Jump to content

Göçebe Bir Çocuğun Düşler Defteri ; H.Avni Cinozoğlu


schizophrana

Önerilen Mesajlar

Yazar Hakkında

 

1955 yılında Karabük’te doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Safranbolu’da tamamladı. 1977 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Memleketi Safranbolu' da yaşamını sürdürmektedir.

 

Kitaptan

 

Öksüz Kalmayacak Güvercin Şiiri ;

 

Cinozoğlu Üstüne

 

Şiirin taşrası yoktur. Ya da şiir kendi iç sürgünüyle her zaman " taşradır " Şiirin ülkesini kentli diye , kısrsal diye ayıramazsınız. Bölgesel ayrılıklar olsa bile ,gerçek değer taşıyan şiirin - değişik mevsimleriyle , engebeleriyle , akasru ve rüzgarlarıyla , karaları ve denizleriyle- tek bir coğrafyası vardır.

 

Talat Halman

 

IŞIK VE GÖLGEYE SERENAD

 

bulut yağmura bıraktı saçlarını

hüzne döndü

şehrin buğulu camları

martısız düşünemezken Kızkulesi'ni

hicaz şarkılar

son cengimden utkumdan sonra

bu şehir yalnız benimle anılacak

tanyerine akarken ırmaklar

 

kanadı kırık güvercinlerle

dağların mor uçlarını

sarı bir kavisle birleştiren hilâl

kıyısız denizlerdir sığınağımız

pusulardan hayın avcılardan uzak

ağladığım her ayna buğulu

sırrında harika bir ülkenin yolcusu

seyir defterini yaldızlar

 

bu hüznü

iyi tanır

tenha tren garlarında gözlerim

ölüm ne kadar uzaktı

akşamla mızıka çalan çocuklara

şehrin hovarda yüzünü aydınlatan Kızkulesi

seraplar armağan ederdi susuzluğuma

şehlâ bir tebessüm gözlerimde

 

son karanfili de denize bıraktı kaptanın biri

ama hep en son yolcu bendim

kaçaktım firari şehirlerde

 

ey şimal yıldızı

senin ışığın mı

benim kandilim mi aydınlattı şehirleri

uçurumlara sığar mı

yedi telli gökkuşağı

 

kaç tüyü ıslanır

nisan yağmurlarında güvercinlerin

hayat sürer

gazetelere sarılan şehir cesetleriyle

bir kasırgada

yine de deryaları aştı fırtına kuşları

sirenler çalar

yargısız infazlara terk eder şehir beni

 

gizini çözeceğim bir gün bu şehrin

sürerken çağdaş ağıtlarıyla Kerbela

benim eski ve yiğit arkadaşlarım

bu sürgünde kolları bağlı bir kahramanım

yalnız Valide Sultan en sadık metresiydi

Düvel-i Osmaniye'nin

ben uzun bir unutkanlığı yaşamak istiyorum

kendi gölgesini hançerleyen bir deliyim

 

yüreğimin fırtınalarıyla yaşayacağım

n'olur

bulutlar ağlamasın

güller solmasın

serçeler ölmesin

Ey kasvetler şehri

bir tesellisi yok mu

bu kıyamet sefalet dekorunun

 

beni bağışlayacağını muştulayan melek

şiirimin zifafına tanıktı

bir serseri mayındım

suikaste uğrardı hayallerim

ben o şehirde tren dolu kadınlar bıraktım

en hovarda anarşisttim sözcüklerin şatosunda

 

sabahını hanı yağmalarda altına çevirdi sabancı

çiçekler filizlenmedi toprağında

kopardılar zalim elleriyle en hercai gülleri

ne suçu var kıyıma uğrayan karanfillerin

Düvel-i Osmaniye beni dışladı

yalnız annem merhamet etti bana

bir aykırı çocuktum

uçurtmamı devler çaldı

 

kendi revolverimle vurmadan kendimi

dokuz milimlik bir kurşunla

dağıtın usumdaki nihil denizi

yağmurları seven çocuklar

şelaleli uslarıyla

garip mazlum kahramandılar

böyle anıldılar destanlarda

ben de gülleri öksüz kalan bir çocuktum

 

meleğimi Nuh Dağında unuttum

efsane bir sânım kaldı

yıkılmış bozguna uğramış hayatımdan

yenildim mi utku mu kazandım

bu görkemli cenklerimde

aksak Timur'a yenilsem de

hayatımın en son fetretinden sonra

görkemli bir sultanlık kurdum

 

demir bir zırh aradım yine de

yalancı tanyerlerinde

kendime ve dünyaya

bu sefil hayata rağmen

sefil bir palyaço olmadım

O r p h e u s e'nin yitirdiği toprakları kazandım

ışık ve gölgeyeydi serenadım

 

GURBET BENİMLE ANILIR

 

her akşamın bir kasabası vardır

arnavut kaldırımlı sokakları

tahta sandalyeli sinemaları

kış geceleri masal anlatıp

mısır patlattığımız

iki odalı toprak evimizde

hiç rakı içmedim

Abdullah Yüce'den efkârlı bir şarkı dinleyip

 

aşkları erteleyip durdum

küskün bir çiçektim

bin uçurtma yaptım başkaları için

ama benim bir uçurtmam olmadı

 

sanki asırlar var aramızda

bazen de dün gibi çocukluğum

bilmiyordum sözcüklerin düzenini

şimdi yıkılan kentlerin ardından

mutsuzluğun farkına varmak ta

bir mutluluktur diyorum

yalnızlığa tutkun dev ozanlar

ya da çocuk adamlar gibi

 

Ben akşamım

Gurbet benimle anılır

 

O kenti bir kadın gibi severim

ey kitaplar kurşunlar arasındaki gençliğim

sanki aynaya yansıyan her tren

bu kenti terketmiş

sanki her sevdalı hançerlenmiştir

 

telaşını kederini anımsarım

işçi babamın

bir dipçik gibi yüreğime saplanan acıyı

gece vardiyalarında

 

Ben akşamım

Gurbet benimle anılır

Belki bir akşam bu kente bir tren gelir

Belki de yüreğimdeki hicranı alır gider

 

İSTANBUL UNUTKAN YOSMA

 

baktım

İstanbul gurbetteydi

çok ışıklı geceleri

gizliyordu sefaletini

 

ben böyle soylu

böyle sefil şehir görmedim

Üsküdar'da katip yoktu

Beyazıt'ta Neyzen

 

hüzünlü bir manastırda erganun ahengi

İstanbul hareli bir değirmi

değirminin dışında

Islav kederi

 

iki kez aynı poster

İstanbul'un gerdanına takıldı

çalmazdı mazurka

kantocu Peruzlar sahiden yaşadı abisi

 

İstanbul benden efkarlı

Abdülhak Şinasi'yi sevdim diye

İstanbul bana yabancı

Hisarları kaygılı

 

bana sultanlık yetmez

bir ülke yetmez

kasaba kılıklı şovalyeler bile unuttu

en güzel dansını kılıç altında yapan Democles'i

 

iyi bir şovalye sultanlık istemez

bana bir akşam yetmez

şiirin doğduğu enginlerde

bana bir İstanbul yeter

 

ey şehri diyar

Asurlu gözlerini gördüm

Bizans kubbelerini

Aya Sofya'yı Süleymaniye'yi

 

bir mahşeri andıran

Beyazıt Alanı'nda

altın özengiliydi atı Cem Sultan'ın

Sultan Avni en usta bahçevandı

 

yalancı şafaklarına kandım

onyedi yaşımda

yıkıldı ömrümün en güzel düşü

yirmibir yaşımda

 

sevdalısıydım Cahit Sıtkı gibi

Dante görseydi

"Her mihnet kabulüm" derdi

bir gelin odasını andıran İstanbul'u

 

yine bir akşam kaftan giyerim

İstanbul'u birkez daha fethederim

kurulurken Nizam-ı Cedit

Asitane-i Saadette

 

alıp gitmeye geldim

görkemli kanatlarımla

bir İstanbul bulutunu

sedef tâclı Safranbolu'ya

 

şaha kalktığında atım

fethederim gurbeti

hüznü efkarlıdır akşamlarımın

şahı şairiyim İstanbul'un

 

bir pusula armağan edin

evcimen bir geline benzeyen

telaşsız Kızkulesi'ne

İstanbul bulsun dengesini

 

İstanbul'da sırça köşk

sırça köşkte bir Melike

seksen sene Meliktim

bu harika ülkede

 

güzel miydi çocukken

basma perdeli odaları

düğün alay kervan ud sesleri derken

İstanbul kamaştırdı gözlerimi

 

değirmidir Safranbolu'da da

İstanbul kubbeleri

aynıydı tarihin benzersiz aylası

incilerinde takılarında örenlerinde

 

anıtlaşır tarihle

Köprülü Mehmet Paşa

Caminin avlusundaki

güneş saati

 

martıları seyrettim Galata Köprüsü'nden

Urumeli burcuna ben de oturdum

Veli'nin uçarı oğlu

ben de yalnızlıktan başka yoldaş bulamadım

 

ben de bir türkü tutturdum

garibim sevdadır tek hünerim

yıldızlar daha mavidir

İstanbul gecelerinde

 

telgraf tellerinde kuşlar vardı

içimde yapraklanan bir ağaç vardı

onbeş yıl önce

İstanbul'da bir yarim vardı

 

bir bir dağıldı gözpınarlarımda

sevda yağmurları İstanbul'un

başka bir hayata uğurladı beni

"Hayali Cihan Değer" bir dilber

 

o vedayı anlayamadım

puslu bir İstanbul akşamında

yıl dokuzyüzyetmişyedi aylardan kasım

anın tek yadigarı Düşistanın

 

akşam olur

şakiler beni unutur

Celali bir şehirde

sokak lambaları pusludur

 

ben bu yalnız meyhanede neylerim

kadehimde açan karanfili neylerim

ateş ettim Şeker Ahmet Paşa'nın resimlerine

yosmalar beni beklerken Kadıköy'de

 

sonbaharda daha yavuz atlarım

teknemi yılkıya çıkarmayacağım

onunla yaşlanıp onunla öleceğim

mavi hülyasıyla İstanbul'un

 

bu masalı atlı tramvayda uydurdum

 

bahardı gönlüm Erenköy'de

sarışın yarim ahu gözlüm

azıcık kısaydı boyu iriydi memeleri

Marilyn Monroe'ye benzerdi

 

buralara da yağsın yağmurların

buralara da gelsin vapurların

yetmiyorsun İstanbul

bu sürgünde bana

 

İstanbul'da Heybeliada

Heybeliada'da en güzel yaşında

ama azıcık kıskanır Burgazı

"Havada Bulut"ken Sait'in cigarası

 

sonra dağ gibi yıkıldı üstüme

o gökçe diyar

ben Kaf Dağı'nı taşıdım

İstanbul'un anılarını da taşırım

 

karanfil serpen yağmurlarını özledim

bir avcıydım kışın erken kalkandım

ne aradım bilmiyordum bu batık şehirlerde

bu serabı yalancı akşamlarda

 

bu mahzun Dünya'da

bir kederli yolcuydum gemilerinde

yağmur getirirdi bulutları

sevinçle onyedi yaşımda

 

büyük meydanları metal çarşıları

narsist aynalarıyla Kapalıçarşı

ne kadar da taşkındı düşlerim

onyedi yaşlarında kalmış militanlığım

 

gecede karanfil kervanları

sevi olmasaydı umut olmasaydı

göremezdik altın örgülü saçlarını

şiire gül nakışlayan deniz kızlarının

 

meşalesi görkemliydi ilk şairinin

Orpheus'e benzer son şairi

ay yüzlü güzelleri olmasaydı

matem urbası giyerdi İstanbul

 

simgedir bir şehri dişi tanımlamak

İstanbul tanyeri soyunur tüllerinden

sunulmuş bir cennetti ben sultanken

ÜVERCİNKA kanatlandırırdı güvercinlerini

 

ey hayatı yadsıyan şairler

(Ece) lerden daha görkemli

alınlarınızdaki şairlik tâcı

gurbet unutturmadı sizi

 

tanyerine koşar atlıları

Kızkulesi aslında bir handır

içinde tekfurun kızı değil

"Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış vardır

 

yaslı ayrıldım İstanbul'dan

ama bir tılsım armağan etti

elbet söz edecek gurbet burcu

sürgündeki sultanlığımdan

 

taht şehirde sevdim Şirin'i

eski kantoları Tanburi Cemil Bey'i

altın bir tasta sundum Ecelerine

dağların dağların ardındaki suyu

 

bir kardelenim ben

İstanbul'un beyaz steplerinde açan

biliyorum ki artık

hiçbir kemancının kemanı kırılmayacak

 

düşlerimin sınırsız sahrasında

daha kahramanım Gılgamış'tan

dağları deryaları deryaları dağları aşarım

İstanbul'u mahur makamında selamlarım

 

- Günaydın Kadıköy vapuru

- Günaydın Kızkulesi

- Günaydın hülyalı martı

- Günaydın avludaki güvercin

 

en güzel akşamları Üsküdar'a vermişsin

en güzel kadınları Kadıköy'e

ben yalnız değildim

sen yalnız değildin

 

bu yaslı Dünya'da

adın yadigar kaldı

İstanbul yadigar kaldı

karasevda yadigar kaldı

 

özledim herhangi bir sabahını

saçlarım taflan ya da lale

mutlu anılar da biriktirdim

her istasyon mavi bir pencere

 

sen miydin

İstanbul muydu

turunç akasya deniz kokan bir bahardan

bana saçlarını savuran rüzgar

 

ŞAHANE KADINLAR

 

şahane kadınlardı onlar

akşamın pelerini sardığında kenti

geceye aittiler

bir nehir gibiydi dağılan saçları

 

buselik makamıydı bahardı

gönençliydi gönlüm

alev buseler kilitlerdi dudaklarımı

buğuluydu maral gözleri ceren ceylan gözleri

 

bin aynası vardı gecenin

sözcükler damlardı

kırık hayatları anlatırdı kimi

kimi çöküşün bohemini

kiminin bir fırtınayı andıran gençlikleri

kadınların saçlarını çözerdi

bin aynada

 

geceleri ışıtırdı çıplak omuzları

son valsinde kentin

kadınla güzelleşiyordu Dünya

tutsak ederdi gözleri Dünyamı

 

sanki ben coşkun bir denizi kamçılardım.

 

 

KAR

 

 

-Eğer Arz'da gözyaşları toplansaydı, Büyük

Okyanus'tan büyük bir umman doğardı-

 

 

bıldır seneki karda aklı bıldır seneki köyde

bir afsun için kurşun döker şaman annesi

tırnaklarında uğur benekleri

kar yağarken diner içinin acısı

 

bildim gözden önce kalp ağlar

yağsın üstüme şehrin üstüne

Simurg'tan yumuşak bu kar tufanı

divâneliktir divâne gönlümün tesellisi

 

- Beni ayartan bir gölge istemem dünyada

Dünya benim gurbetim

Kar yağarken yıkayın bedenimi

Hâyâllerim kalsın musallada

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...