birunsatan Oluşturma zamanı: Nisan 27, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 27, 2008 Öncelikle bu ünlü ve güçlü be bize birçok yardımı olan düşünürümüz ve üstadımızın bu kitabı gerçekten onu anlamamız ve bizi Öz'e bir adım daha yaklaştırmak için güzel bir kitap. Alınmasını şiddetle tavsiye ediyorum. Bu kitabı okuduğunuzda inancınıza daha bağımlı ve bulunduğunuz bu inançda daha neler yapabileceğinizi göreceğinizi gösteren bir kitapdır. http://www.radikal.com.tr/veriler/ekler/kitap/2004/06/04/hokus.gif İnsan hırsının, insan olma boyutlarını zorlayan ölçülerinin ve bu ölçüsüzlüğün olası sonuçlarının en etkili ifadesi, daha çok ve her şeyi bilmek için ruhunu şeytana satan Faust'tur kuşkusuz. Kendi sınırlarını bilmemenin cezasını ödeyen Faust'un dünyası edebiyat için sınırsız bir malzeme olmayı sürdürüyor. İngiltere'nin ünlü yazarlarından Peter Ackroyd, Türkçeye çevrilen son romanı 'Doktor Dee'nin Evi'nde on altıncı yüzyılda yaşamış bir bilim adamı ve simyacı olan Doktor Dee'nin yaşamından yola çıkarak, insan ruhunun karmaşık labirentinde zorlayıcı bir seyahate yelken açıyor. Kraliçe Elizabeth'in yıldız haritasını çıkartan ve donanma için bir çok çalışmada bulunan Doktor Dee, Ackroyd'un romanında günümüz Londra'sında yaşayan Matthew Palmer'ın hayatıyla kesişen bir çizgide, rüyalar ve hortlakların iç içe geçtiği bir kurguyla yeniden karşımıza çıkıyor. Babasının ölümünden sonra kendisine daha önce hiç haberdar olmadığı bir evin miras kaldığını öğrenen Matthew, hatırlayamadığı çocukluğundan itibaren pek de sevemediği annesinden uzak kalmak için bu garip evde yaşamaya başlıyor. Evde yaşadığı bir takım garip olayların, ev içinde başka varlıkların yaşadığına dair bir takım işaretlerin ardından yaptığı araştırmalar sonucunda bu evin on altıncı yüzyılda yaşamış kara büyücü Doktor John Dee'ye ait olduğunu keşfeden Matthew'un yaşamı birden farklı bir çizgide seyretmeye başlıyor. Matthew'un yaşamıyla garip biçimde paralel olarak seyreden Doktor Dee'nin karanlık yaşantısı ise evrenin ve dolayısıyla insanın farklı evre ve bölümlerini temsil eden bir gösteriyle açılıp, daha karanlık ve korkutucu bir doğrultuda ilerliyor. Sonsuzluğun ve ölümsüzlüğün bilgisine sahip olmak için yanıp tutuşan Dee, bu amaç uğruna her şeyi göze alıp sınırsız bilgiye sahip olabilmek için hummalı bir çalışmaya dalıyor. Ruhlardan haber veren kristaller, rakipler, düşmanlar, bilim ve en sonunda küçük bir tüpün içinde ölümsüz bir insan yaratma projesi iç içe geçip Dee'nin bambaşka bir sona uzanan hikâyesinin parçalarını oluşturuyor. Önce babası, sonra ailesi ve kendisi hakkında inanılmaz bilgi ve gerçeklere vakıf olan, Doktor Dee'nin evinde onun belgeleri ile birlikte uzak ve tüyler ürpertici geçmişine de uzanan Matthew ve bir kristalin ruhlarla bağlantı kurabilmeyi sağlayan özellikleri sayesinde Londra'nın mitik görünümüne ulaşmaya çalışan John Dee'nin iç içe geçen karakterleri haricinde, 'Doktor Dee'nin Evi'nin bir kahramanı daha var: Londra. Tüm eserlerinde Londra'ya büyük bir yer ayıran Peter Ackroyd, bu romanında da bu büyüleyici kente başrollerden birini veriyor. Sokakları, caddeleri, gerek günümüzdeki, gerek on altıncı yüzyıldaki, gerekse ilk kurulduğu yıllardaki puslu ve gizemli haliyle romanın her sayfasında ağırlığını hissettiren Londra, tıpkı Matthew ve John Dee gibi ete kemiğe bürünüyor Tıpkı başı sonu, gerçekliği ve inandırıcılığı asla belli olmayan bir rüya gibi kurgulanan 'Doktor Dee'nin Evi' doğa felsefesinden simyaya, ruh çağırma seanslarından cinsellik içeren büyülere kadar bir çok unsur barındırıyor. Ve Peter Ackroyd 'Chatterton' ve 'İngiliz Müziği'nden sonra bir kez daha Türkiye'deki okurların derin hayal ve düşüne gücüne meydan okuyor. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.