006 (2) Unutulmasınlar Diye, Bireşim Yayınları, 1993 ............................................. 12 Eylül'ün işkenceden geçirip yıllarca hapiste tuttukları için mücadele veren annelerden biri Perihan Akçam. Oğlu Cahit Akçam, Kasım 1980'de gözaltına alındığında o üç yıldır emekli bir öğretmendi. Günlerce çabaladıktan sonra, oğlunun Ankara Emniyeti'nin işkencehanesi DAL'da tutulduğunu öğrenebildi. Ona biraz para ve giysi ulaştırabildiğinde, yani hayatta olduğunu öğrendiğinde hissettiklerini, yıllar sonra "Oğlum yaşıyordu. Ben oğluma haber gönderebilmiştim. İçim içime sığmıyordu" diye anlatacaktı "Onca Çileden Sonra" kitabında. Cahit Akçam 60 günün üzerinde DAL'da tutulduktan sonra 12 Eylül'ün ünlü cezaevi Mamak'a kondu. 1988 Aralık'ta dışarı çıktı. Mamak'taki mahpusların hakları için dışarıda mücadele eden, direnen kadınların önde gelenlerinden Perihan Akçam'la o günleri konuştuk. "Yalnız değildik" "12 Eylül'de mahpus yakını olmak ne demekti?" diye sorduğumuzda "Onu yaşayan bilir. Nasıl anlatayım. Çok kötüydü. Ama önemli yanı, yalnız değildik. Çoktuk, çoğunluktaydık. Birbirimize sahip çıkıyorduk. Kadınlar çoğunluktaydı. Anneler ve eşler" diye yanıtlıyor. Mahpus yakınlarının mücadelesinin neleri başardığını sıralıyor. "Bize yakın olan bütün günlük gazetelere her gün uğruyorduk. Mesela Cumhuriyet'le, Milliyet'le bağımızı kesmedik. Ayrıca avukatlarla her an ilişki içindeydik. Birbirimizle bağımız da çok kuvvetliydi. "Çocuklarımız, eşlerimiz içerdeyken, haftada bir iki gün gitmek, duruşmaları takip etmekle olmayacağını biliyorduk. Halka bir şeyler anlatmak için sokaklara çıktık. Anlattık. Halkta bize bir sempati oluştu. Ama polisin de dikkatini çektik. Onun için hep peşimizdeydiler. Biz de onları tanıyorduk." "İHD soluklanabileceğimiz bir yerdi" "İnsan Hakları Derneği'ni (İHD) kurduk. Gidip soluklanacağımız, bir arada olabileceğimiz bir yere ihtiyacımız vardı. Merkezi bir yerimizin olması gerekiyordu. İHD en önemli yerimizdi." "İdamlara karşı eylemler yaptık ve genel af imza kampanyası sürdürdük. Bu imzaları toplarken gözaltına da alındık. Halk imza veriyordu ama, Çankaya, Gaziosmanpaşa, Güven Park çevresinde imza topluyorduk. Kızılay'dan Abdi İpekçi Parkı'na gidemezdik. Çünkü gericilerin mesken kurduğu yerdi. Ulus'a hiç gitmedik. Denedik ama halk bize imza vermedi." "Susup oturmadık, haklıydık" "12 Eylül'le mücadele böyle başladı. Bize darbesini vurduğunda, sineye çekmedik, susup oturmadık. Haklı olduğumuzu duyurmaya çalıştık. Çocuklarımızın arkasında olduğumuzu ortaya koymaya çalıştık. Onların bir sahibi vardı; bu çok önemliydi. Ve başarılı da olduk." Akçam, o dönemde polisten de, askerden de annelere hep benzer sözlerin geldiğini söylüyor: "İyi terbiye etseydin, sahip çıksaydın." Ama durum farklı. "Çocuklarımız suç işlemedi her şeyden önce. Mücadelenin sürmesini sağlayan, sevgiydi, insanlıktı ve haklı olduğumuza inanmaktı. Çocuklarımızı çok iyi tanıyorduk. Her anne tanır çocuğunu. Onları ezbere büyütmedik. En önemlisi, bizim çocuklarımız yalan söylemiyor, onu biliyorduk. Bugün de aynı. Çok itildik kakıldık ama, ne çekindik, ne ezildik." Tektip elbise, ayakkabı, kitap, para... Akçam bütün o süre boyunca Mamak'taki uygulamaların her biriyle teker teker mücadele ettiklerini anlatıyor. "Tektip elbiseyi dayatıyorlardı. Bu yüzden 42 günlük açlık grevi başlamıştı. Sonra ölüm orucuna dönüştü. Hastaneye kaldırılanlardan biri de Cahit'ti. Çocukların hepsi ölümden döndü. Görüşebileceğimiz her yerle görüştük. Direndik. Daha sonra tektip elbise kaldırıldı, bu sefer ayakkabı sorunu başladı." "Ayaklarında ayakkabıları kalmamıştı; götürdüğümüzü de askerler almıyorlardı. Ucunda demir var, bunu siz koyuyorsunuz, diye. İmalathanelere gidip bilgiler aldık. Sağlam ayakkabıda demir olur, diye. En sonunda spor ayakkabısına döndük. Ama ben bir hafta götürüyorum, ertesi hafta başka bir anne aynı yerden alınmış ayakkabıyı götürüyor. Bu sefer yasak diyorlardı. Bir hafta yasak olmayan, ertesi hafta yasak oluyordu." "TV izlesinler diye de direndik. Kitap, para, mektup hep sorundu. O zaman yoksulluk da diz boyu. Hep yoksullara vurdu darbe. Götürülen paralar cezaevinde ortak yeniliyor. O da yetmiyor." Genelkurmay'a tecridi itiraf ettirmek "Çocuklarımız çok kötü günler yaşadı. 6 yıl kadar tecritte kaldılar. Genelkurmay önce tecrit olduğunu kabul etmiyordu. Ama mektuplardaki adresler hep '42 tecrit', 'arka tecrit', 'ön tecrit' gibiydi. Üzerinde de görülmüştür damgası vardı. Kanıtımız vardı yani." "Sonra gazetelere mektuplar yazdık. Oktay Akbal benim mektubuma yer verdi. Sonra Genelkurmay cevap verdi. 'Tecritleri kaldıracağız' dediler; kabul etmek zorunda kaldılar." "12 Eylül'ü unutturmayacaksınız ki, bir şey yapabilesiniz" Akçam, 12 Eylül'ün toplumun dayanışma, güven duygusunu zedelediği kanısında. Hesaplaşmak için de "Önce unutmamak gerek. Unutmayacaksınız ki 'ona karşı ne yapabilirim' diyebilesiniz" diye konuşuyor. Ve 12 Eylül'ün yeterince anlatılmadığını düşünüyor. Gençlerin çoğunun 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü, darbecilerin kim olduğunu bilmediğini gözlüyor. "Belki Kenan Evren'i biliyorlar. O da 'Bir yerde ressam' olarak." Gençlerden 12 Eylül'ü öğrenmelerini istiyor: "Birçok bilgi, kitap var. Bunlar hayal, kurgu değil. Okusunlar. En güzel yaşlarındalar. Bir şeyi değiştirmek istiyorlarsa, önce kendilerini, ailelerini inandırsınlar. Ailelerinin halkın ferdi olduğunu unutmasınlar. Kimseye tepeden bakmasınlar. Tepeden bakarsanız, halk sevmediği kişiye güvenmez." ............................. bianetten alıntıdır... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Depressive Yanıtlama zamanı: Eylül 12, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 12, 2008 http://www.yasaktube.com/index.php?tag=12+eyl%C3%BCl+yorgan&type=tag Yıl 1980, 12 Eylül'ü takip eden günler.Şükran, yakında evlenecek yeğeni için bir yorgan siparişi verir. Düğün hediyesi olacak yorganın üzerine gelin ve damadın isimlerinin baş harfleri işlenecektir. Dönemin gergin ortamında yorgan, bazı trajik olayların başlangıcı olur... Yorgan filminin aldığı ödüller 7. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali -En İyi Kısa Film Senaryosu 8. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi-Kısa Film Yarışması -En İyi Senaryo Jüri Özel Ödülü -En İyi Görüntü İstanbul Ticaret Üniversitesi - Kısa Film Yarışması -En İyi Film İ 3. Lük Ödülü Yıldız Üniversitesi İ 3. Yıldız Kısa Film Festivali -En İyi Film İ 2. Lik Ödülü Kanaltürk 1. Kısa Film Yarışması -2. Lik Ödülü 6. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali -Ulusal Yarışma İ Kurmaca Bölümü Finalisti 11. Türkiye/Almanya Film Festivali -Kısa Film Yarışması İ Finalist İfsak 27. Ulusal Kısa Film Ve Belgesel Yarışması -Kurmaca Bölümü İ Finalist 18. Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivali -Gösterim Akbank Kısa Film Festivali -Gösterim 17. Ankara Uluslararası Film Festivali -Ulusal Kısa Film Bölümü - Gösterim 43. Altın Portakal Film Festivali Ulusal Kısa Film Yarışması -Finalist -------------------- bu linktede 12 eylül'ün nasıl ülke yönetimine el koyduğunu anlatan bir belgesel bulunmaktadır.. http://www.yasaktube.com/index.php?tag=12+eyl%C3%BCl+k%C4%B1sa+film&type=tag&video_id=wOHMWsCK7xE 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
OMAREJDER Yanıtlama zamanı: Eylül 14, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 14, 2008 basarılı arastırmacı gayet guzel Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
kithy Yanıtlama zamanı: Eylül 14, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 14, 2008 bugün 12 eylül darbesini lanetlemek adı altında yapılan mitingde polisler partizan grubuna saldırdılar belirsiz bir neden yüzünden buda mitingi üstüne gölge düşürmek adına yapılan faşistçe bir harekettir! bu nedenle hem 12 eylül darbecilerini hemde bugün yapılan olayı kınıyorum.. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.