schizophrana Oluşturma zamanı: Nisan 17, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 17, 2008 Cahit Zarifoğlu ( 1940)- (1987) 1940 yılında Ankara’da doğdu. Babasının memuriyeti dolayısıyla ilk ve orta öğrenimini yurdun çeşitli yerlerinde yaptı. Liseyi memleketi K.Maraş’ta tamamladı. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Çevirmenlik yaptı. Avrupa’yı dolaştı. Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu ve TRT’de çevirmen olarak çalıştı. Son olarak TRT İstanbul Radyosu’nda denetçilik yaptı. İlk şiir ve hikâyelerini K.Maraş’ta mahalli gazetelerde yayımladı. Yine K.Maraş’ta Açı adında bir dergi çıkardı. Başta Diriliş ve Edebiyat olmak üzere birçok dergide yazdı. Mavera dergisi ve Akabe Yayınlarının kurucuları arasında yeraldı. Çeşitli gazetelerde müstear isimlerle günlük yazılar yazdı. Şiirden başka, öykü, roman, günlük, oyun ve çocuk edebiyatı alanlarında ürünler verdi. 1987 İstanbul’da öldü. ARALIK GÜNLERİ İÇİN BİR AŞK DENEMESİ Aşk bu Kanatları yıldırımlanmış katı boğalar Ateşin saydam gövdesini kırarak Yatarak hayat dolu sarnıçların karnına Sıkı sıkıya kapalı sivri ve kıvrak gaga Delip geçecek dalıp yeryüzünü Bak istersen avuçlarıma Küçük parmağın hizasında o derin havzada Göğüs göğüse iken ikimize İki ayrı kadeh gibi doldurulmuş yudum kat'i Sesin Sırrım Gözüm palaspandıras çehremde Aşk bu Çölün sarı sofrasında atlılar Hepsinde Gererken parçalanan elimde Çelik yay parçaları Ağızlarımız kum rüzgarlarıyla yanık Yiyip içmezik acıkmazık :Başkanları Uyutmasın vahalar diye Koynuna doldurmuş yılanları: /çocuk Bir tane.Dayanmış yanağını cama Karşı evin balkonuna bakıyor Orada bir çocuk Tutunmuş demirlere../ İki kadeh arasında ufak kara nehrim Beni senden bölen.Suyu yakut de ki kafur Çölün arı çehrenin gamsız ölümün uzakça olduğu bir demde Diz çökeyim söyle Tahtın nerede Bende kaynayan sende kaynak Tıpatıp iki kristal küre Aramızda ceylanımsı bir sıçrama Çalkalanır sonsuzca.Şöyle irice Bir kelime bul ok atsın döş kemiğime Öfkemi iyi belesin öfken Aşk duraksar ve yara alır Uçak çelik rengi göğü sesiyle sokunca Alçalarak yemyeşil ekinlerin arasına Kuru ekmek yiyen üzgün köylüleri bombalamaya İlkin küçük nir göl kan dolu ağzı /hava nasıl da yeşil/ Su mu yoksa o katı ışık mı yanakların taşıdığı Nilüferler isteklerkoca bir dev Aşk bu çiğnenmiş kırbaçlanmış alta laınmış Tanıyıp tutunacak bir insan arayan Gördülçe çelik kazanlarının iç kaynamasını Kaliforniyadaki silah fabrikalarını /Doların egemenliğ halkın refahı: Depolar boşalmalı/ Aşk aşk bir şehir harabesi daha kazandın Kurşun kanatları gergin Fosforlu mermiler yine taze Yıldırımlanmış boğalar Havanın katı gövdesini kırarak Yararak hayat dolu sevdanın karnını Pilot ağzı zehirli bir dil Kentelenmiş çeneler arasından Gözler ovaya başını çıkaran insanları Haydi aşk aşk De ki dağları delerim senin için Yıldızlar yakarışlar açık kartlar Ve haydi hoşçakal Kilimin üstünde Bir ampül Bir kırbaç bir ayakkabı NEREDE BULABİLSEM SENİ Yetişip dizüstü düşebilsem eteklerine Karanlık basmadan dünyayı kapatan karanlık Elimizde kılınç ben ince işler ustası musa kardeşim ya ki heybem değişince kubbeli evim girdabım - tövbem kapımın önünde akan ırmak en zengin denizcisi incilerin - uzak şarklara yollanan elçilerin Kelimeler okyanusla yarenliğe dalıp çoluk çocuğu unutacak kadar bol ve bereketli binlerce yılçün kurulmuş bir zemberek içimizde ağzımıza boşalttı onca sözden Birinin heybeti ve lezzetinden Damağımız çatlamakta ya ani karanlık 'inanana rahmet inançsıza esef' olan (Hiçistanda Bir rüzgâr belirmiş Kulağımıza gelir- Bir ey muhalif rüzgâr ki oyropeiş örneği Hafifçe terli bedenin krondeli Göz dikmiş duyduk ki Meni yataklara bile) /Japonya büyür büyür bir gün Toprağını denize yayarak Peygamber sözüne ordan hizmet olur/ Kucak açanlar kadar geniş istekli Göçüp gelenler kadar hafif az'la doyan yük olmadan Ve başlar Kimin yüreği daha yüce yarışı Musa kardeşim ağlamaktan mı Okumaktan az uyumaktan mı Kan gölü gözlerin Her an karanlığını giyinecek gibisin Ne kadar uzun sürüyor Ta içinden gözlerine gelmesi dikkatin Karnın ne kadar küçük ve içerde İnce belin- Fazla kabarık değil kemiklerinden etlerin Biliyorum ancak sen Bu kadarla yetindikçe ve ekmeği Böyle mübarek tutukça doyar karnı çinin hindistanın amerikanın Sen olabilirsin çaresi Su içinde susuzluk hissinden ölen kimselerin Musa kardeşim haya'dan mı boyuna posuna güzelliğine rağmen hafifçe kıvrık omuzların hafifçe eğik başın Hele terazi tutuşun zarif sapasağlam ve artık en insansız çölde tek başına kalsa bile eğilmezken adalen bile yine de Bir nebzesini yutsa yüreğindeki tartarkenki dikkatin İkiye yarılır bir su aygırı Ve çocuklar tuz yalarken çocuk avuçlarından NEREDE BULABİLSEM SENİ Baba bıçağını ağır ağır çekerken YETİŞİP Ana dalgın ve Su dibinde yürür gibi DİZÜSTÜ DÜŞSEM ETEKLERİNE Ana dalgın ve su dibinde yürür gibi üzüm tiyekleri ceylan dolu etekleri 1 Çocuklar Kurtulamazlar yanaklarına konan yaradan Olmadık anda bırakılırlar Sonra Nice sonra Hatta bazen karanlıklarına uzanırlarken kadar sonra Üzerinde gözyaşı izleri Senelerin izleri ile yol yol kalmış yanakları Mahzun yayılır Ancak görünür güzel dişleri Ve 'kuşlar da kaderle uçar' SEVMEK DE YORULUR Bir adam bir kadın var içimde iyice anladım Bana bunu sessizce anlatıyorlardı Bir yerde onların yönlerinden alımlı bir zarf katlanmıştı uzaktaki bulvarların geceye vurdukları çağırmasız kır günlerini zararsız akrepleri uzunlamasına yaşayıp yatay bir çocukla kalkan bir sürü alışkanlıklar taşıyan insanlığımızı gülüşü yalnızlar çarşısında çağrılmış gümüş seslerini aynadaki yüzlerin başkası sevsin diye en seçkin yerine bir şal gezdirirdi İnsanlığımıza bir şey getirirdi yalnızlarla Bir sen varsın hep saçların ağzın Bir merdiven hücresinde uzak çağrışımlarla koşardın ya bensem seni sonsuz gelişinle saçından tanıyor gülüşünden kaçıyor eğilip başını içlerimden geçtiğin zaman uzağa bir yolcuya karşı çıkar gibi Artık gecikmiş alışıldığım gidişinle davranılmaz üstünde durulmaz hiçbir tüfeğe gelmez bir kekliksem Yüzün soygundan geçmiş öyle bir yerde durmuş ki bakışın boynun bozgun üstünden bir nehir geçer gibi ya gecedir ondan ya bulanık sudan bir hasta gibi ağrımaktasın Gelişini aldım onu nasıl harcadım Denizden bunalıp okyanusa Selâm çakan vapurun Sevindik adımına birden parka çekildik Ve birden nasıl bayram bıyıklı Bir yaylım herkesin yaydığı bir merhabayla Eğip başını içlerimden gittiğin zaman Uzağa bir yolcuya çıkar gibi Selini üstüme çektin önce camdan bir mektup dolabının üstüste sayısız koridorunu yüzüme yakın başını duvara değdirmiş bir benzetişle josef ka benzeri bir bakışındı ya da konuşmayı kesip aman sen öyle bir gittin ki benimle Piknik beni sana verdi önce Gelişen güneş yalnızlıktan bir göze Eski ellerin Ve çağlarınla bir şeye uzanmış etin Ve hançerinle zamana saf durmuş Son gidişindir bu Bunların hepsi beni çağırıyorlar sevinçlerimden Biri denizdir uzun boylu gürültüsüyle zaten hangisi kavak zürafası değil biri bütün yan odaları bekler kuşkulu geçer camlardan ve bırakır yerini bir koridor bekçisine Haydi sen bütün onlara git benimle Son sigaramdın Gidişin antinikotin Birden bir şey mutlu eşit piyano çalıyor Elleri iki çeşit durgun Gerçi çıkmıyor gelenlerin karanlığa duranların Suya inen sesleri Tam şimdi denizinle bir çakıl taşına yaklaşıyor kuma çok yakın bütün kesitlerinle bakıyor ve bunalıyorsun Tam şimdi ipe koşan beni elleriyle alkışlayan ağrıyan bir gün geliyor ÖLÜ ATLAR Karışık bir iç deniz bunalımı Zafersiz bir kalyonda Ölümün her anki hatırasından uzak insanı her halinden tanıyan sakat bir ölü atlar alıcısı Ucuza kilitlenmiş bir dağ ceylanı Ancak bir tabuyu öldürecek bir zamanda göğün bütün ön görmelerinden uzak fenerler tutulup tekmeler atılan önemli bir es çağ tanrısı Telaşla yenilen analarda kayboluşları sevgisiz kalan babalarla lekesiz bir güneşle ancak çocuğunu sardığı bezler arınan ağrıtmaz sanılan bir yaşamak şarkısı ikisinden birini örter kanadı durulmayıp tabessüm ettirilen şarkıda sevinçsiz canlara dayanmak her an bir başka ışıksızı arayan acıması bir çocuğun masal cücelerine ? SORU İŞARETLERİNDEN BİRİ Zulumdur dinlenen başlarsa eğilmiş Gömleğin üzerine kadar çıkmış kalbteki kara leke Dikilsen dağların ötesini tutar elin Bir iki tank çer çöp olmuş gözüne perde Petrol ya da banker sellerinde boğuluyorsun Külçe külçe dolar ya da sefalet secden olacak yerde O eski kadim iklim kimbilir nerde sürer Perişan birkaç evde kimbilir veliler dilinde Oturup konuşalım şunu. Bulsun kelimem kelimeni Eğer uyku daha aziz esirlik daha ehven değilse Bir deli akıl çırpınıyor aramızda Rızık korkusu can korkusu baş mesele Çıplan dünyadan çıplan ve gövdenden O büyülü çiçekleri yol arın bir kere Başını eğmiş zalimleri dinlersin Dersin 'lokmam ellerinde' Filistin bir sınav kağıdı Her mü'min kulun önünde De gerçeği yaz: Hakikat şehitliğe koşmaktır De isyan çağır yolun açılır cennet köşelerine AŞKA DAİR Öyle sofralar gördüm ki İnsan kasları vardı tabaklarda O eğik gövdeler önünde yalnızlık Her şeyi birbirinden uzağa çarpıyordu Bir kadın Bir erkek Gizlice soluyordu Bir erkek av arkadaşından Av durgunluğu gibi gösterip saklayarak Kamışlıktaki sazların arasından Ilık ve yapışkan fısıltıları Ayırarak alarak Urgan gibi bedenine doluyordu Her şeye benzeyebilirken o Hiçbir şey benzemezken ona o ünlü borazan Başlarsa saçlarımızın diplerinden Üfürmeye. -Yırtıcı bir hayvan Kimliği yapışır yakamıza Bir erkek mi o Göle yatmış bir güneş demetinde O mor ışında Bir köpek ölüsü gibi yatan Hızla kayan Yoksa bir yaban ördeği gölgesi mi ANILAR DEFTERİ Anılar defterin de gül yaprağı gibi unutuldum kurudum Başıma düşmüş sevda ağı Bir başıma tenhalarda kahroldum Sen kim bilir Rüzgarlı eteklerinle Kimbilir hangi iklimdesin Ben sensiz bu sessizlikle deliler gibiyim sensiz bu sessizlikte Ayrılıkla başım belada Gözlerini çevirme gözlerimden Yoksa sensiz bu sessizlikte Kahrolacağım sensiz bu seslikle Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Nisan 17, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 17, 2008 çok teşekkürler Lady. Sen Kuş Olur Gidersin Bir Trenle Uzun bir geçmişimiz var Hiç yorulmadan En azından bir kere eğlenceli beşik ha biz varız ha biz maskeli balo Saygıya durup üstün bir gecede Bir sır payı katlayıp sade bir kahveden Keyifsiz bir detayın hükmüyle ha biz yokuz ha biz seferde Ya bu kez ölenleri görmeliysek Ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle Parka dolalım Park bizi alır önce Seyrimizden bir sabah kazanır Eğri fakat daha çok eğrilmez bir şöförle Sayısız rampaya katlanır ya güneşten daha zengin sofraya diz çökeriz ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle Oysa sergimize kuşlar gelir uzanır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.