semuel Oluşturma zamanı: Nisan 24, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 24, 2008 William Butler Yeats (d. 13 Haziran 1865 – ö. 28 Ocak 1939) İrlandalı şair ve oyun yazarı. İrlanda'da yetişen en önemli lirik şairlerden biri olmaktan yanısıra, 20. yüzyıl edebiyatının esas figürlerinden biridir. İrlanda edebiyatının rönesans sürecinin öncüsü sayılmaktadır.[1] Abbey Tiyatrosu'nun kurucularından biri olan Yeats, 1923 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüştür. Ressam John Butler Yeats'in oğlu olan William, 1883 ve 1886 yılları arasında Dublin'de ressamlık dersleri aldı. Eğitimine daha sonra Londra'da devam etti. Tatillerini ise İrlanda'da bulunan ve şiirlerine çoğu kez mekân olan County Sligo kontluğunda geçirdi. Bu dönemde İrlanda efsanelerine ve okültizme merak saldı. İlk eseri Mosada (1886) büyüye olan ilgisini yansıtırken, The Wanderings of Oisin (1889) adlı eserinde Genç İrlanda hareketinin aşırı milliyetçiliğini dile getirdi. 1886'dan 1900'e kadar uzanan dönemde yazdığı şiirler Shelley, Spenser ve Ön Raffaellocular'dan etkilenmiştir. İrlanda mitolojisi ve temalarına odaklanan şiirleri mistik, yavaş tempolu ve lirik dille anlatılmıştır. Bu dönemde kaleme aldığı şiirlerden en bilinenleri arasında Falling of Leaves, When You Are Old ve The Lake Isle of Innisfree yer alır. 1893 yılında William Blake'in eserlerini düzenleyen Yeats'in toplu şiirleri 1895'de (Poems) yayımlandı. Kimbilir Kaç Kişi Seni Sevdi Kimbilir kaç kişi senin zarif hallerini sevdi Kaç kişi güzelliğini sevdi Belki gerçek aşkla; belki değil Ama bir tek kişi seni sevdi. Bir tek kişi değişen yüzündeki hüznü sevdi. EPHEMERA “ Bir kez olsun gözlerimden yorulmayan gözlerin Hüzünle eğiliyor artık sarkmış göz kapaklarının altında, Sevgimizin solmasından” “Tükeniyor olsa da sevgimiz gel bir kez daha duralım gölün o ıssız kıyısında uykuya daldığında tutku; o çaresiz yorgun çocuk, o soylu saatte beraberce. Ne kadar uzakta görünüyor yıldızlar Ve ilk öpüşmemiz ne kadar uzak Ve ah, yüreğim ne kadar yaşlı” Dalgın gezindiler kuru yapraklar boyunca Usulca dokunarak kadının ellerine: “ Tutku, çok yıprattı yüreklerimizi.” Ağaçlar çevreledi onları ve sarı yapraklar dökülmüştü karanlığa solgun ağanlar gibi ve o an yaşlı ve aksak bir tavşan sıçradı patikaya, Sonbahar üzerindeydi adamın: ve bir kez daha durdular gölün o ıssız kıyısında. Ölü yaprakları sürüklediğini görmüştü kadının Döndüğünde Sessizce topladığını onları, gözleri Göğüsleri ve saçları gibi nemli. “Ah hüznü bırak Yorgunuz bizi bekleyen başka aşklar için, Sevmek ve nefret etmek için kaygısız saatler boyu Ölümsüzlük uzanır önümüzde, ruhlarımız Sevgilerdir ve bir sürekli ayrılış.” HER ŞEY AYARTABİLİR BENİ Her şey ayartabilir beni şu şiir uğraşından: Gün olur bir kadının yüzü, ya da daha kötüsü Çektiği çile alıklarca yönetilen yurdumun; Şimdi daha kolayı yok Elimin alıştığı bu işten. Gençken Metelik vermezdim türkülere, Sazını çalmaz mıydı ozan Kılıç kında beklercesine; Razıyım, dileğim yerine gelsin de tek, Balıktan daha soğuk, daha dilsiz, daha sağır olmaya. Çeviren :Cevat ÇAPAN 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
KATA Yanıtlama zamanı: Mayıs 4, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 4, 2008 ÇALINMIŞ ÇOCUK Av Ormanının kayalık dağ tepesinden Gölün içine indiği yerde, Kanat çırpan balıkçıl kuşlarının uykulu su-sıçanlarını uyandırdığı yerde Yapraklı bir ada yatar; Orda sakladık biz peri fıçılarımızı, Dutlar Ve çalınmış kirazlarla dolu. Kaybol git Ey insan çocuk! Sulara ve vahşiliğe Bir periyle, el ele, Çünkü dünya senin anlayabileceğinden. daha çok ağlamayla dolu. Ayışığı dalgasının soluk Gri kumları ışıkla parlattığı yerde, En uzak güllerin yanından çok uzak Bütün gece ayaklarla oynarız, Örüp eski dansları, Karıştırıp elleri ve karıştırıp bakışları Ay kaçıp uçuncaya dek; Zıplarız ileri ve geri Ve peşinden koşarız köpüklü kabarcıkların, Dünya dertlerle doluyken Ve uykusunda sıkıntılıyken. Kaybol git Ey insan çocuk! Sulara ve vahşiliğe Bir periyle, el ele, Çünkü dünya senin anlayabileceğinden. daha çok ağlamayla dolu. Glen-Kar’ın üstündeki tepelerden, Dolaşan suyun dağlardan fışkırdığı yerlerden, Nerdeyse bir yıldızı yıkayabilen, Sazların arasındaki havuzlarda Uyuklayan alabalıklarını araştırırız Ve fısıltılar koyarız kulaklarına Onlara huzursuz rüyâlar veren; Yavaşça uzanarak dışarıya Genç kaynakların üzerinde Gözyaşları döken eğreltiotlarından. Bizimle gidiyor o uzaklara Ciddi-gözlü: Duymayacak artık ineklerin muğlamasını Ilık dağbaşlarında Ya da göğsüne huzur şarkısı söyleyen Ocaktaki çaydanlığı, Ne de kahverengi fareyi görecek birden ortaya çıkıp yulaf ezmesi sandığının etrafında dönen ve dönen. Çünkü geliyor o insan çocuk Sulara ve vahşiliğe Bir periyle, el ele Onun anlayabileceğinden Daha çok ağlamayla dolu bir dünyadan, GİZLİ GÜL Çok uzak, en gizli, ve bozulmamış Gül, Katla saatlerimin saatinde beni; oralarda Otururlar seni Kutsal Mezar’da, Ya da şarap fıçısında, yenik düşmüş rüyaların Karışıklığı ve gürültüsü ötesinde aramış olanlar; ve derin, Uykuyla ağırlaşan, soluk gözkapaklarının arasında Erkekler güzelliğin ismini koydular. Mükemmel yaprakların Çok eski zamanlara ait sakalları, ve yakut ve altından yapılmış miğferlerini sarar taç giymiş Mecusi Papazlarının; Ve gözleri kızılağaçtan yapılmış parçalanan Eller ve Tahtadan Haçın Eski Rahiplerin Buğularında yükseldiğini Ve meşaleleri karartığını görmüş olan kralın; Kral kendini beğenmiş delilik uykusundan uyanıncaya ve ölünceye kadar; Ve rüzgârın hiç esmediği gri bir sahilin yanında tutuşan Çiyin arasında yürürken Fand’la tanışan Ve yeryüzünü ve Emer’i bir öpücük için kaybeden onun; Ve tanrıların acılarını uzaklaştıran onun, Ve yüz tane ana kırmızı renkli çiçekler açıncaya, Ziyafet çekinceye, ve ağlayıncaya dek mezar tepelerinde onun ölüsünün; Ve kibirli, rüya gören kral, tacını fırlatıp atan Ve kederi bir yana itip, ve ozan ve soytarıyı çağırarak, Derin ormanlarda şarap-lekeli boş gezenlerle oturan: Ve işlediği toprağı, ve evi ve eşyaları satmış olan, Ve ülkeler ve adalarda sayısız yıllarca aramış olan onun, Buluncaya dek, kahkahayla ve gözyaşlarıyla, Güzelliği o kadar parlak olan bir kadın Ki erkekler geceyarısı mısır harmanı dövdüler yanıbaşında bir saç örgüsünün; Çalınmış küçük bir saç örgüsünün. Ben de gözlerim Saatini büyük aşk ve nefret rüzgârının senin. Ne zaman yıldızlar çiçek açacaklar hertarafında gökyüzünün, Demirci dükkanında sıçrayan kıvılcımlar gibi havaya, ve ölecekler? Kesinlikle geldi saatin, büyük rüzgârının esintisi gelir, Çok uzak, en gizli, ve bozulmamış Gül? THE SECOND COMING Dönen ve dönen genişleyen dairede Şahin şahinciyi duyamaz; Herşey dağılır, merkez tutamaz; Yalnız anarşi salınır dünyanın üzerine, Kanla-kararmış akıntı serbest bırakılır, ve heryerde Suçsuzluğun töreni boğulur; En iyinin eksiktir inancı, en kötüsü Ateşli şiddetle doluyken. Kesinlikle yakındadır bir açığa vuruluş; Kesinlikle yakındadır İkinci Geliş. İkinci Geliş! Daha bu sözcükler dışarıya çıkarken Ortaklaşa paylaşılan bilincin dünya kadar engin bir imajı rahatsız ederken benim görüşümü: çölün kumlarında bir yerde Aslan vücutlu ve insan kafalı bir şekil, Boş ve acımasız güneş gibi bir bakış Kımıldatıyor yavaş kalçalarını, onun etrafındaki herşey Öfkeli çöl kuşlarının gölgelerini fırıl fırıl döndürürken. Karanlık tekrar iner; fakat şimdi anlarım Yirmi yüzyılın taş uykusunun Sallanan bir beşik tarafından tedirgin edildiğini korkulu rüyaya, Ve hangi azgın hayvan, onun saati en sonunda dönüp başlangıç noktasına gelen, Betlehem’e doğru omuzlarını sarkıtarak yürür, doğmak için? Çeviren: Vehbi Taşar Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.