whitepower Oluşturma zamanı: Kasım 21, 2006 Paylaş Oluşturma zamanı: Kasım 21, 2006 Tukyu(Asena) Tukyu' larin atalari Çinli' lerin (si-hayi) dedikleri bati denizi sahillerinde otururdu. Komsu hukumdarlardan bir bunlarin yurdunu basarak, kadin, erkek, cocuk ve onlerine gelenleri kilictan gecirdi. Bunlardan ancak on yasinda bir erkek cocuk kalabildi. Bu da elleri, ayaklari kesilmis olarak bir batakliga atildi. Cocuk orada acliktan, yaralarindan akan fazla kandan olmek uzere iken, bir disi kurt gelerek, ona bir parca et getirdi. Kurt her gun boyle yaparak cocugu besledi. Çocugun yaralari iyilesti. Yasi ilerleyince kurt bundan gebe kaldi. Atalarini olduren hukumdar bir sure sonra bu cocugun sag kaldigini haber aldi. Cocugu oldurmek uzere aratti, buldular. Hukumdar cocugun bulundugu yere birisni gonderdi. Bu adam batakliga geldigi zaman cocugun yaninda bir kurt gordu, sasirdi. Adam ikisini de oldurmek istedi. Fakat bir tanri onlari korudu. Kurt cocugu sirtlayarak bati denizinin dogu tarafina gecirdi. (Kao-cang) yakinlarindaki daglardan birinde bulunan magaraya goturdu. Magaranin arkasinda bereketli bir ova vardi. Ovanin her tarafi yalcin kayalarla cevrilmisti. Kurt burada sakat delikanlidan on cocuk dogurdu. Bunlardan biri aile adi olan (Asena)' yi aldi. Bu cocuklar buyudukleri zaman magaradan cikarak civardaki oymaklardan birer kiz kacirdilar. Bunlari magaralarina goturduler. Bu kizlarla evlendiler. Birkac nesil gecince bunlar cogaldi. Iclerinden (A-Hien-Se) adli birisi baslarina gecerek magarada cikardi. (Kin-San) daglarina giderek yerlestiler, (Cu-Cen) tatarlarina baglandilar. Bu daglarin tepelerinden biri takya seklinde oldugundan kendilerine bu anlamda (Tu-Kyu) adini verdiler. Asillarina delalet etmek uzere de bayraklarina bir kurt basi yaptilar. DokuzOguz-OnUygur (Agactan Dogan cocuklar) Dokuzoguzlar' in atalari olan bir hakanin iki guzel kizi vardi. Bunlar ancak tanrilara layikti. Babalari insanlardan ayri bulundurmak icin bu kizlari, yaptirdigi bir kulenin icine koydurdu ve yalvararak tanriyi cagirdi. Bunu uzerine tanri bir boz kurt olarak geldi, kizlarla evlendi. Tanrinin bu kizlardan Dokuz Oguz ile On Uygur evladi oldu. Bunlar zamanla cogaldilar. Bu Dokuzoguzlar'dan tureyenler Kumlanco adi verilen ulkede oturdular. Burada Hulin adinda bir dag vardi. Bu dagdan Tugla ve Selenka adinda iki irmak akardi. Bu irmaklarin arasinda da iki agac vardi. Bu agaclarin biri Kayin, oburu de Çam idi. Bir gece bu agaclarin uzerine gokten nur indi. Gun gectikce agaclardan birinin karni sisti. Dokuz ay on gun sonra agacin karninda bir kapi acildi. Iceride agizlarinda gumus emzikler bulunan bes cocuk gorundu. Daha cocuklar dogmadan bu agaclarin etrafinda gumusten bir daire turemisti. Agaclardan muzik sesleri geliyordu. Oradaki Dokuzoguzdan tureyen Türk'ler bu cocuklari buyuttuler; adlarini Sungur Tekin, Kutur Tekin, Tukak Tekin, Or Tekin, Bugu Tekin koydular. Bunlar onbes yasina gelince, baba ve analarini sordular. Halk onlari iki agacin yanina goturdu: Iste bunlardan bir babaniz, biri de ananizdir) dediler. Çocuklar bu agaclara saygi gosterdiler. (Sevgili anamiz ve babamiz) diye onlara sarildilar. O zaman agaclar da dile gelerek evlatlari hakkinda hayirli duada bulundular. Nihayet bir gun halk toplanarak, Bugu Tekin' i hakan sectiler. Cunku Bugu Tekin hem zeki hem de her boyun dilini, obalarinin sayisini biliyordu. Bunun uc kargasi vardi ki her yerden olup biteni haber verirdi. Bugu Tekin bir gece ruyasinda; beyazlar giyinmis, elinde beyaz bir asa tutan ak sakalli bir adam gordu. Bu adam fistik seklindeki (Yesim Tasi) denilen tasi gosterdi: (Turkler bunu ellerinde tuttukca dort bucaga hakim olacaklardir) dedi. Bugu Tekin ve Gök Kizi: Bugu Tekin bir gece otaginda uyumakta iken, birden bire pencerenin acildigini, iceriye gokten gelen guzel bir kizin girdigini gordu. Bugu Tekin neye ugradigini anlayamadigindan gozlerini kapayarak uyur gibi yapti. Kiz, Bugu Tekin'i uyandirmak icin cok calisti, bir turlu uyandiramadi. Umidini keserek pencereden cikti, gitti. Ertesi gece kiz yine geldi. Bugu Tekin kendisini yine uykuda imis gibi gosterdi. Kiz bu defa da uyandiramadan gitti. Sabah olunca, Bugu Tekin kizin tekrar gelecegini dusunerek, buna bir care bulmak uzere vezirine acti. Vezir dedi ki: (Bunda korkacak bir sey yok. Belki hepimizin sevinecegi hayrili bir is vardir. Her halde bunun gelisi size kutlu bilgileri ogretmek icindir.Yarin gece gelirse artik kendinizi uykuda gostermeyin. O zaman nicin geldigini anlarsiniz. Ucuncu gece kiz yine geldi. Ama bu defa Bugu Tekin onu karsiladi, saygi gosterdi. Bu kiz vezirin tahmin ettigi gibiydi. Gercekten bir tanrica ve gokten gelen bir kizdi. Bugu Tekin' e yeni bir din gostermek icin gelmisti. Bugu Tekin'e: (Arkamdan gel) dedi. Bugu Tekin kizi takip etti. Gittiler. Nihayet (Ak dag)'a ulastilar. Bugu Tekin'e yeni bir dinin gizli taraflarini anlatmaya basladi. Bundan sonra kiz otaga gelir, Bugu Tekin'i (Ak Dag)'a gotururdu. Bu durum cok gece devam etti. Bugu Tekin yeni dinin esaslarini ve sirlarini ogrendi. Bir gece artik bu gorusmelerin sonu idi. Kiz veda ederken (Gokte, yerde ne varsa hepsini ogrendiniz. Ben artik gelmeyecegim. Yarindan itibaren dunyanin dort bucagini fethe baslayin. Gosterdigim yolda adalet yapin. Size ogrettigim gercekleri her tarafa yayin) dedi. Sabah olunca Bugu Tekin kardeslerini cagirdi. Her birini bir orduya tayin ederek bunlari dort bucagin fethine gonderdi. Kendisi de buyuk bir ordu ile Çin uzerine yurudu. Heosi de seferlerini basardilar. Göç Bugu Tekin'den otuz nesil sonra, torunlarindan (Yulun Tekin) tahta cikti. O zaman Çin'de (Tang)sulalesi hakimdi. Çinliler; Türk'lerden korktuklari icin hukumdarlari (kiyuliyen) adli kizini hakanin oglu (Gali Tekin)'e gondermeye karar verdi. Bir elci yolda Türkler'in kudret ve buyuklugunun Tanri dagi civarinda bulunan (kutlu Kaya) adli byuk bir kayadan ileri geldigini ogrendi. Yulun Tekin'e dedi ki: (Hukumdarim size en kiymetli hediye olarak kizin gonderdi. Siz de ona bir hediye gondermek isterseniz, bizce makbule gecen hediye de (Kutlu Kaya) adindaki kaya parcasidir. Bu kayanin sizce bir kiymeti yoktur. Bunu hukumdarima hediye ederseniz makbule gecer.) Yulun Tekin, Çinliler'e kiymet veren milli duygulari gevsek bir hakandi. Kutlu Kaya'nin otuz nesilden beri Türklerce kutsal bir yer oldugunu bilmiyordu. Bir kizin bedeli olarak bu kayayi Çin'e vermekte hic tereddut etmedi. Yalniz bunu nasil gotureceklerini sordu. Elci de: (Kolaydir) dedi. Çin elcisi kayanin etrafinapdunlar yigdirdi, uzerine sirke dokturdu, odunlara ates verince kayalar parcalandi, dagildi. Elci bu parcalari dikkatle toplatti. Arabalarla Çin'e gonderdi. Orada sihirbazlar bu parcalari yagma ettiler. Her parcasi dunyanin bir kosesine gitti. Parcalar nereye gitti ise orada bereket, bolluk oldu. Bu tarafta ise, yedi gun sonra (Yulug Tekin) oldu, yerine Bugu Tekin'in torunlarindan biri hakan oldu. Türk yurdu da butun bereketini kaybetti, yesillikler sarardi, irmaklarin, derelerin suyu cekildi gogun rengi degisti. Butun kuslar, ahyvanlar, memedeki cocuklar Göç! Göç! Göç!) diye bagirismaya basladi. Bir taraftan da salgi nhastaliklar insanalri kiriyordu. (Göç!) sesleri devam ediyordu. Anladilar ki bu ulkenin (Yer-su)lari artik kendilerinin orada kalmasini istemiyor. Çadirlarini yiktilar, esyalarini, coluk cocuklarini hayvanlara yuklediler. Göç etmeye basladilar. Aksam olunca (Göç!) sesleri duruyor, sabahla beraber basliyordu. Türkler Turfan ulkesine gelinceye kadar (Göç) sesleri devam etti. Orada artik ses kesildi. Göç'ler de Turfan'da yerlestiler. Orada (Bes Balik) sehrini kurdular. Ergenekon Göktürkler, Tatrlarla yaptiklari savasta yenilmisler, hepsi kirilmis, yalniz Ilhan'in ogullarindan Kiyan ve Nogüz sag kalabilmisti. Savastan on gun sonra bir gece atlarin abindiler. Çoluk cocuklarini alarak kactilar. Savastan once ordu kurduklari yere geldiler. BUada deve, at, okuz ve koyunlari kalmisti, onlari aldilar. Biri oburune dedi: (Burada kalsak bir gun olur dusmanlarimiz bizi bulur. Baska bir boya gitsek her yanimiz dusmanlarla dolu. En iyisi daglarin arasinda, kimselerin yolu dusmeyecek yerlere gidip oturalim.) Buna karar verdiler, surulerini onlerine kattilar, daglara yuruduler. Bir disi geyik gorduler. Arkasindan gittiler. Geyik bunlari daglarin uzerinden duz bir yere goturdu. Orada her yeri iyice yokladilar. Geldikleri yoldan baska yol yok. Biraz ilerlediler. Genis, cimenlik bir ulke gorduler. Burada akarsular, pinarlar, meyve agaclari, hayvanlar vardi. Bunlari gorunce sevindiler. Tanriya sukur ettiler, buraya yerlestiler. Kisin hayvanlarinin etini yer, derisini giyerler, yazin da sutlerini icerlerdi. Burada dort yuzyil kaldilar. Basbuglar'a danistilar: (Babalarimizdan isitirdik ki, Ergenekon'un disinda genis, guzel yerler varmis. Atalarimiz orada oturmus. Bundan sonra korkup ta daglaral kapanacak degiliz. Bir yolunu bulup buradan cikalim). Hepsi bu sozleri uygun buldu. Yol aradilar, bulamadilar. Iclerinden demirdi Burteçine: (Ben bir yer gordum, orada demir madeni var. Eger onu eritirsek yol buluruz) dedi. O yeri gidip gorduler, demircinin sozunu dogru buldular. Baska bir anlatista: birgun bir disi kurt gormusler. Bu kurdun oraya nereden geldigini aramislar, kurt kacmis, arkasindan gitmisler. Bakmislar ki kurt bir delikten disari atladi. Deligin yanina gittikleri zaman etrafin demir madeni oldugunu gormusler. Manas Manas, Kirgiz kahramanlarindandir. Manas'in babasi Yakip Han, anasi da Çuriçi'dir. Yakip Han evlendikten on dört sene sonra Manas dogmustur. Dogdugu zaman Manas' in avucu kanli idi. Bu isaret onun ileride mesalsiz kahraman olacaginin gostergesi idi. Henuz memede iken konusmaya basladi. Dogumu uzerine cviardan gelen elciler, onun bir kahraman olacagini hemen anlamislardi. Az zaman icinde cok serpildi, boyu bes metreye kadar uzadi. On yasina gelince tam bir kahraman oldu. Dusmanlarin uzerine saldirarak perisan etti. Atlarina at erisemiyor,zirhina ok islemiyordu. Yakip Han, oglunun atilganliklarini, kahramanliklarini gorunce, onu korumak, onunla arkadaslik etmek uzere, Bakay adinda birisini ona katmisti. Manas'in savastigi dusmanlari arasinda en kuvvetlisi Gökçe idi. Bununla olan maceralari destanca epeyce yer tutar. Destan Radlof'a gore 12452 misra olup, savas hengameleri sirasinda ask maceralari , eglenceler, dugunler, Samanizm'in etkisi altindaki inanclar, gelenekler, kahinlerin rolleri goze carpar. Öksüz Kiz Kisin soguk bir gununde, öksüz bri Türk kizi, su almaya gider. Vucudu yari ciplak, ayaklari soguktan siskin; karni ac, gozleri yasli bir haldedir. Elinde bir bakrac vardir. Birden bir kasirga kopar. Ay ise gokteki sarayindan kasirgaya tutulmus olan, bu zavalli fakir kiza bakmaktadir. Ay, kizin haline acir. Kendi kendine der ki: (Mutlaka üvey annesi bu kiza zulum ediyor). Öksüz kiz o sirada bir caliliktan gecmektedir, ay caliya isaret eder: (O kizi al, yanima gel). Ayin bu emri uzerine cali hemen bir at olur. Bir yandan aya giden gok yolu acilir, bir yandan da at haline gelen cali, uzerinde kiz oldugu halde yukselmeye devam eder. Aya vardiklarinda kiz elinde bakraciyla ayin yaninda durur. Ay, bu öksüz kizi sever, ici urpermeye baslar. Sekilden sekile girmeye baslar. BUndan sonra ayin gokte sekilden sekile girisi de, bunun ve sevgisinin sonucudur. Ilk geceler ay bir gumus yay gibidir. Öksüz kiz buyudukce ay da buyumektedir. Bazi zamanlarda bu kiz gokteki ayin sarayindan iceri girer, hali dokur. O zaman ay sevgilisini gormedigi icin uzulur, hilale doner. Bazen de kizin keyfi yerine gelir, cosar, neselenir. O zamn ayin yuzu guler, dolun halini alir. Ayin keyfini kaciran guclu bir rakibi vardir. O da gokte bulunan beyaz ayidir. Bu ayi da Ösüz kizi sevmektedir. Bu sebeple ayi tutarak bogmak ister. Ama ne de olsa gucu yetmez. Yirmi bes gun ay bu ayiya ustun gelir, onu ezer. Ayi yalniz uc gun aya ustun gelir. Ay bundan korkar, saklanir, kimselere gorunmez. Bu mucadele her ay boyle devam eder. Cesteni Bey Cesteni Bey (aslanlarin yuruyusu ile yuruyup) (Uçayan) sehriin arkasinda durarak ileri geri dolasti. Ondan sonra dort yol agzina gelerek bu yollarin arasidan sayisiz denecek kadar cok cinler gordu. Bu cinler insan etini yiyip kanini iciyor, barsaklarini vucutlarina dolandiriyorlardi. Yuzlerini korkunc hale getirip pek kuvvetli sesle haykiriyorlardi. Ellerinde de bayraklar vardi. Ates gibi kizil ve orgulu saclarini omuzlarina birakiyorlar, kapkara buyuk daglara benzeyen vucutlarini kaldirip zehirli yilan govdeleriyle yuruyorlardi. Cesteni Bey bunlari gorunce yuregini pek tuttu, bir kaplan gibi hic korkup cekinmeden bu cinlerin arasina girdi. O zaman cinler Cesteni Bey'i gorup etrafina toplanarak: ( Hey, kimsin sen? Nasil oldu da kendi kendine bizim ustlu altli dag gibi dislerimize lokma olmaya geldin) dediler. Cesteni Bey bu sozu isittigi halde yuregini pek tutup hic korkmadan cinlere soyle dedi: (Hey cinler, cabuk soyleyin bana, benim sehrimdeki insanlari nasil olduruyorsunuz. SIzlere bu sehre girme iznini kim verdi? Benim su keskin kilicima bakin, bununla govedelrinizi keserek parca parca edip birakirim. Sehrimizde milletin basina gelen bunca felaket haberi dururken hala dayanilacak degildir.) Cesteni Bey'in bu sozunu duduktan sonra, cinler ofkelenip karma karisik oldular. Öd koparip kendilerince bir turku soyleyerek yumruklarini siktilar. Kolkola girerek, dirseklerini tutuyor, ates renkli kizil saclarini arkalarina saliverip alev gibi bayraklariyla, gurz ve tokmaklari ellerinde, Cesteni Bey'i mizraklayip, vurmaya calisiyorlardi. Birbirleriyle soyle soylestiler: (Daha ne bekliyorsunuz? Cabuk bunu mizraklayip keselim, vucudunu parcalayip oteki dunyaya gonderelim.) Bunun uzerine Cesteni Bey var kuvvetiyle atlayarak (Urumki) adli cini tepesindeki saclarindan yukari cekip tuttu. Kilicini yukari kaldirip , basini kesmek uzere vurdu. Boylece cinler Cesteni Bey'in gucunu, kuvvetini ve sansini gorerek cok korkarak kactilar. Ulu Toyun Ulu Toyun, Ay Toyun'un kizi Günes'e asik olmus. Bir gun Ulu Toyun anasi Secen'e der ki: (Ay Toyun'un gogune cik. Bana onun kizi Günes'i iste. Ne kadar cok agirlik isterse hic esirgeme, kabul et.) Secen hemen goge cikti. Ay Toyun'un otagina gitti ve: (Oglum, kizinizi sevmis, onu ogluma verir misiniz) dedi. Ay Toyun: (Peki veririm, fakat iki nisan isterim: biri dalga; Göl incisi, oburu Serap; Çöl incisi) dedi. Secen bu haberi ogluna getirdi. Ulu Toyun istenilen iki nisanin tedarikini kolay gordu. Yer ustunde, yeraltinda ne kadar cinler, periler, ruhlar varsa hepsini davet etti. Cumlesi geldiler. Ulu Toyun dedi ki: (Ey kahramanlar! Icinizde benim istedigim iki armagani bana getirmeyi kim uzerine alacak? Bu iki armagani bulmak, getirmek cok kolaydir. Bunun biri dalga; Göl incisi, oburu serap; Çöl incisi) dir. Gelenlerden bu teklifi kabul edecek kimse cikmadi. Ulu Toyun teklifi tekrar etti. Yine cevap veren olmadi. Ucuncu teklifinde kurt ile bir karga bu isi uzerine aldilar. Fakat kurt dalgayi tutabilmek icin uzun bacaklar istiyordu. Karga ise serabi gorebilmek icin keskin gozlere ihtiyac gosterdi. Ulu Toyun istediklerini onlara verdi ve: (Haydi kahramanlarim, gidin bana dalga ile serabi getirin) dedi. Bu iki kahraman yola dustu. Aradilar, taradilar, cok calistilar, ne kurt dalgayi, ne de karga serabi ele gecirdi. Yuz yillaar gecti. Bir turlu bu iki armagan gelmedi. Ulu Toyun istenilen nisanlari veremedi, Günes hanimi alamadi.) Geyik Avi Hikaye bir ogretmenin, ogrencisine, canlilarin oldurulmesinin ne kadar gunah oldugunu anlatmasiyla baslar. Ogrenci de ogretmeninden bu oldurme gunahi karsiliginda, tanri tarafindan verilen cezalara bir ornek gosterilmesini ister. Ogretmeni, Dantipala'nin hikayesini soyle anlatir: Kral Dantipala adamlari ile ava cikarak bir cok geyikler avlar. Baska bir ormanda daha besyuz geyige rastlar. Aralarinda oburlerinden cok guzel, altin renkli bir geyik vardir ki, geyiklerin yol gosterici kralidir. Bu ise geyik suretinde olan Buddha'nin kendisidir. Avcilar besyuz geyigi kovalamaya koyulurlar. Onlari alti defa kusatirlar. Olum korkusu icinde cirpinan geyikler bu guzel geyigin yanina gelerek canlarini kurtarmasini rica ederler. Fedakar, iyiligi temsil eden fazilet sahibi, geyiklerin krali (Buddha), onlara yardimda bulunmak, gerekirse kendini feda etmek ister. Kral Dantipala'nin yanina giderek ondan besyuz maralin hayatini bagislamasin irica eder. Nasihat ederek, iyilik etmege tesvik eder. Canlilari oldurmenin ne kadar gunah oldugunu anlatmaya calisir. Fakat Dantipala bunlarin hicbirini dinlemeyerek gozleri kanla dolu olup hiddetlenerek keskin kilicini ceker. Kutsal geyigin boynunu kesip, basini yere firlattigi sirada, sag eli bileginden koparak kiliciyla beraber yere duser. Dantipala feryat etmeye baslayarak yaptigi kotuluge pisman olur. Ama is isten gecmistir. Yer yarilir, Avici cehenneminden alevler cikararak Dantipala'nin butun vucudunu sarar, onu cehenneme goturur. Aviciden cikan korkunc alevler Dantipala'yi sardiktan sonra yukselir, goge dayanir. Korkunc bir yanki duyulur. Yagiz yer deprenir. Dort tarafi ates almistir. Buyuk daglar yikilarak birbirinin uzerine gelir. Dantipala da bu alevler icinde kalir, umidi kesilir, dayanamayarak kendisinden gecer. Vucudu yanip kavrulur. Avici cehenneminin seytani agzini acip Dantipala'yi yutar. Tepegöz ile Basat Bir gun Oguz otururken, dusman baskisina ugradi, gece vakti oradan goctu. Beraberindeki (Uruz Koca) nin kucuk oglu yolda dusmustu. Hic farkinda olmadilar. Yollarina devam ettiler. Yolda kalan bu cocugu bir arslan alarak goturdu, besledi. Gunlerden sonra, Oguz gene gelip yurduna yerlesti. O sirada Oguz Han'in atlarina bakan coban bir haber getirerek dedi ki: (Ormanda bir arslan kukruyor. Uzaktan gordum, salinarak yuruyusu insan gibi. Atlari yakalayip yatirarak kanlarini emiyor) dedi. Cobanin bu sozu uzerine Uruz da Oguz Han'a: (Hanim belki goctugumuz vakit yolda dusen benim oglumdur) dedi. Beyler hemen atlarina bindiler. Aslanin yatak yerine geldiler. Uruz'un dedigi gibi bu, kendi oglu idi. Oglani tuttular. Uruz, oglani alip evine goturdu. Hep sevindiler. Ziyafetler oldu. Ama oglan yine durmadi. Aslanin yatagina gitti. Bir daha tutup getirdiler. Bunun uzerine (Dede Korkut) geldi ve: (Oglum sen insansin, hayvanlarla dusup kalkma, gel iyi ata binmeyi ogren. Iyi yigitlerle beraber yasa. Buyuk kardesinin adi (Kayan Selcuk)tur. Senin adin da (Basat) olsun dedi. (Adini ben verdim. Yasini tanri versin) dedi. Oguz bir gun yaylaya gitti. Uruz'un bir cobani vardi. Adina (Konur Koca Sari Coban) derlerdi. (Uzun pinar) diye un alan bir pinar vardi. O pinara periler konmustu. Ansizin koyunlar urktu. Coban da bunu kecilerden bilerek onlara kizdi. Ilerleyince gordu ki, peri kizlari kanat kanata vermisler, ucuyorlar. Coban kepenegini uzerlerine atti. Peri kizlarindan birini tuttu. Zaman gecti. Oguz yine yaylaya gitti. Coban da pinara geldi. Yine koyunlar urktuler. Coban ilerledi, yerde bir yigin gordu. Bu yigin gittikce buyudu. Coban Korktu, birakti, kacti. Urken koyunlarin pesine dustu. Meger o zaman Bayindir Han ile Beyleri gezmege cikmislardi. Bu pinarin yanina geldikleri zaman garip birseyin yattigini gorduler. Etrafini aldilar. Iclerinden bir yigit, ayagi ile bunu tekmeledi. Tekmeledikce yigi nbuyudu. Uruz Koca da merak etti, atindan inerek tekmeledi. Fakat mahmuzu dokununca bu yigin yirtildi, icinden bir oglan cikti. Bu oglanin govedsi adam govdesi gibiydi. Ancak tepesinde bir gozu vardi. Uruz bu oglani alarak etegine sardi ve Han'im, bunu bana verin, Oglum Basat ile beraber besleyelim) dedi. Bayindir Han da Senin olsun) dedi. Uruz, Tepegoz'u aldi. Evine goturdu. Bir sut nine getirdiler. Kadin memesini Tepegoz'un agzina verdi. Oglan bir emdi, sut ninenin olanca sutunu aldi. Ikinci emisinde kanini aldi. Ucuncude de canini aldi. Birkac sut nine getirdiler. Hepsini boylece oldurdu. Baktilar ki olmayacak, sutle besleyelim) dediler. Gunde bir kazan sut yetmezdi. Beslendiler, buyudu. Gezmeye, oglan cocuklariyla oynamaya, oynarken de bunlardan birisinin burnunu, oburunun kulagini yemeye basladi. Nihayet herkes onun yuzunden caresiz kaldi. Uruz'a sikayet ettiler, aglastilar. Uruz her ne kadar Tepegoz'u dovdu ise de bu hareketlerini onleyemedi. Nihayet evinden kovdu. Bunun uzerine Tepegoz'un peri olan anasi gelerek oglunun parmagina bir yuzuk takti ve Oglum sana ok batmasin, vucudunu kilic kesmesin) dedi. Tepegoz, Oguz ilinden kacti. Bir yuce da vardi. Orada yol kesti. Adam esir etti. Buyuk eskiya oldu. Uzerine bir kac adam gonderdiler. Onlar Tepegoz'e ok attilar, batmadi. Kilic vurdular, kesmedi. Hepsini yedi bitirdi. Oguz ilinden bile adam yemeye basladi. Oguz'lar toplandilar, uzerine yuruduler. Bunu goren Tepegoz kizdi. Bir agaci yerinden koparip atarak elli altmis kisiyi oldurdu. Nihayet Basat bu Tepegoz'un uzerine gitti. Tepesindeki tek gozune sis saplayarak kor etti. Bundan sonra da kafasini kesti. Butun Beyler sevinc icinde kaldilar. Alpamis (Bamsi Beyrek) Alpamis; Alpamsi, Alpmasa, Bamsi Beyrek ve Boyrek gibi Turk boylari arasinda cesitli soylenislerle gecmekte, uzerine kurulan hikaye de biraz degisik rivayetlerle anlatilmaktadir. Bir anlatisa gore; Alpamis(Bay Boyrek) Oguz'un ogullarindan Ay Han'in ogludur. Ay Han'in oglu olmazdi. Bunun icin de cok uzuntulu idi. Birgun yanina veziri (Balcik Han) geliyor. Ay Han'a seyahat tavsiye ediyor. Ikisi yola cikiyor. Bir yerde Hizir ile karsilasiyorlar. Hizir onlara iki elma vererek kayboluyor. Elmanin birisini Ay Han, digerini de karisi yiyor. Nihayet bir erkek cocuklari oluyor. Adina da Bay Boyrek diyorlar. Bir anlatisa gore de; Bay Börü ile Bay Sari adindaki iki urk Beyinin cocuklari olmustu. Bunlar kirk gun Allah'a yalvariyorlar. Sonunda Bay Boru' nun, Hakem(Alpamis) adinda bir oglu, Bay Sari'nin da (Ay Barcin) adinda kizi oluyor. Ayni yasta olan bu cocuklari kucuk iken nisanladilar, henuz ucer yasinda iken okula verdiler. Alpamis yedi yasina gelince okuldan alindi. Ona beylik usulleri ile, beyler nasil hareket etmelidir, gibi isler ogretildi. Ok talimleri yaptirildi. Nihayet maceralar basladi: Alpamis Kalmuk'larla savasa girdi. Bu sirada (Askara) adindaki dagin tepesini bir ok atarak ucurdu. Ama yolda bir ak otagda guzel bir kizla uyumakta iken Kalmuk'lar bastilar, Alpamis'i esir ettiler. Goturup bir zindana attliar. Obur taraftan Kalmuk Han'in kizi Alpamis'a asik olmustu. Onu kurtarmak yollarini aradi, bulundugu zindana uzun bir ip sarkitarak onu zindandan cikartti. Alpamis'in Çobar yahut Benliboz adinda bir ati vardi. O ati da hazir buldular. Alpamis atina bindi. Tekrar Kalmuk'lara hucum ederek onlari perisan etti. Bundan sonra memleketine donunce sevgilisi Aybarç'in'i kolelerinden birinin almak uzere oldugunu ogrendi. Dugun hazirliklarinin yapildigi sirada ve eglenceler devam ederken, Alpamis bir ozan kiyafetine girerek Aybarçin'in bulundugu cadira yaklasti. Elindeki sazi calarak cadira dogru siirler soylemeye basladi. Bu sirada cadirda Bademca adinda bir kadin vardi. Biraz kekeme idi. O da Alpamis'e siirle cevap verdi. Alpamis tekrar soyledi. Sonunda gelinin bulundugu cadira alindi. Orada eglenceler, oyunlar devam ederken, bir kosede yaslar icinde bulunan gelin Alpamis'i tanidi. Bundan sonra ikisi de birbirine atildi. Herkes sasirdi. Alpamis da sevgilisni alarak babasinin yanina gitti, onu nyerine gecti. Oguz Kaan Oguz dogdugu zaman yuzu mavi, agzi ates gibi kirmizi, gozu ve saci, kaslari siyahti. Annesinin memesinden ilk sutu emdikten sonra bir daha emmedi. Lakirdi etmeye basladi. Yiyecek istedi. Kirk gunde buyudu. Dolasip oynuyordu. Oguz'un ayaklari okuze vucudu kurda, gogsu ayiya benzerdi. Bogurleri killi idi. At surusu guder, beygire binerek avlanirdi. Gunler, geceler gecti. Delikanli oldu. O sirada bu memlekette buyuk bir orman vardi. Icinden dereler, irmaklar akardi. Hayvanlar, kuslar coktu. Bu ormanda (Kiyant) adinda bir buyuk canavar bulunuyordu. Beygirleri parcalayarak yer, insanlari yutardi. Oguz bunu oldurmeye karar verdi. Birgun mizrak, ok, yay, kilic ve kalkan ile beygire atlayarak gitti. Bir geyik yakaladi. Bu geyigi bir av kirbaci ile agaca baglayarak cekildi. Gitti, sabah oldu. Gun dogarken oraya geldi. Lakin canavar onu yemisti. Bunun uzerine bir ayi yakaladi. Altin islemeli kemeriyle bir agaca baglayarak gitti. Sabah oldu. Gun dogarken oraya geldi. Lakin canavar onu da almisti. Bu defa Oguz agacin arkasina saklandi. Canvar tekrar gelince basi ile Oguz'un kalkanina carpti. Oguz mizragi ile canavarin kafasina vurarak oldurdu. Kilicla da kafasini kesti. Gitti. Tekrar geldigi zaman bir akbabanin, onun barsaklarini yemek icin geldigini gordu. Onu da oldurdu. Bir gun Oguz tanriya ibadet ediyordu. Birde bire ortalik karardi: Gokten mavi bir isik dustu. Bu isik gunesten , aydan dah parlakti. Bu isigin ortasinda tek basina bir kiz oturuyordu. Cok guzeldi. Basinda kutup yildizi gibi yanan parlak bir isaret vardi. O kadar guzeldi ki gulunce mavi gok de guluyor, aglayinca mavi gok de agliyordu. Oguz onu gorunce akli basindan gitti. Sevdi, aldi. Gunler, geceler gecti. Bundan uc cocugu oldu. Bunlara; Gün, Ay, Yildiz adlarini verdiler. Oguz yine birgun ava gitmisti. Uzaktan bir golun ortasinda bir agac ve agacin dibinde yalniz bir kiz gordu. O kadar guzeldi ki, gorenler bayilirdi. Oguz onugorunce akli basinda gitti. Sevdi, aldi. Gunler, geceler gecti. Oguz'un bu kadindan da uc oglu oldu. Gök, Dag, Deniz adini verdiler. Oguz bir gun avda iken babasi Kara Han'a oglunun baska bir din tuttugunu haber verdiler. Kara Han beyleri toplandi. Oglunun halini anlatti. Oguz'u yola getirmek icin etrafa haberler saldi. Karisi gizlice Oguz'a haber yollayarak babasinin kararini bildirdi. Oguz da etrafa boylara: (Babam asker toplayarak beni oldurmeye geliyormus. Beni isteyenler bana, babami isteyenler de ona gitsin) yolunda haber gonderdi. Kara Han'in kardeslerinin ogullari, boylari ile beraber Oguz tarafina gectiler. Baba ile evlat askerleri savasia tutustu. Oguz'un tarafi ustun geldi. Bu ustunluk uzerine Oguz butun Tekinleri, boylari davet ederek solen yapti. Solenden sonra tekinlere ve orada bulunanlara emretti, dedi ki Bana uyanlara hediyeler verip dost bilecegim, uymayanlari dusman bilecegim) dedi. Bir kisim halk Oguz'un dinini kabul etmeyerek, yurtlarini birakip doguya, tatarlarin ulkesine gitti. Oguz bunlairn arkasindan giderek Tatar'in yurduna girdi. Tatar'lari yendi, mallarini aldi. O vakitler sag tarafta (Altin Kaan) vardi. Oguz'a hediyeler, altinlar, gumusler, akik ve zumrutler gonderdi. Solda (Urum Kaan) vardi. Bu kaanin cok ordulari ve sehirleri vardi. Urum Kaan Oguz'un emirlerini dinlemedi. O vakit Oguz ordusunu hazirladi. Sancagini cekip atina bindi. Kirk gun sonra (Buz Dag) eteklerine geldi. Bir sabah Oguz'un yurduna gun isigina benzer bir isik girdi: Icinden boz tuylu, boz yeleli erkekr bir kurt gorundu, Oguz'a yol gostermek istedigini soyledi. Ondan sonra kurdun arkasi sira gittiler. Kurt (Idil Moran) kenarinda durdu. Oguz'un askeri de durdu. Orada savasa giristiler. Nehrin suyu kan damari gibi kipkirmizi oldu. Urum Kaan kacti. Memleketi, hazinesi ve halki Oguz'a kaldi. Urum Kaan'in, Uruz Bey adli bir kardesi vardi. Uruz Bey ogluna dag tepesinde (Tarang Moran) arasinda mustahkem bir sehir ismarlamisti. Oguz o sehre dogru yurudu. Uruz Bey oglu, Oguz'a haber gonderdi.: (Bizim saadetimiz senin saadetindir. Tanri bu topragi sana bagislamis, ben sana basimi verir, saadetimi feda ederim) dedi.Bundan sonra adi (Saklap) oldu. Oguz ordusu ile Idil'i gecti. Orada buyuk bir hakan yaiyordu. Oguz onun da ardina dustu. (Idil suyundan akacagim) dedi. Orada (Ulu ordu Usyuteng) isminde bir tekinin yeri vardi. Burasi cok agaclik bir memleket oldugundan, onlardan kesti. Agaclarin uzerine binerek nehri gecti. Oguz gulerek dedi ki Sen de benim gibi bir hakan ol, sana kipçak densin) dedi. Tekrar yoluna devam etti. Bu arada boz tuylu, boz yeleli kurt tekrar gorundu: (Ordu ile yuruyerek Tekin'leri, halki buraya getir. En onde size yol gosterecegim) dedi. Yuruduler, (It Barak) in ordusuyla karsilastilar. (It Barak) savasta olduruldu. Ordusu bozuldu. Yurdu, mali ve halki Oguz'a gecti. Oguz Han bir aygira bindi. Onu pek seviyordu. Fakat at colde gozden kayboldu. Burada yuksek bir dag vardi. Tepesi karli oldugundan (Buz Dagi) derlerdi. Oguz atinin kacmasina cok kederlendi. Orduda kahraman bir Tekin vardi. Bu yuksek daha tirmandi. Dokuz gun sonra Oguz'a atini getirip verdi. Her tarafi karla bembeyaz oldugundan Oguz ona bircok hediyelerle beraber (Karluk) adini verdi , bir cok tekinlerin uzerine han yapti. Tekrar yola duzulduler. Yolda bir buyuk ev gordu. Dami altindan, pencereleri halis gumusten ve demirdendi. Kapinin anahtari yoktu. Orduda (Tumur Dokagal) adinda akilli bir adam vardi. Oguz ona: (Burada kal, ac, sonra orduya gel) dedi ve (Kalaç) adini verdi. Tekrar yola dizildiler. Yine bir gun boz tuylu, boz yeleli kurt birden gorundu. Ordu da ona uydu. Bulunduklari yer ekili bir ova idi. (Çuçit) derlerdi. Burada insan coktu. Bunlarin cok da atlari, inekleri, altinlari, gumusleri, elmaslari vardi. Bunlar Oguz'a karsi ciktilar. Ok ve kilicla siddetli bir cenk oldu. Oguz ustun geldi. Curcit Han'in basini kesti. Burada da cok mallar ele gecti. Fakat Oguz'un ordusunda yuk hayvanlari pek azdi. Orduda(Parmakli çözüm Bilik) adinda akilli bir adam vardi. Hemen bir kagni yapti. Mallariona doldurdu. Hayvanlari da buna kostu. Herkes onu gibi arabalar yaparak esyasini yuklemeye basladi. Oguz Han bunu da gorerek guldu. Ona (Kankli) adin iverdi. Tekrar yuruduler. Boz tuylu, boz yelei kurt onde idi. (Tangut) ve (Sakim) memlektine gittiler. Bircok cenklerden sonra Oguz orayi da aldi. Gayet gizli bir kosede cok zengin ve cok sicak bir memleket vardi. Adina (Baçak) derlerdi. Burada bir cok vahsi hayvanlar, av kuslari yasardi. Ahalisinin yuzu siyahti. Hakani (Mazar) adli biri idi. Oguz onu da yendi, kacirdi, memleketini aldi. Oradan atina binerek yurduna dondu. Oguz Han'in yaninda ak sakalli, pek akilli, ihtiyar bir (Irkil Ata) vardi. Buna (Ulug Turk) de derlerdi. (Irkil Ata) bir gece ruyasinda altin bir yay ve uc gumus ok gordu. Bu altin yay dogudan batiya uzaniyor, bu uc gumus ok da gece tarafina ucuyordu. Uyaninca bunlari Oguz'a bildirdi ve bir nasihat etti. Oguz onu nnasihatini dinledi. Ertesi sabah ogullarini cagirdi. Dedi ki: (Ihtiyarladi. Benim icin artik Hakan'lik kalmadi. Gun, Ay, Yildiz siz gunesin dogdugu tarafa, Gok, Dag, Deniz siz de gece tarafina gidiniz.) Ogullari bu emri yaptilar. Gun, Ay, Yildiz bir cok hayvanlar, kuslar vurduktan sonra bir altin yay buldular, babalarina getirdiler. Oguz yayi uce ayirdi. Parcalarini yine onlara vererek: (Yay sizi nolsun. Yay gibi oku goge firlatiniz. Adiniz (Bozok) olsun) dedi. Kucuk kardesleri de bir cok hayvanlar, kuslar vurduktan sonra, colde bir gumus ok buldular, babalarina getirdiler. Oguz oku uce boldu. Yine onlara vererek: (Ok sizinolsun. Yay oku atar, siz de ok gibisiniz. Adiniz (Ücok)olsun) dedi. Bunun uzerine buyuk kurultay toplandi. Herkesi cagirdi. 900 at, 9000 koyun kestirdi. 90 havuz kimiz hazirlatti. Solen verdi. Kendisi icin direkleri altin kapli, uzerleri zumrut, yakut, firuze, inci ile altin islemeli otagini kurdurdu. Halki yedirip, icirdi. Otagin sagina kirk kulac uzunlugunda bir sirik diktirdi. Tepesine bir altin tavuk , tavugun ayagina beyaz bir koyun baglatti. Sol tarafina da kirk kulac uzunlugunda bir sirik diktirdi. Tepesine bir gumus tavuk, tavugun ayagina bir siyah koyun baglatti. Sag tarafta (Bozok)lar, sol tarafta (Ücok)lat oturuyordu. Boylece kirk gun kirk gece gecerek eglendiler. Bundan sonra Oguz yurdunu evlatlarina verdi. Onlara: (Evlatlarim! Çok yasadim, cok cenk ettim. Çok ok attim, cok aygirlara bindim. Dusmanlari aglattim, dostlari guldurdum. Tanriya her seyi feda ettim. Size de yurdumu veriyorum..) dedi. Alangova(Alan-hoa) Bortecine soyundan Minekli'nin oglu Yildiz Han'in iki cocugu olmus, bunlar kendisinden once olmus. Buyuk oglu(Dubun) adinda bir erkek, ikincisi de (Alangova) adinda bir kiz birakmis. Yildiz Han bunlari evlendirmis, (Bilgutay), (Bekcitay) adinda iki erkek cocuklari olmus. Cok gecmeden Alangova'nin kocasi olmus, dul kalmis, kendisini Han'lar istemis ise de varmamis. Alangova'nin gebe kalisi: Alangova bir gece sarayinda yatarken, seher vakti uyanip bacadan odaya nurlu bir golgenin indigini, bu golgeden beyaz yuzlu, sehla gozlu bir adamin ciktigini gordu. Yaninda yatan kadinlari uyandirmak ici haykirmak istedi, fakat dili tutuldugundan bir turlu sesi cikmadi. Kalkmaya calisti, elinin ayaginin kuvveti kesilmis oldugundan kiprdanamadi. Akli yerinde oldugu icin herseyi goruyor, biliyordu. Adam yavas yavas yataga girdi. Sonra yine bacadan cikti, gitti. Alangova: (Bunu soylesem kimse inanmaz.) diye olani biteni gizli tuttu. Adam bes alti gecede bir gelmeye basladi. Alangova ilk geceden gebe kalmisti. Dort bes ay gecince is anlasildi. Kardesleri gebeliginin nedenini sordular. O da ne olmussa anlatti ve: (Bana es lazim olsa bir kocaya varirim. Her ne kadar kadin isem de, bir coklari beni padisah edinmek icin istemisti. Kendimi bunca ilimi, iki oglumu halk icinde rusva edecek bir hali asla caiz gormem. Birkac gece evimin etrafinda saklanirsaniz tanri beni mahcup birakmaz) dedi. Herkes Alangova'nin sozune inandi. Uc kisi evin etrafinda nobet beklediler. Birkac gun sonra gokten seher vakti nurlu bir seyin indigini, Alangova'nin bacasindan iceri girdigini, bir zaman sonra ciktigini gorduler. Boylece Alangova'nin sozunun dogruluguna inandilar. Illuankas Eti ve Hitit efsanlerinden olan Illuankas M.Ö 1500 yilinda tertiplenmistir: Gunes tanricasi Arinna ile firtina tanrisinin, Mezulla ve Zintuhi adinda torunlari vardir. Guzellik ve hava tanricasi Inuras bunlarin cocuklaridir. Illuankas adindaki buyuk yilan ile firtina tanrisi arasinda Kiskilussa sehrinde korkunc mucadeleler olmus, sonunda firtina tanrisi kaybetmistir. Inuras sevilen, sayilan bir tanrica idi. Gokte alti kir atin cektigi arabasiyla gezerdi. Birgun Inuras; Hatusas sehrine geldi. Oradan Zigoratta sehrine gecti. Orada Hupasiyas(Hupanisa) adinda bir genc gordu, onunla aralarinda dostluk basladi. Inuras Illuankas'i oldurerek firtina tanrisinin intikamini almak istedi. Gence bu arzusunu anlatti, ondan yardim istedi. Genc de Inuras kendisin sevdigi takdirde ona yardim edecegini soyledi. Nihayet iki taraf karsilikli teklifleri kabul ettiler. Hupasiyas'in tertibi ile tanri Inuras(Inar) bir ziyafet hazirladi. Illuankas'i bu ziyafete cagirdilar. Buna sevinen Illuankas cocuklarini da alarak ziyafete geldi. Illuankas ile cocuklari o kadar yediler ki dondukleri zaman cok sistikleri icin yuvalarinin bulundugu delikten sigmadilar. Yari icerde yari disarda kaldilar. Bunu goren Hupasiyas. Illuankas ile cocuklarini kuyruklarindan birbirine bagladi. Oraya Inuras ta gelmisti. Illuankas kurtarilmasi icin ona cok yalvardi. Inuras aldirmadi. Gok tanrisi Yantanus'u da oraya cagirdi. Yantanus ta geldi, elindeki kargi ile yilanlari oldurdu. Inuras ta buyukbabasinin intikamini almis oldu. Telepinu Telepinu, buyuk firtina tanrisinin ogludur. Bolluk ve bitki tanrisidir. Telepinu kayboldugu zaman ocakta atesler sondu. Tapinaklarda tanrilar bunaldi. Agillarda koyunlar boguldu, Ahirlarda sigirlar oldu. Koyun kuzusunu, inek danasini birakti. Telepinu kayboldugu zaman, tarladan ekinleri beraber goturdu. Artik arpa, bugday bitmez oldu. Koyunlar, sigirlar ve insanlar ciftlesmez, gebeler dogrumaz oldular. Agaclar kurudu, filizler curudu, kaynaklar kesildi. Ulkeyi kitlik burudu. Insanlar, tanrilar acliktan kivrandilar. Buyuk gunes tanrisi bir ziyafet hazirladi. Bin tanriyi cagirdi. Yedilerse de doymadilar, ictilerse de kanmadilar. Bunun uzerine firtina tanrisi oglu Telepinu'yu arastirdi. Telepinu ise kizarak kacmis, butun iyi seyleri beraberinde goturmustu. Buyuk tanrilar, kucuk tanrilar Telepinu'yu aramaya ciktilar. Gunes tanri kartali oncu gonderdi ve (Git yuksek daglari, dereleri, yamaclari arastir)dedi. Kartal gitti. Telepinu'yu bulamadi. geri dondu. Gunes tanriya: (Kudretli tanri! Telepinu'yu bulamadim) dedi. Firtina tanrisi, bas tanricaya: (Ne yapalim? Acliktan olecegiz) dedi. Gunes tanricasi, firtina tanrisina: (Ne istersen yap, Telepinu'yu aramaya kendin git) dedi. Firtina tanrisi Telepinu'yu aramaya gitti. Onun sehrindeki evinin kapisini caldi. Fakat o evde degildi. Kapi acilmadi. Kendi evine donerek tahtina oturdu. Tanrica kartali bir daha gonderdi. Ona: (Git Telepinu'yu ara!) dedi. Firtina tanrisi, tanricaya: (Buyuk tanrilar, kucuk tanrilar onu aradilar, fakat bulamadilar. Bu kartal mi onu bulacak? Bunu gozu keskinse onlarin gozleri de keskindir) dedi. Tanrica yine kartali gonderdi: (Git yuce daglari ara, tara!)dedi. Kartal uctu, yuce daglari arastirdi, bulamadi. Su haberi getirdi: (Ben onu bulamiyorum). Tanrica bu defa Ari'yi gonderdi: (Git Telepinu'yu sen ara! Bulursan onun ellerini, ayaklarini sok! Onu al getir. Mum al, onu yika, temizle ve bana getir) dedi. Firtina tanrisi tanricaya dedi ki: ( Buyuk tanrilar, kucuk tanrilar onu aradilar, fakat bulamadilar. Bu ari mi onu bulacak?) Tanrica firtina tanrisina dedi ki: (Sen ariyi birak. O gidip onu bulacak). Ari oradan uctu. Aramaya basladi. Her tarafi dolasti. Irmaklari, kaynaklari arastirdi. Sonunda Telepinu'yu uyurken buldu. Telepinu acele evine geldi. O zaman ocaklara ates geldi, agillara koyun, ahirlara sigir doldu. Ana cocugunu, koyun kuzusunu ve inek danasini dogurdu. Hakan Su Zulkarneyn Semerkant'i gecip de Turk ulkesine yoneldigi siralarda, Saka Turkleri'nin Su adindaki Buyuk hakanina yaklasiyordu. Balasagun yakinindaki Su kalesini bu yaptirmisti. Hergun Balasagun'daki sarayinin onunde ucyuzaltmis nobet davulu vurulurdu. Hakan Su'ya Zulkarneyn'in yaklastigi haberi verilmis ve: (Emriniz nedir, savas mi edelim, ne buyurursunuz?) denilmisti. Halbuki Hakan Hocant irmaginin kenarina karakol kurmak, Zulkarneyn'in gececegini haber vermek icin kirk Tarhan'i gozcu gondermisti. Bunlar kimseye gorunmeden gitmisti. Su endise etmiyordu. Onun gumusten bir havuzu vardi. Sefere cikildiginda birlikte tasinir, icine su doldurulurdu. Sonra kazlar, ordekler yuzdurulurdu. Kendisine: (Ne buyurursunuz, savasa girelim mi? )denildigi zaman cevap olarak: (Su kazlara, ordeklere bakiniz, nasil suya daliyorlar) dermis. Bunun uzerine orada bulunanlar Su'nun savas icin hazir olmadigi zannina dusmusler. Zulkarneyn Hocant suyunu gecince, oradaki gozculer hemen Su'ya haber ulastirdilar. Hakan Su hemen davullari caldirarak doguya dogru yurudu. Halk gitmek icin hazirlik gormeden hakanlarinin boyle savusup gitmesinden umitsizlige dustu. Bir urkuntu, bir karisiklik oldu. Binek bulabilenler hayvanlarin sirtina atlayarak Hakanin arkasindan kostular. Sabah olunca ordu yeri duz bir ova halini aldi. O siralarda Taraz, Ispicap, Balasagun ve bunun gibi yerler yapilmamisti. Ora halki gocebeydi. Hakan ordusuyla gittikten sonra, oradaki halk coluk cocuklariyla yirmi iki kisi kalmis, geceleyin hayvanlarini bulamamisti. Bu yirmi iki kisi yaya olarak cekip gitmek, yahut orada kalmak uzere konusurlarken iki kisi cika geldi. Bunlar agirliklarini sirtlarina yuklemisler, yanlarina coluk cocuklarini almislardi. Ordunun izine duserek gidiyorlardi. Yorulmuslar, terlemislerdi. Bu yirmi iki kisi, yeni gelen iki kisi ile konustular, ikiler dediler ki: (Zulkarneyn denilen adam bir yolcusur, bir yerde durmaz. Buradan da gecer gider. Biz de kendi yerlerimizde kaliriz.) Yirmiikiler onlara: (Kal ac) dediler. Zulkarneyn gelip bunlari sacli, uzerlerinde Turk belgeleri bulundugunu gorunce, onlara: (Türk Manend) demis (Türk'e benzer). Hakan Su, Cin'e kadar gitmis. Zulkarneyn arkasina dusmus. Su Zulkarneyn'e bir boluk asker Zulkarneyn de ona bir boluk asker gondererek (Altun Kan) denilen bir dagda carpismislar. Ama Zulkarneyn Hakan ile barismis, Ugur sehirleirni yapmislar. Bir sure orada oturduktan sonra Zulkarneyn cekilip gitmis, Hakan Su da Balasagun'a kadar ilerlemis. Kendi adini vererek Su sehrini yaptirmis. Oraya bir tilsim koymus. Bugun oraya kadar leylekler gelir, oradan ileri gecemezler. Tilsim bu gune dek bozulmamistir. (Divan-i Lugat it Turk/ Tercume cilt: III) 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
whitepower Yanıtlama zamanı: Kasım 21, 2006 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 21, 2006 Türk Mitolojisi “Kafesinden kaçmış birer kartal gibi, hiç yorulmamış ve aç kurtlar gibi ve amansız bir Sayan dağı fırtınası gibi geldiler üstümüze prensim. Ve son askerinizde orda can verdiğinde ve son bayrakta düştügünde toprağa, onlar hiç arkalarına bakmadan ve sanki hiç savaşmamış gibi sürdüler atlarını içimize. Prensim soruyorsunuz “nasıl durdurabiliriz diye? Onlar... Efendim... Durdurulamazlar.” Ho-Tsun Prensine Hitaben yazdığı mektupta.. O zamanlar Altay dağlarının soğuk ve sert havası doldururdu, eteklerine kurulmuş obalarda yaşayanların ciğerlerini. İnsan böyle bir havada gevşek olamaz, demir gibi olur insan, sert ve savaşçı. Ve kadınlar ve erkekler ve çocuklar yol alırken her mevsim değişiminde, uyuşuk ve titrek atamazlar adımlarını toprağa. Kimi zaman fırtına kimi zaman insanoğlu düşman olur bu kavme ve bu kavim uyuşmadan, tembelleşmeden, hımbıllaşmadan yürür ve onur kuralları sarar her taraflarını “hiç kimse düşmez yavaşlatmamak için yürüyüşü”, “hiç kimse muhtaç bırakmaz kendini bir diğerine” ve “eğer düşerse biri ve eğer güçsüz kalırsa arkada ve yavaşlarsa adımları bir karındaşının, diğeri çıkar yanına güçsüze omuz vermek için, hiçbir karındaşı arkada bırakmamak için.” Toprak ödünsüzdür, pek gönlü yoktur mahsul vermeye. Hayvanlarsa ürkek ve hızlıdırlar, karınlarını doyurmak için sabırsızdırlar. Yemek aslanın ağzındaysa almak lazım gelir, en büyük düşmanın elindeyse toprak yenmek lazım gelir ve eğer hayvanlar öleceklerse ve eğer oba fakirleşecekse ve eğer doyuramayacaklarsa çocuklarını ve karılarının figanları dolduracaksa semayı o zaman ön sıralara gitmek lazım gelir, omuz omuza kılıç kuşanmak lazım gelir, at üstünde ok tutmak, kahraman olmak lazım gelir. Bu yüzden isim almak için kahramanlık yapmak lazımdır. Bu yüzden küçükken ata binmek, kılıç kuşanmak, at üstünde ok tutmak lazımdır. Bu yüzden ödünsüz ve serttirler, bu yüzden güçlü ve boyun eğmezdirler, bu yüzden anlamazlar onlar bozkırın etrafına bir çit çekerek benimdir denmesini, bu yüzden sığamaz onların yürekleri taştan binaların içine, özgürdürler kartal gibi ve beraber yaşarlar kurtlar gibi ve asla boyun eğmezler aslan gibi. Bu yüzden onlar efsane olmuşlardır büyük okyanustan, atlas okyanusuna kadar, Hindistan’dan, Rusya’ya ve eski Çin’den görkemli Roma’ya kadar. Ve bu yüzden adları geçer 3000 yıllık Çin tabletlerinde “kudretli” diye, bu yüzden “tanrının kırbacı”dır Atilla ve bu yüzden ağlardı Bizanslılar “Türkler geliyor” diye. Onlar Tengri dağlarının havasını solurlar, onlar uçsuz bucaksız bozkırların özgür kucağında yaşarlar, onlar savaşırken esir edilemeyenler, kanlarından ırmaklar kızıla boyandığında bile pes demeyenler, onlar “ikisi yanyana gelirse devlet kurarlar” ve onlar tanrılarının –iyi olsun kötü olsun- asla onursuzluğa asla şerefsizliğe asla korkaklığa müsamaha göstermediği. Onlar.. Türkler.. YARATILIŞ 1. Efsane (Altay Efsanesi) Herşeyden önce ve henüz hiçbir şey yokken, Kara Han ve su vardı. Kara Han yaratmak istedi ve yarattığı bir şey olsun istedi ve insanı yarattı yalnız kendinden ve sudan oluşanın ortasına. İnsan uçmaya başladı suların üstünde, Kara Han yaşasın istedi insan ve yaşaması için suların içinde olan yıldızı çıkardı, buyurdu insana “sen bundan bir avuç toprak al ve bunu serp suyun üstüne” ancak hileciydi insan, haindi bir avuç toprak aldı yıldızdan, bir avuçta kendi için ayırdı ve ağzına sakladı. “Serp” dedi Kara Han ve serpince insan toprağı suyun üstüne bir ada oluşmaya başladı ancak insanın hainligi ve hileciliği yoksundu bilgelikten, ağzına sakladığı toprakta büyümeye başladı, dayanamadı insan, Kara Han anladı hileyi ve yarattığının çektiği acıyı “Tükür” dedi ve suya tükürdü insan, dağlar meydana geldi bundan. Kara Han adaya bir çam dikti ve 9 dalı vardı bu çamın. Bundan sonra bıraktı insani dilediğince yaşasın diye ve gözlerini çevirdi gökyüzüne 17 kat gökyüzü yarattı ve en üstüne kendi oturdu 16.kata bir oğlu Ülgen Han’ı oturttu. Sonra Yer altında yarattı bir alem ve oranında başına öbür oğlunu Erlik Han’ı oturttu. 2. Efsane (Altay Efsanesi) Herşeyden önce yer yokken, gök yokken, ay ve güneş yokken, yalnız su vardı ve sudan başka Tanrı ile bir kişi vardı. Kara Kaz kılığında uçuyorlardı suyun üstünde. Kişi rüzgar çıkarıp suyu dalgalandırdı ve su serpti Tanrının yüzüne ve bu kişi büyüklük sevdasına düştü daldı suyun içine, boğulacak gibi olunca “Tanrı yardım et bana” diye yalvarmaya başladı ve Tanrı “Yukarı Çık” dedi. O kişi Tanrının emriyle çıktı suyun içinden ve Tanrı şöyle buyurdu “Sağlam bir taş olsun!” Buyruğuyla suyun dibinden bir taş çıktı ve Tanrı ile kişi bu taşın üstünde oturdular. Tanrı kişiye buyurdu “Suya dal” dedi ona “Suyun içinden toprak çıkar”. Kişi daldı suyun içine ve düşündü “kendim içinde toprak alayım biraz” iki eline aldı topraktan ve birini ağzına sakladı. Yer yaratmak istiyordu Tanrıdan gizli. Ve toprak suya serpilince büyümeye başladı, bu kişinin ağzındaki toprakta büyüyordu boğulacak gibi oldu, kaçmaya çalıştı ancak ne tarafa baksa Tanrıyı görüyordu sonunda dayanamadı haykırdı “Tanrı gerçek Tanrı bana yardım et!”. Tanrı “Ne yaptın?” dedi “Benden gizlemeyemi çalıştın toprağı? Ne için gizledin benden?” cevap verdi o kişi “Yer yaratayım diye bu toprağı gizlemiştim ağzımda.” Hiddetlendi Tanrı, “At” dedi “o toprağı dışarı at!”. Kişi atınca toprağı bu topraktan küçük tepeler meydana geldi. Tanrı döndü ve buyurdu “ Sen günahlı oldun, bana karşı fenalık düşündün, sana itaat eden halkın düşündükleri dahi fena olacaktır.” Ve buyurdu Tanrı “Bana itaat eden halkın düşünceleri arı, temiz olacak onlar güneş görecek, aydınlık görecek, Ben gerçek Kurbustan adını almışımdır senin adın ise Erlik olsun. Günahlarını benden gizleyenler senin, günahlarını senden gizleyen senin halkın olsun.” Dalsız budaksız bir ağaç bitmişti toprağın üstünde ve Tanrı bu dalsız budaksız ağaca 9 dal döktü. Onu güzelleştirdi ve tam bu sırada Erlik bir gürültü duydu. Merak etti sordu “bu gürültüde nedir?” ve cevap verdi Tanrı “Sende hakansın ve bende bir hakanım, bu duyduğun gürültüyü yapan benim ulusumdur.”. Erlik Han kıskandı “bana ver” dedi “bu kavim benim olsun.”. Ancak Tanrı müsamaha göstermedi, bunun üzerine Erlik Han bu kavme bakmak istedi ve kalabalığa doğru yürüdü. Yabani hayvanların, kuşların, insanların ve daha nice canlıların yanyana olduğu bir yere geldi ve “Tanrı nasıl yaratmış bunları ?” diye düşündü, burada bulunan insanlar bir ağacın meyvesi ile besleniyordu, ağacın bir tarafındaki meyveleri yiyorlar diğer tarafındaki meyvelerden almıyorlardı. Erlik Han sordu “Neden yemezsiniz diğer taraftaki meyveleri?” ve cevap verdi insanlar ona “Tanrı bize bu 4 dalın meyvesini yemeği yasak etti, güneşin doğduğu yanda bulunan 5 dalın meyvesini yememizi buyurdu. Yılan ile Köpeğe bu 4 dalın meyvesinden yemek isteyenleri bırakmayın diye emretti. Bundan sonra Tanrı göğe çıktı ve bundan sonra bu 5 dalın meyvesi bizim aşımız oldu.” Erlik Han bunları duyduktan sonra Törüngey adlı bir insanı buldu ve ona “Yalan söylemiş size Tanrı, kandırmış sizleri, bu 4 dalın meyvesinden yiyiniz!” dedi. Yılan uyuyordu ve Erlik Han yılanın ağzına girdi, “bu ağaca çık” buyurdu yılana, yılan ağaca çıktı ve yasak meyveden yedi. Törüngey ile karısı Eje beraber geziyorlardı. Erlik onlara tekrar “bu meyveden yiyin” buyurdu. Törüngey istemedi ancak karısı Eje bu tatlı meyveden yedi. Sonra kocasına uzattı “ye” dedi ona ve Törüngey yedi, Törüngeyin yemesiyle ikisininde tüyleri dökülüverdi, utandılar, ağaçların altına saklandılar. Sonra Tanrı geldi. Bütün ulus Tanrıdan gizlenmişti. Tanrı haykırdı “Törüngey! Törüngey! Eje! Eje! neredesiniz?” onlar cevap verdiler Tanrıya “ağaç altındayız ve sana gelemeyiz çünkü biz senin yasakladığından yedik.” Yılan, köpek, Törüngey ve Eje hep suçlarına birbirlerine attılar, sonunda Tanrı “şimdi” dedi yılana “sen Körmös (şeytandan olan) oldun, kişiler sana hep vursun.” Bundan sonra Eje’ye döndü “Yasak meyveden yedin, bundan sonra sen çocuk doğuracaksın, gebe olucaksın ve hep doğum sancıları çekeceksin.” Ve sonra Törüngeye döndü “Körmösün aşından yedin, beni dinlemedin, yalan söze kandın, onun sözünden kananlar onun ülkesinde yaşasınlar benim nurumdan mahrum kalsınlar, karanlık dünyada bulunsunlar. Körmös sana düşmandır, sende ona düşman ol. Şimdi senin 9 oğul 9 kızın olsun bundan sonra ben kişi yaratmayacağım, kişiler sizden olsun.” Tanrı Erlik Hana döndü, “Ne için aldın ulusumdan olanları” dedi. Erlik Han, “Ben istedim sen vermedin bende hırsızca almaya karar verdim. Ben alacağım, Atla kaçarsa düşürerek alacağım, Kımız içip sarhoş olursa döğüştüreceğim, Ağaca çıksa gene alacağım.”. Ve Tanrı hiddetlendi, “3 Kat yerin altında, ay ve güneş olmayan bir karanlık vardır. Ben Seni oraya atıyorum.”. Ve sonra insanlara döndü, “Bundan sonra size yemek vermeyeceğim” dedi “Kendinizi kendi gücünüzle besleyin. Sizinle konuşmayacağım ama sizlere Maytere’yi göndereceğim.” Maytere geldi. İnsanlara araba yapmasını, aş yapmasını, ot köklerini öğretti. Erlik Han Maytere’ye yalvardı. “Ey Maytere” dedi “Sen benim için Tanrıya başvur, İzin versin ben Tanrının yanına çıkayım.” Bunun üzerine Maytere Erlik’in kabulu için Tanrıya 60 yıl yalvardı. Sonunda Tanrı Erlik Hanı kabul etti ve Erlik Han Tanrıya yalvardı “Beni yanına al” dedi ve bunun üstüne Tanrı “Eğer bana karşı kötülük yapmazsan, kavmime haset ekmezsen var git istediğin yere.” Bunun üzerine Erlik Han Göklere kendi yerini kurdu. Ve orda kavmini büyüttü. Tanrının has kişisi Mangdaşire düşündü “Erlik Hanın kavmi hep göklerdedir ve çoktur, halbuki bizim kavmimiz yerdedir. Bu Kötü bir şey.” Ve sonra Tanrıya darılıp Erlik Han’a savaş açtı. Ancak Erlik Han’ın gücü çoktu ve Mangdaşire’yi yendi. Bunun üzerine Mangdaşire Tanrıya gitti. “ Tanrım” dedi “Erlik Hanın avanesi çoktur ve göklerdedir, bu fena bir şey ben onları yere indirmek için savaştım ancak Erlik Hanın gücü çoktur ben onu yenemedim.” Tanrı “benden başka kimsenin gücü ona yetmez” buyurdu. “Fakat bir zaman gelecek senin gücün ondan çok olacak ben o zaman sana var git diyeceğim yeneceksin Erlik Hanı”. Bir gün Tanrı Mangdaşireyi yanına çağırdı ve “Var git Erlik Hanı Yen” dedi. Mangdeşire bunun üzerine “Ama benim yayım yok, okum yok, benim kargım yok kılıcım yok. Ancak Kolum gücüm var ben nasıl Erlik Han’a varayım?” dedi. Tanrı ona kargı verdi ve “benim takdisim sana yetsin” buyurdu. Bunun üzerine Mangdaşire Kargısını alıp Erlik Han’a vardı ve savaştı, o zamana kadar dağlar yok idi, dağlar oldu, güzel Tanrının yarattığı yerler alçaklı yüksekli oldu ve Mangdaşire güçlü çıktı, Erlik Han ve Avanesini yere döktü. Erlik Han tekrar Tanrıya döndü “sen beni yerimden ettin, benim barınacak yerim yok” dedi. Tanrıda ona “Senin yerin yerin altındaki karanlıktır, orada güneş yoktur ay yoktur ancak bitmeyen alevler vardır” dedi. Erlik Han “ben ölmüşlerin canını alacağım buyurdu.” Tanrı müsaade etmedi, “var git kendin yarat” dedi. Bunun üzerine Erlik Han bir eline çekiç, körük, örs aldı. Çekici örse bir vurdu, kurbağa çıktı, bir vurdu yılan çıktı, bir vurdu domuz çıktı bir vurdu albıs çıktı bir daha vurdu deve çıktı. En sonunda Tanrı geldi ve Erlik Hanın çekicini örsünü ve körüğünü aleve attı. Bundanda bir kadın ile bir erkek çıktı. Tanrı Erkeğin suratına tükürdü ve o yalban oldu, Kadının suratına tükürdü ve oda eti yenmez, tüyü yelek olmaz Kurday kuşu oldu. Bütün Bunlardan sonra Tanrı halka baktı ve “Ben size mal verdim, aş verdim, yerin üzerinde iyi ve güzel sular verdim. Size yardım ettim, Sizde iyilik yapın, ben göklere döneceğim ve çok zaman gelmeyeceğim.” Dedi. Sonra “Şal-Yime sen kımız içip aklını kaybedenleri, körpe çocukları, kısrak yavrularını ve buzağılarını koru. İyi sakla,iyilik yapan ölülerin canlarını yanına al, kendi kendini öldürenleri alma, zenginin malına göz dikeni, hırsızları, kıskananları alma, benim için ve hakanı için dövüşenleri yanına al, Kahramanları yanına al, korkakları alma, sözüne sadıkları yanına al yalancıları alma, insanlar körmöslerden korunun, onların aşından yemeyin, onlarla savaşın onlarla mücadele edin, beni unutmayın ben simdi gideceğim ama sonra geleceğim, geldiğim zaman sizin iyilik ve kötülüklerinizin hesabını göreceğim şimdilik benim yerimde Yapkara, Mangdaşire ve Şal-yime kalıyorlar” buyurdu. Bunları söyledikten sonra Tanrı uzaklaştı. Mangdaşire insanlara icatlar öğretti, avlanmayı ve eşya yapmayı belletti. Silah yapmasını ve kendini korumasını öğretti. Sonra onu rüzgar aldı ve gitti. Yapkara bunun üzerine “ben Tanrının elçisiyim” dedi, “Mangdaşire gitti. O Tanrının yanında. Ben Tanrının istediği yerde duracağım, siz öğrendiklerinizi unutmayınız, Tanrının yargısı budur.”. Sonra insanları kendi hallerine bırakıp oda gitti. (Gürman Timurhan'dan Alıntıdır) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Dolunay Yanıtlama zamanı: Kasım 21, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 21, 2006 whitepower paylaşımına teşekkürler ama itiraf ediyorum hepsini okumadım:confused: Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birikinti Yanıtlama zamanı: Kasım 21, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 21, 2006 Paylaşımlar için teşekkürler..... ------------------------------ Gök Börü Destanı:1 Tuku ular eski Hsiungnuların neslinde bir koldur.Onlar Aşina ailesinin soyundandırlar.Fakat ayrı oymaklar halinde bulunuyorlardı.Daha sonra Lin memleketi tarafından mağlup edilerek soyları tamamen yok edildi.Yalnız on yaşında bir çocuk sağ kalmıştı.(Lin memleketinin)askerleri onun küçük olduğunu görerek acıdılar ve onu öldürmediler.Çocuğun ayaklarını kestiler ve bir bataklıkta otlar arasına attılar. Dişi bir Börü (kurt) peyda oldu ve onu et ile besledi.Bu çocuk büyüyünce Börü ile evlendi ve böylece Börü gebe kaldı.(Lin memleketinin Tigini) çocuğun yaşadığını duyunca onu öldürmek için askerler gönderdi.Gelen askerler,Börü'yü çocuğun yanında gördüler.Börü'yü öldürmek istediler,fakat Börü kaçarak KAO-Ch ang (Uygurların) memleketinin kuzeyindeki dağa gitti.Bu dağ ot ve nebatlarla kaplı idi.Onun çevresi bir kaç yüz Li kadar bir genişlikte idi.Dört yönü dik dağlarla çevrili idi.Börü bu mağaranın içine kaçtı. Ve orada on tane çocuk doğurdu,on çocuk büyüyünce dışardan kızlar alarak evlendiler.Karıları gebe kaldı,bunların doğurduğu çocukların her birinden bir soy türedi.Ashih-na (Aşina) soyu da bunlardan biri idi. Onların oğulları ve torunları çoğaldılar,ve yavaş yavaş yüz aile oldular.Bir kaç nesil geçtikten sonra hep birlikte mağaradan çıktılar.Altay (Kinşan) ın ve Avarlar (Ju-Ju, Juanlar) ın demir işçisi oldular. Altay'ın tepelerinden biri Miğfere benziyordu.Onların dilinde Miğfere derlerdi (Türkçe Tukyu=TÜRK) bu sebeple onlar da böyle isimlendirildiler. Börü Destanı: 2 (Sui sülalesi 589-618) tarihindeki tesbit edilmiş şekli) Tukyular (Çince: Tu-chüeh) Ling-liang'ın muhtelif Hunlarından idiler.Onların soyu aşina ailesi idi. O zamanki Wei sülalesi imparatorlarından Tai vu (424-425) Tis-ku (Chü-ch) ailesini imha etti.Asena 500 çadırlık aile ile Avarların yanına kaçtılar.Altayda (Kin Şan) oturarak demir işlediler.Altay'ın tepelerinden biri miğfere benziyordu,onların dilnde miğfere (Tu-chu-eh) derlerdi.Bu sebeple Tukyu (Türk-Tukue) ismini aldılar. Bazıları derler ki (yahut başka rivayete göre) Tukyu (Türk)lerin ataları SIHAI'nin yukarı (Batı Denizi) sahillerinde yurt tutmuşlardı.Lin memleketi tarafından onların bütün kadı ve erkekleri,çocuklarıyla birlikte büyük ve küçük ayırmaksızın imha edildi.Yalnız bir çocuğu acıyarak,onu öldürmediler.Kol ve bacaklarını keserek,büyük bataklığın ortasında,otlar arasına attılar.Dişi bir Börü (Kurt) peyda oldu ve ona her gün et ve yiyecek getirdi.Çocukta bunları yedi ve ölmedi.Çocuk Börü ile birleşti ve (Börü) gebe kaldı Lin devlet adamlarına bu çocuğu ve Börü'yü öldürmek için buyruk verdi.Börü'nün yanına gelip onu öldürmek istediler.Fakat onun ilahlarla irtibatı olduğundan,bundan haberdar olarak hemen kaçtı ve denizin doğusunda ki bir dağın üzerine gitti. Bu dağ Kao-ch-ang (Uygur memleketi) ın kuzey batısında bulunuyordu.Onun altında derin bir mağara vardı.Börü çocukla birlikte bu mağaranın içine girdi.Mağaranın ortasında büyük bir ova bulunuyordu.Ot ve nebatlarla kaplı büyük bir ova bulunuyordu..Bu arazinin çevresi 200 liden fazla idi.Börü orada on erkek çocuk doğurdu.Bu çocuklardan biri Asena adını aldı,(bunun soyu) otağlarının önünde ucunda Börü başı bulunan bir tuğ dikmişti. Asena şad adlı birisi oymakları emrine alarak mağaradan çıktı.Avarların (JU-ju) buyruğuna girdiler.Büyük yabguya gelinciye kadar,onlardan bir çok nesil türedi ve yavaş yavaş çoğaldılar.Wei sülalesinin sonunda İ-li Kağan meydan çıktı. Asena Destanı: 3 Bir başka rivayete göre Tukyu (Türk) lerin ataları,Hunların kuzeyinde SU (SU) ülkesinden çıkmışlardır.Onların uruglarının başbuğuna A-Panga-Pu denirdi.Onun on yedi tane büyük ve küçük kardeşi vardı.Bu büyük kardeşlerinden birinin adı ''chiNi-ssu-tu'' idi,Börüden doümuş idi (kurttan). A-Panga-Pu ve kardeşlerinin yaşamları (ahlakları davranışları) biraz budalaca idi.Bu sebeple devletleri kısa ömürlü oldu ve dağıldı.Doğa üstü özelliklere sahip olan ''I-chin-Nissu-tu'' rüzgarın esmesi,yağmurun yağması için emirler verebiliyordu.Onun iki karısı vardı,bunlar yaz ve kış tanrılarının kızları idi (denirdi). Bu iki kadından birisi dört çocuk doğurdu.Çocuklardan birisi beyaz leyleğe döndü (oldu),ikincisi A-fu ili Kem nehirler arasında idi (buyruk oldu), adı ''Chi-ku'' oldu.Üçüncüsü ise ''Chienssu'' ile Chu-chin ve Shin dağına yerleşti.Bu sonuncusu dört çocuğun en büyüğü idi.BU dağ üzerinde A-Pang-pu ile aynı soydan olan bir oymak daha vardı.Soğuktan çok sıkıntı çekiyorlardı, (bu sebeple) büyük kardeş ateşi buldu,onları ısıttı,besledi.Bu suretle hayatlarını devam ettirebildiler.Bunun üzerine boy halkı,büyük kardeşi başbuğ olarak seçtiler ve Türk (Tuchüeh) adı ile adlandırıldılar.Bu başbuğun on tane karısı vardı,bunlardan olan erkek çocukların hepsi boy adlarını analarının soylarından alıyorlardı. Asena (A-shih-na.dişi kurt) boyu ''Na-tu-liu''nun küçük karısının soyundan geliyordu. Na-tu-liu öldü.On anadan olan erkek çocuklar kendi aralarında bir kişiyi başbuğ yapmak istediler.Hepsi birlikte büyük bir ağacın altına gelerek aralarında şu şekilde anlaştılar. ''Ağaca doğru yükseğe en çok kim sıçrarsa,o başbuğluğu ele geçirecekti''.Asena'nın oğlu en genç olmasına rağmen en yükseğe atlayabildi,hepsi birlikte onu başbuğ olarak seçtiler (kabul ettiler) başbuğ A-Hsien Şad ünvanını aldı. Rivayetlerin farklı olmasına rağmen, bunun da (A-Hsien Şad) BÖRÜ soyundan geldiğine ittifak vardır,ondan sonra gelen başbuğa TUMEN denir. Bahadddin ÖĞEL Türk Mtolojisi 1 Orta Asya Türk santını mitolojik yönden inceleyen Jean Paul Rouks şöyle der. ''Fakat şunu eklemeliyim ki bu destanlarda hayvan (Börü) ancak bir surettir ve altında başka gerçekler gizlenmektedir.Destanın değişik şekillerinde şu unsurlar (varlık),Işık (Nur) doğa üstü özelliğe sahip Gök Börü ve başka varlıklar, diğer tarafta yer ve yere bağlı durumlar vardır'': Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birikinti Yanıtlama zamanı: Kasım 21, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 21, 2006 Oğuz Kağan Destanı (Uygurca Oğuz Kağan destanının bugünkü Türkçeye tercümesi) Olsun dediler. Onun resmi işte budur Ondan sonrada yine,sevinç,neşe buldular Yine günlerden bir gün Aydın oldu gözleri, renklendi ışık doldu, Ay Kağan'ın o günde, bir erkek oğlu oldu Gömgök, gök mavisydi, bu oğlanın yüz rengi, Kıpkızıl ağzıyla, ateş gibiydi benzi Al al idi gözleri,saçlarıda kapkara, Perilerden de güzel kaşları var ne kara! Geldi ana göysüne, aldı emdi sütünü Pişmemiş etler ister,aş yemek ister oldu. Etrafdan şarap ister,eğlenmek ister oldu! Ansızın dile geldi,söyler konuşur oldu. Kırk gün geçtikten sonra, yürür oynaşır oldu. Öküz ayağı gibi,idi sanki ayağı, Kurdun bileği gibi idi sanki bileği Benzer idi omuzu sanki samurunkine Göğsü de yakın id koca ayınınkine Bir insan idi fakat tüylerle dolu idi Vücudunun her yanı kıllarla dolu idi Güder at sürüleri tutar atlara biner Daha bu yaşta iken çıkar avlara gider! Geceler günler geçti, nice seneler doldu Oğuzda büyüyerek yahşi bir yiğit oldu. Bu çağda bu yerde, Bir büyük orman vardı.Oğuz yurdundan içre Ne nehir, ne ırmaklar, akardı bu orman içre. Ne çok av hayvanları, ormanda yaşar idi Ne çok av kuşları da üstünde uçar idi. Ormanda yaşar idi, çok büyük bir gergedan Yer idi, yaşatmazdı, ne hayvan nede insan Basarak sürüleri yer idi hep atları, Zahmet verir insana alırdı hayatları Vermedi hiç bir defa insan oğluna aman, Öyle bir canavar ki, işte böyle çok yaman. Oğuz Kağan derlerdi ALP bir kişi vardı. Avlarım gergedanı, diye o yere vardı. Kargı, kılıç aldı kalkan ile ok ile Dedi gergedan kendisini yok bile! Ormanda avlanarak, bir geyiği avladı Söğüt dalıyla onu bir ağaca bağladı. Döndü gitti evine, sabah olmadan önce, Tanın ağarmasıyla geyiğine dönünce, Anladı ki gergedan geyiği çoktan yuttu Geyiğn yerine yeni bir ayı tuttu, Çıkararak belinden hanlık altın kuşağı Ayıyı astı yine o ağaçtan aşağı, Yine sabah olmuştu, ağarmıştı artık tan, Geldi baktı ki ayısını almış gergedan. Artık bu durum onu can evinden vurmuştu Ağaca kendi gidip, tam altında durmuştu. Gergedan geldiğinde Oğuz'u görüp durdu Oğuz'un kalkanına gerilip bir baş vurdu! Kargıyla gergedanın başına vurdu Oğuz Öldürüp gergedanı kurtardı yurdu Oğuz Keserek kılıcı ile hemen başını aldı Döndü, gitti evine iline haber saldı. Yine bir günde gitti, gördü orada bir sungur Konmuştu gergedanın barsağını yer durur, Yayıyla bir ok attı,ok sunguru öldürdü, Kesti başını sonra, kendi kendine dedi, Gergedan hem geyiği hem de ayıyı yedi, Öldürdü kargım onu çünkü bu bir demirdi, Koskoca gergedanı bir küçük sungur yedi, Ok yay öldürdü onu, çünkü bu bir bakırdı, Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan Tanrı'ya yakarırken. Karanlık bastı birde, bir ışık düştü gökten Öyle bir ışık indi parlak aydan güneşten Oğuz Kağan yürüdü yakına ışığın Oturduğunu gördü ortasında bir kızın Bir ben vardı başında, ateş gibi ışığı Çok güzel bir kızdı bu sanki Kutup yıldızı Öyle güzel bir kız ki, gülse gök güle durur! Kız ağlamak istese, gökte ağlaya durur! Oğuz kızı görünce, aklı gitti beyninden Kıza vuruldu birden, kızı sevdi gönülden Kızla gerdeğe girdi, aldı dilediğinden Gebe kalmıştı kız, gün geceler dolunca Gözler aydın oldu, üç oğlancık doğunca Birinci oğlancığa GÜN adını koydular, İkinci oğlanaysa, AY adını buldular YILDIZ olsun üçüncü, diye memnun oldular. Ava gitmişti bir gün, ormanda Oğuz Kağan Gölün ortasında bir tek ağaç uzuyordu. Ağacın kovuğunda bir kız oturuyordu Gözü gökten daha gök, bu bir Tanrı kızıydı Irmak dalgası gibi, saçları dalgalıydı Bir inci idi dişi, ağzında hep parlayan Kim olsa şöyle derdi, yeryüzünde yaşayan ''Ah! ah! Biz ölüyoruz! Ey vah,biz ölüyoruz Der,bağırır dururdu Tıpkı tatlı süt gibi, acı kımız olurdu. Oğuz kızı görünce, aklı başından gitti Nedense yüreğine, kordan bir ateş girdi. Gönülden sevdi kızı, tutup aldı elinden Kızla gerdeğe girdi, aldı dilediğinden Birinci oğlancığa,GÖK adını koydular, İkinci oğlanaysa, DAĞ adını buldular DENİZ olsun üçüncü, diye memnun oldular. Oğuz bunu duyunca, ilinde soy soylattı Toy yaptı,şölen verdi,çok büyük bir toy toylattı Yarlık verdi iline... (Sayın Bahaddin Öğel'e göre bu arada eksiklik var) Emir vedi Oğuz Kağan kendinin iç iline Toplandı halk sözleşti, koştu onun eline Oğuz kırk masa ile sıra dizdirmişti, Türlü şaraplar ile aşlar pişirtmiş idi, Halk oturdu sofraya, ne kımızlar içtiler Ne şaraplar içtiler, ne tatlılar yediler, Toy bitince Oğuz Han, verdi şu buyruğunu: ''Ey benim beylerimle, ilim ey budunu! Sizlerin başınıza ben oldum artık Kağan, Elimizden düşmesin ne yayımız ne kalkan! Damgamız olsun bize, yol gösteren bir buyan! Alp'ler olsun savaşta, Bozkurt gibi uluyan! Demir kargılar ile, olsun ilimiz orman Av yerlerimiz olsun, vahşi at ile kulan Yurdumuz ırmaklar ile denizler ile dolsun Gökteki güneş ise yurdun bayrağı olsun İlimizin çadırı yukardaki gök olsun Dünya devletim olsun, halkımızda çok olsun'' Ayrıca buyruk yazdı, dört tarafa Oğuz Han, Bidirdi elçilerle, öğrendi bunu her yan Oğuz bu bildirisinde, buduna şöyle dedi: ''Mademki Uygurların, benim büyük Kağanı, O halde sayılırım ben bir dünya Kağanı. Bana bağlıdır artık, dünyanın her dört yanı, Bana itaat etmek, sizlerden dileğimdir, Benim ağzıma bakıp, durmanız isteğimdir. Bana kim baş eğerse alırım hediyesin, Dost tutarım onu ben, her zaman bana gelsin! Kim ki ağzıma bakmaz, baş tutar olur bana Ordumu çıkarırım, o düşman olur bana Derim, bir baskın yapıp, ezeyim bastırayım, Yok edeyim ben onu, ezeyim astırayım, Yine o çağda idi; Altun Kağan adında başka bir kağan vardı, Elçisini gönderip, Oğuz Kağan'a vardı, En nadir yakutlarla, altın gümüşler sundu, Mücevherler gönderdi saygı gösterip durdu. En iyi hediyeyi, sunarak dostluk kıldı, Baş eğip Oğuz Han hem de mutluluk kıldı. Urum Kağanı derlerdi, ulu büyük bir kağan Oğuz'un komşusuydu, sol yanında oturan. Kentleri çok çok idi sayısız orduları, Dinlemezdi Oğuz'dan giden buyurtuları, Gitmez idi ardından, direnir durur idi, ''Sözünü tutmam'' Tutumam diye, söylenir durur idi. Yarlık gönderdi Oğuz, yarlığın dinlemedi, Oğuz başına koydu, yok edeyim ben dedi! Oğuz yola çıkarak bayraklarını açtı, Muz-Dağ eteklerini, kırk günden sonra aştı, Çadırları kurup, derin uykuya daldı. Tan ağarıyordu ki, çadıra ışık daldı Bir erkek kurt göründü ışıkta soluyarak, Bir kurt ki gök yeleli! Bir kurt ki gömgök tüylü! Bakıyordu Oğuz'a ışıkta uluyarak Döndü bu kurt Oğuz'a, tıpkı bir insan gibi, Ağzından sözler döktü, tıpkı bir insan gibi Dedi: ''Ey, Ey Oğuz ey! Bilirim ne dilersin! ''Urum illerinde savaş yapmak istersin! Ey Oğuz askerlerini ben kendim güdeceğim, Ordunun en önünde, bende yürüyeceğim''! Toplattı çadırını, Oğuz duyunca bunu, Ordusuna gidince, hayretle gördü şunu; Bir büyük erkek kurt, askere öncü gibi, Gök tüyü, gök yelesi, yol veren izci gibi, Yürür durur önlerden, Nihayet durdu, bir gün neçe sonra günlerden, Duruverdi, Oğuz'un ordusuda ardından, Bir nehir vardı burada, İdil-Müren adında, Savaş başladı birden, nehrin kıyılarında, Ok ile, kargı ile, Kara Dağ sırtlarında, Askerler arasında çok çok vuruş oldu, Halkın gönlü bunaldı, kalplere kaygu doldu, Bu vuruşma döğüşme öyle yaman oldu ki, İdil-Müren suyu kıpkızıl kanla doldu. Oğuz Kağan başardı, Urum Kağan da kaçtı, Kağanlığını aldı, halkı iline kattı. Oğuz Kağan'ın Otağı ganimetlerle doldu, Ölü diri ne varsa onun tutsağı oldu. Uruz adlı kardeşi vardı, Urum kağan'ın, Uruz beyin oğluda kurtarı verdi canını, Uruz bey göndermişti, oğlunu bir şehire, Dağ başında kurulmuş, gizlenmiş bir şehire, Uruz beg dedi ona: ''Kenti korumak gerek'' ''Vuruş bitinceye dek, şehri saklamak gerek,'' Vuruş bittikten sonra, halkını al gel! '' dedi, Oğuz bunu duyunca ne yedi, ne de içti. Oğuz aldı ordusun, hemen bu şehre yetti, Uruz beyin oğlundan Oğuz'a elçi gitti, Çok çok altın gümüşle, hediye inci geldi Dedi: ''Ey Oğuz Kağan! Sen benim kağanımsın, Bamam bu kenti verdi dedi: Sen benin oğlanımsın! ''Sakla bu kenti bana, bunu korumak gerek, Vuruş bitinceye dek şehri saklamak gerek! Savaştan sonra kentini al emrine bana gel!'' Bu Uruz beyin oğlu sözüne devam etti: ''Düşmanı ise eğer Oğuz Kağan 'ın babam, Beni hiç suçlamayın, suçluysa eğer atam, Ben seninleyim her an, emrine bağlanmışam, Emrini emir bilip, sana bel bağlamışam! Kutumuz olsun sizin, kutlu devletinizin, Soyumuzdandaır bizim, tohumu neslimizin, Tanrı buyurmuş size, yeryüzünü al diye, Başımla kutumu da, veriyorum al diye Hediyeler gönderip vergimi sunacağım, Dostluktan çıkmayacak, karşında duracağım! Bu yiğidin hoş sözü Oğuzu sevindirdi. Uruz beyin oğluna, gülerek yarlık verdi. Dedi: ''Bana çok altın, çok hediye sunmuşsun, Şehri kentide çok iyi korumuşsun. Kentini saklayarak, iyi korudun diye SAKLAP adını verdim, sana ad olsun diye,'' Dostluk kıldı Oğuz Kağan, Sonra ordusun aldı, İdil nehrine gelip kıyılarında kaldı, İdil denen bu ırmak, çok çok büyük bir suydu Oğuz baktı bir suya, birde beylere sordu; ''Bu idil suylarını nasıl geçeceğiz biz?'' Orduda bir bey vardı, Oğuz han'a çöktü diz. Uluğ ordu bey derler, çok akıllı bir erdi Bu yönde Oğuz Kağan'a yerinde akıl verdi, Baktı ki yerde bu Beg, çok ağaç var çok da dal Kesti biçti dalları, yaptı kendine bir sal, Ağaç sala yatarak, geçti İdil nehrini Çok sevindi Oğuz Kağan, buyurdu şu emrini: ''Kalıver sen burada oluver bir sancak Beg Ben dedim öyle olsun, densin sana ''KIPÇAK BEĞ'' Oğuz, orduya geldi, yol erlere göründü, Yürmeye başlarken Kurt onlara göründü. Bir Kurt ki erkek bir kurt! GÖK TÜYLÜ, GÖK YELELİ! Bu Kurt döndü Oğuz'a, bakmadan sağa sola, Dedi: ''Ey Oğuz! şimdi ordunu çıkar yola, Halkını, beylerini, atlandır çıkar yola, Baş çekip göstereyim, doğru yol nerede ola, Oğuz Kağan baktı ki erkek kurt önde gider Ordunun öncüleri Boz Kurdu gözler gider. Oğuz bunu görünce ne çok sevinmiş idi. Alaca aygırına severek binmiş idi, Apalaca aygırını Oğuz severdi özden. Ama at dağa kaçtı, kayboldu birden gözden, Bu dağ buzlarla kaplı, çok büyük bir dağ idi. Soğuğun şiddetinden başı da ap ağ idi. Çok cesur, çok Alp bir beğ ordu içinde vardı Ne Tanrı, ne şeytandan, korku içinde vardı, Ne yorgunluk, ne soğuk, erişmez idi ona, O beg dağlara girdi, dokuz gün erdi sona, Aygırı yakaladı, memnun etti Oğuz'u Atamadı üstünden dağlardaki soğuğu Olmuştu kardan adam, kar ile sarılmıştı, Oğuz onu görünce, gülerek katılmıştı, Dedi: ''Baş ol Beğlere, sende artık burada kal, Sana 'Karluk' diyelim, ölmeyen adını al!'' Çok mücevher ile hediye verdi ona, Soyurgadı Karluk'u, devam etti yoluna Oğuz yolda giderken ağzında kaldı eli, Çok büyük bir ev gördü, gümüşten pencereli, Duvarları altından, demirdendi çatısı, Anahtarı da yoktu, kapalı idi kapısı, Tömürdü Kagul adlı bir er arana durdu, Becerikli bir er idi, Oğuz ona buyurdu, ''Sen burada kalacaksın, kapıyı açacaksın, Eve girdikten sonra orduma varacaksın,'' Bu ere de Oğuz Kağan, dediği için ''Kal aç!'' Böyle uygun gördü, adına dedi ''KALAÇ'' Yine günlerden bir gün; Gök tüylü, gök yeleli, Bozkurt kaybolmuş idi, Oğuz bunu görünce o yerde durmuş idi, Anladı ki, bu yerde otağı kurmak gerek Tarlasız çorak yerde, düşmanı vurmak gerek. Çürcet adlı bu ilin, çok büyük otlakları, Çok malı, çok sığırı, vardı pek çok atları, Çok altın, çok gümüşler, vardı Çürcet Kağan'da, Sayısız mücevherler, bulunurdu hep onda, Çürcet Kağan'ı aldı, halkıyla ordusunu, Geldi karşılamağa, Oğuz Kağan ulusunu (Eksik) Ok ile kılıç ile, döktü düşman kanını Baş geldi Oğuz Kağan, bastı Çürcet Hanı'nı, Oğuz öldürdü onu, kesti hemen başını, Böldü ganimetlerini,tabi kıldı halkını Oğuz'un askerleri, halkıyle mahiyeti Aldılar, topladılar, sayısız ganimeti. Az geldi atlar ile, öküz katırları Yüklemeye taşımaya savaşda alınmışları, Oğuz'da bir er vardı, akıllı tecrübeli, Barmaklığ Çoşun Billiğ, yatkındı işe eli, Yapıp koydu içine, bir kağnı arabası, Savaşta ne alınmışsa, Oğuz'un bu ustası. Kağnıyı çekmek için canlı öne koşuldu, Cansız ganimetler de üzerine konuldu, Oğuz'un begleri ile halkı şaşırdı buna, Onlarda kağnı yaptı benzeterekten ona, Kağnılar yürür iken, derlerdi ''Kanga, Kanga!'' Bunun içinde dendi bu halka artık KANGA Oğuz bunu görünce, güldü kahkaha ile, Dedi:''Cansızı çeksin, canlılar kanga ile! Adın Kangalug (Kanglı) olsun, belgenizde araba (Kağnı)'' Bıraktı onları da gitti başka tarafa, Gök tüylü, gök yeleli göründü kutsal Bozkurt, Hin,(Sindu), Tangut, illeri de oldu Oğuz'a bir yurt Oğuz yürüyüp gitti, Suriye (Şagam) nın yoluna, Baş kesti savaş yaptı, kattı kendi yurduna. Söz dışında kalmasın, bilsin bunu da herkes Güneyde, Barkan adlı, bir il vardı bu kez, Oğuz'da bir er vardı, akıllı tecrübeli, Vahşi hayvan yurduydu, havası sıcak idi, Mücevher gümüşü çok altını da paradır, Halkın yüzünün rengi, Tanrı'dan kapkaradır, Bu yerin kağanının adına derler Masar, Oraya giden Oğuz, yaman vuruşur basar, Savaşı kazanınca, Masar kağan da kaçar. Alıp onun yurdunu kendi yurduna katar. Sayısız at mal alır, dostları hep sevinir, Döner evine gider düşmanları yerinir, Söz dışında kalmasın, bilsin herkes bu işi, Oğuz Kağan'ın yanında vardı bir koca kişi Sakalı ak saçı boz, çok uzun tecrübeli Asil bir insan idi akıllı düşünceli, Ünvanı, Tüşümel idi, yani kağan veziri, Uluğ Türük (Türk) Oğuz! un seçme eri, Altundan bir yay gördü uyur iken uykuda Yayın bulunuyordu üç gümüşten oku da Ta doğudan batıya; altın yay uzamıştı, Üç gümüş ok kuzeye sanki kanatlanmıştı. Anlatdı Oğuz Kağan'a uyanınca uykudan, Rüyayı tabir etti içindeki duygudan Dedi: ''Bu düşüm sana, dirlik, düzenlik versin Kağanıma inşallah, birlik güvenlik versin! Rüyada ne gördüysem, Gök Tanrının sözüyle, Seni de öyle yapsın , Tanrı kutsal özüyle Yer yüzünün ki hepsi, dolup taşar boyuna Tanrım bağışlayıver Oğuz Kağan soyuna!'' Oğuz Kağan çok beğendi, Uluğ Türük'ün (Türk) sözünü, Öğüt ver dedi bana, tuttu onun öğüdün. Sabah olunca gördü kendinden büyükleri Çağırtarak getirdi kendinden küçükleri Dedi: ''Hey! gönlüm benim, avlansana haydi der, Başa geldi ihtiyarlık, cesaret, in hani? der, Gün, Ay ve Yıldız sizler, gidin gün doğusuna Gök, Dağ ve Deniz siz de gidin gün batısına'' Oğuz Kağan oğulları, bunu hemen duyunca, Gitti üçü doğuya, üçü de batı boyunca. Av avlayıp, kuşlanan, Gün, ile Yıldız ve Ay, Buldular yolda birden, som altından tam bir yay. Sundular Oğuz Kağan'a, Kağan sevindi hem güldü, Aldı ve altın yayı kırarak üç böldü. Dedi: ''Ey! Oğullarım kullanın bir yay gibi, Oklarınız erişsin, göğe değin bu yay gibi!'' Av avlanıp, kuşlanan, Dağ ile Deniz ve Gök, Buldular yolda birden, gümüşten tam üç ok, Sundular Oğuz Kağan'a, Han sevindi, hem güldü Aldı üç gümüş oku kırarak üçe böldü, Dedi: ''Ey! Oğullarım, sizlerin olsun bu ok, Yay atmıştı onları, olun sizde birer ok, Bunu diyen Oğuz Kağan, çağırdı kurultayı, Bey geldi, halkı geldi, selam verdi otağa Herkes geldi oturdu, Oğuz Kağan büyük otağa (Eksik) Oğuz Kağan, kendi büyük otağına (Eksik) Kırk kulaçlık bir direk, sağa dikip sağladı, Direğin üzerine altın bir tavuk koyup, Direğin altına da bir ak koyun bağladı, Kırk kulaç, bir direk de, sola dikip solladı, Direğin üzerine, gümüş bir tavuk koyup Direğin altınada bir kara koyun bağladı. Sağ yanında Bozoklar, Sol yanında Üçoklar, Oturup eğlendiler kırk gün kırk geceden çok, Yediler hem içtiler, erip muratlarına, Oğuz böldü yurdunu, verdi evlatlarına Dedi: ''Ey! Oğullarım, Ne vuruşmalar gördüm, ne çok sınırlar aştım, Ben ne kargılar ile, ne okları fırlattım, Ne çok atla yürüdüm, ne düşmanlar ağlattım, Nice dostlar güldürdüm, Ben ödedim çok şükür, Borcumu gök Tanrıya Veriyorum artık ben, sizin olsun bu yurdum.'' Kuruluş ve iç yapı özelliği ile islamiyetten önceki düşüncenin ürünü olan ve yazarı bilinmeyen Uygurca Oğuz Kağan destanı. Kaynağı aynı olmakla beraber ayrıntılar ve motiflerde farklılık gösteren iki Oğuz Kağan destanı daha var. Bahaddin ÖGEL Türk Mitolojisi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
whitepower Yanıtlama zamanı: Kasım 21, 2006 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 21, 2006 Eywallah saolun...Ayrıca paylaşımların için saol birikinti:) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birikinti Yanıtlama zamanı: Kasım 21, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 21, 2006 Türk Mitolojisine göre Güneşin Oluşumu (Altay efsanesi) Ne ay, ne Güneş varmış, insanlar uçarlarmış, Uçanlar ısı verir, ışıklar saçarlarmış. Nasıl olmuşsa bir gün, bir insan hastalanmış, Tanrı bir şey göndermiş göğün içinde yanmış. Aynaya benzer şeyler, büyümüş büyümüşler, Onların ışıkları, gökleri bürümüşler. Bunlar göklerde yanan, Ay ile Güneş olmuşlar. Yeryüzünde yaşayan, insana eş olmuşlar. Dünyanın Kutup Yıldızı Ekseninde Dönmesi (Yakut Türklerinin efsanesi) Türk Mitolojisine göre bu efsanede dünyanın kutup yıldızına bir demir kazık veya bir demir ağaç ile bağlandığı ve etrafında döndüğüdür. Orta Asya ve Sibirya Mitolojisin de eski Türklerin dünyanın yuvarlak olduğunu ve kendi etrafında döndüğünü biliyorlarmış. Tanri yeni bir dünya, yaratma özlüyormuş, Yaratmış ama dünya, durmadan dönüyormuş, Tanrı'nın elçiside bir ''Ana-Tanrı'' imiş Onun düşüncesi de, azıcık ayrı imiş, Bu dönüş Tanrı demiş: ''Birazıcık yavaşlasın!'' Sonra kızınca demiş:''Artık Tufan Başlasın!'' Sular dünyayı basmış ruhlar dünyadan kaçmış. Uçup gökte gezenler yer dönerken hep şaşmış. Dünya tekerlek gibi, hiç durmadan dönermiş, Sonra ateşli sular, basınca az sönermiş. ''Galilei'de Türk Mitolojisinden etkilenmiş etkilenmiş olmasın ?'' Bahadin ÖĞEL Türk Mitolojisi 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birikinti Yanıtlama zamanı: Kasım 21, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 21, 2006 Yakut Türklerinin Kutup yıdızı ve dünyanın ekseni ile ilgili mitolojik efsnesi Tanrı bir çadır kurmuş yer yüzünü kaplamış, Gökyüzü çadır olmuş, dünyamızı saklamış. Göğü kötü ruh basmış yere inmesin diye, Tanrı çadırı asmış bir koca direk ile. Bu direk dünyanın tam ortasından uzarmış, Kutup yıldızını da tam altından tutarmış. Bu çadır dışında ki, uzay aydınlık imiş, Kubbe'nin içinde ki yer ise karanlık imiş. Dünya aydınlık olmuş, Tanrı delikler açmış, Delikler yıldız olmuş, dünyaya ışık saçmış. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sidarta Yanıtlama zamanı: Ocak 3, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 3, 2007 soru : dünyada türk olan ırklar ve hangilerinin gerçek türk oldukları konusunda bilginiz var mı? özellikle türkiyedekilerin ??? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
whitepower Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2007 Soru:Biz burada çeşitli mitlerden bahsederken dünyada Türk olan ırklar vs diye bir soru sorman ne alaka? Özellikle bu konuda....Bence forumkurallarını bi daha bi gözden geçir... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sidarta Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2007 ben forumu bir paylaşım yeri olarak düşündüğümden sordum...eğer bu sorunun altında çeşitli kasıtlar bulduysan kusura bakma...sadece tarihle ve türklerle ilgilenen insanlardan bilgi alabileceğimi sanmıştım...bunların sadece kesip yapıştırılan şeyler olduğuu mu düşünmem gerekiyor yanii... bu arada forum kurallarını okuyorum ..hem de her yazımdan önce.. eğer imzası ve adı white power olan biri bana forum kurallarından bahsediyorsa içimden sadece gülmek gelir Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Nora Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2007 sidarta sorunda forum kurallarına aykırı bir şey yok.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
whitepower Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2007 Ne olmuş white power'a söle bakalım çok bilmiş efendi...Anlaşıldı senle de bi tanışma merasimi düzenleyecez:)Gölgeme basılmaması dileğiyle..... -------------------- Ayrıca Nora adlı sayın süper mod burada dikkatini çekti mi bilmiyorum(Ki çekmediği gayet açık)Türk mitlerinden bahsediyoruz...Türklerin nereden gelip nereye gittiğini ya da Türklerin ırksal kökenleriyle ilgili bi paylaşım yapmıyoruz...Çok merak eden yeni bi başlık açar...Sorara neyi merak ediyorsa...Ayrıca bu forum kurallarınızda yoksa bence bi daha bi göz gezdirin...Kolay gelsin.... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Firdevs Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2007 soru bana da kalırsa bu kadar güzel bi konu içerisinde çok sırıtmış, ve konuyu zedeleme çabası gibi bi şey hissettim. bence de ayrı bi başlık altında veya ilgili bi konusunu bulup orda sorulabilirdi, ama burda değil... neyse sorun yaratmaya gerek yok arkadaşlar konuya devam... gerçekten ben bu kadar iyi bir çalışma görmedim, eline sağlık white ve diğer arkadaşlar... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Ruhani Yanıtlama zamanı: Temmuz 23, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 23, 2007 konuyu araklayıp başka sitede açıcam Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
darklight Yanıtlama zamanı: Kasım 15, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 15, 2007 yaw havadan niye nem kapılıyo ki gayet güzel bi soru sormuş arkadaş... başka bi maksad yok bence... benimde aklıma geldi konuyu okurken ne yalan sölüyüm... türk mitolojisdinden bahsederken böle bi soru sormak düşünmek gayet doğal gibime geliyo... ama gene benim bilmediğim bişeyler varsa aranızda ve forumda boşu boşuna ortalığı karıştırmak istemem... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
chris Yanıtlama zamanı: Haziran 26, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 26, 2008 güzel konu teşekkürler white power:) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
einherjer Yanıtlama zamanı: Haziran 26, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 26, 2008 soru : dünyada türk olan ırklar ve hangilerinin gerçek türk oldukları konusunda bilginiz var mı? özellikle türkiyedekilerin ??? Cecap= Vatanına ihanet etmiyenlerdir gerçek Türkler.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
revbahar Yanıtlama zamanı: Haziran 28, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 28, 2008 paylaşımlarınız için teşekkürler geçmişini bilmeyen geleceğini çizemez sizlere tekrar teşekkür ediyorum Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Safira Yanıtlama zamanı: Ağustos 28, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 28, 2008 Paylaşım için teşekkürler.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
kuzgunz Yanıtlama zamanı: Ağustos 29, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 29, 2008 çoook güzel eline sağlıkta bi kaç resim koysaydin daha iyi olurdu Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
tataryoldas Yanıtlama zamanı: Mayıs 12, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 12, 2009 On numara olmuş okuyana kadar başım ağrıdı ama değdi bildiğim yerlerin haricinde çok şey öğretti bana. Dünyada yaşayan Türk' üm diyenlerin % kaçı Türk demiş bir arkadaş. Avrupa daki hangi millet kavimler göçü sonrası yerli halkla karışıp şimdiki halini almadı? Ayrıca konuyu okumuş olsaydın savaştan sonra tek kalan erkeğin tatar dan yada civar milletten kız alıp soyunu yürüttüğünü bilir bunun saltanat gibi olmadığını yürekte olduğunu anlardın. Eline sağlık kardeşim çok güzel konu. Saygılar. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Eos Yanıtlama zamanı: Şubat 14, 2010 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 14, 2010 yalnız şöyle bir şey var Türk'lerde soy anneden geçer en azından müslümanlığı kabul etmeden önce öyleydi. Kağan, tegin, han bazen noyan birden fazla kadınla evlenir ancak sadece Türk anneden doğan çocuk tahta geçer. aslılnda destanlarda da yazar diğer obalardan evlenirler genelde ama onlarda Türk'tür. Konu çok güzel Türk Mitolojisi fazla bilinmiyor yüzeysel de olsa en azından bir bilgi eline sağlık. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Adramelech Yanıtlama zamanı: Şubat 14, 2010 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 14, 2010 Ne olmuş white power'a söle bakalım çok bilmiş efendi...Anlaşıldı senle de bi tanışma merasimi düzenleyecez:)Gölgeme basılmaması dileğiyle..... -------------------- Ayrıca Nora adlı sayın süper mod burada dikkatini çekti mi bilmiyorum(Ki çekmediği gayet açık)Türk mitlerinden bahsediyoruz...Türklerin nereden gelip nereye gittiğini ya da Türklerin ırksal kökenleriyle ilgili bi paylaşım yapmıyoruz...Çok merak eden yeni bi başlık açar...Sorara neyi merak ediyorsa...Ayrıca bu forum kurallarınızda yoksa bence bi daha bi göz gezdirin...Kolay gelsin.... Arkadaş konu Türklerle alakalı olduğundan ve güncel bir konu olduğundan burada sormak istemiş. Neden bu kadar rahatsız oldunuz anlamadım. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
kracs Yanıtlama zamanı: Şubat 14, 2010 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 14, 2010 sığamaz onların yürekleri taştan binaların içine, özgürdürler kartal gibi ve beraber yaşarlar kurtlar gibi ve asla boyun eğmezler aslan gibi. paylaşım için çok teşekkürler.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.