Jump to content

Fikret Mualla ; Bir Garib Kişi


schizophrana

Önerilen Mesajlar

"Pentürle hayatımı kazanıyorum. Daha ziyade kendimi öldürüyorum. Elimdeki avucumdaki ne ölecek, ne de yaşayacak kadardır. Üstüm başım bitik, ne elbisem kaldı, ne de çamaşır, kış fena halde geldi. Müsait ve biraz şehvetli bir satış yapmak gayretlerini arıyorum. Paris'in ücra bir köşesinde dünyadan uzaklaşmakla uğraşıyorum. Maddi mücadele yoruyor. Sanat bu vaveylalı âlemde tıpkı bir kedi miyavlaması gibi geliyor bu âlem insanlarına

 

http://img517.imageshack.us/img517/8960/muallaqg3.jpg

 

 

Fikret Mualla ( 1903-1967 )

 

Resimleriyle olduğu kadar trajik yaşamıyla da izler bırakan ressam Fikret Muall 20 Temmuz 1967’de Fransa’da öldü ve Paris Kimsesizler Mezarlığı’na gömüldü. 1903’te İstanbul’da doğan Fikret Mualla, Saint Josph ve Galatasaray liselerinde okuduktan sonra, mühendislik öğrenimi için gittiği Almanya’da resme yöneldi, yapıtları çeşitli Alman dergilerinde yayımlandı. 1930’da Türkiye’ye dönen Fikret Mualla, Galatasaray Lisesi ve Ayvalık Ortaokulu’nda resim öğretmenliği yaptı; İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenen Lüküs Hayat, Deli Dolu, Saz Caz gibi operetlerin kostümlerini çizdi. Yeni Adam dergisi için desenler hazırlayan sanatçı, Nazım Hikmet’in Varan 3 adlı şiir kitabını da resimledi. 1936’da bir süre Bakırköy Akıl Hastanesi’nde tedavi gören sanatçı, daha sonra ağabeydin Dino’nun önerisiyle New York Dünya Sergisi’ndeki Türk Pavyonu’nda sergilenmek üzere 30 kadar İstanbul manzarası yaptı. 1939’da Ses dergisi için çizdiği desenlerden bazıları müstehcen bulununca hakkında dava açıldı, davadan beraat ettikten sonra Paris’e yerleşti. Savaş yıllarının bunalımı, yurt özlemi, alkol tutkusu ve büyük bir sorun halinde yaşadığı polis fobisi nedeniyle birkaç kez daha tedavi altına alınan sanatçı, 1954’te Paris’te ilk kişisel sergisini açtı, bunu bir yıl sonra ikinci sergi izledi. Çeşitli sanatseverlerin korumasıyla yaşamını sürdüren Fikret Mualla’nın 1950’lerin sonunda tanıştığı Madam Angles, 1962’de felç olan sanatçının bakımını sonuna dek üstlendi. Yapıtlarında renkçi ve dışavurumcu tutumla fovizmin sentezine ulaşan ressam, Paris’in sokaklarını, kahvelerini ve eğlence yerlerini guvaş, yağlıboya, suluboya ile resme aktardı. Resmin temel sorunlarıyla ve akımlarla bilinçli olarak ilgilenmeyen sanatçı, iç dünyasının etkisiyle, lirik bir anlatım geliştirmişti. Fikret Mualla’nın kemikleri 1974’te yurda getirilerek Karacaahmet Mezarlığı’na gömüldü. Paris’te açık artırmaya çıkarılan resimleri devletçe satın alınarak Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nde bir Fikret Mualla Salonu oluşturuldu. ( alıntıdır )

 

Yapıtlarından bazıları

 

http://img111.imageshack.us/img111/9784/12288031so7.jpg

 

 

 

 

http://img168.imageshack.us/img168/8939/16217410oq8.jpg

 

http://img168.imageshack.us/img168/204/63284376bj1.jpg

 

--------------------

http://img168.imageshack.us/img168/354/49591667yw1.jpg

--------------------

http://img168.imageshack.us/img168/2896/25617699tl6.jpg

 

http://img232.imageshack.us/img232/972/40739929mn5.jpg

--------------------

http://img232.imageshack.us/img232/1721/50242212yu6.jpg

--------------------

Orhan Koloğlu'nun "Fikret Mualla: Bir Garib Kişi" adlı kitabından

 

 

 

".... Başta Neyzen Tevfik olmak üzere sanat çevrelerinin bir sürü kişisi, zaman zaman Bakırköy'ün misafiri oluyordu. Fikret'de Bakırköy Emraz-ı Akliye Hastanesi'nin 27. servisine teslim edildi. Bu seferki, sadece bir alkolden temizleme tedavisi değildi. Ne var ki onda, Neyzen'in rahatlığı yoktu. Neyzen, meyini alsalar bile ney'i ve heyhey'i ile tımarhanede bir imparatorluk kuruyor, kendisine yakın bulduğu insanlar arasında, serbest bırakılıncaya kadar keyifle yaşıyordu.

Neyzen'le aynı hücrede olmak Fikret için şanstı. Herşeyden önce akıllarına gelince küfür etmekte birleşiyorlardı. Neyzen "Sövme Hürriyeti Apolojisi"nde bunu şöyle savunmuştur: "Sövmek sinirleri dinlendirir. Dolayısıyla herkes için meşru haktır. Ben bu hususta hiçbir hudut tanımam... O, büyüktür sövme; diğeri küçüktür, sövme; cahildir, sövme; değeri yoktur, sövme; o halde kime sövmeli? Sorarım size, kime sövmeli? Dolayısıyla sevme hürriyeti olduğu gibi, sövme eşitliği de olmalı. Herkes herkese imkan derecesinde sövebilmelidir."

Beraberce yaşadıkları odada biri ney çalarken, diğeri resim yaparak zamanı dolduruyordu. Neyzen alışkındı:

- İşte böyle evlat! Bizleri böyle arasıra kızağa çekip tamir ediyorlar. Herkese Allah kerim, Fikretle bana da Fahrettin Kerim. Değil mi Mualla?"

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Alaattin Bender'den Mualla hakkında bir yazı

 

BENİM BALONLARIM VARDI

 

http://kahvemolasi.com/sayilar/images/yazi/fikretmualla.gif

 

1995 yılı Kasım ayı. Gazetelerin sanat sayfalarından birinde okuduğum haberde, Vakıfbank Köroğlu sanat galerisinde Fikret Mualla sergisi düzenlendiğini, serginin anısına bir de kitap hazırlandığını öğrenmiştim. Hemen Galeriyi aradım, adresini öğrendim ve ertesi günü öğle arasında, geç kalmak pahasına Sergi salonunda kendimi buldum. Yaklaşık 100 kadar resmin biraraya getirildiği ve "Nakkaş: Fikret Mualla" isminin yakıştırıldığı, (genelde mektuplarında bu mahlası kullanmıştır) sanatçının son paletinin de segilendiği rengarenk görkemli bir sergiydi bu. Sergi ile birlikte Vakıfbank tarafından sanata destek olarak bastırılan aynı başlıklı 192 sayfalık kitabın ön ve arka kapağında Devlet Resim Heykel Müzesi Kolleksiyonuna dahil olan, ellerinde rengarenk balonlarla çocuk ve insan figürlerinin resmedildiği "Balon Satan Kadın" resmi yer almaktaydı. Ne büyük mutluluktur ki, 2000 adet basılan bu kitaplardan bir tanesini de ben edinmiş ve o gün bugündür atölyemdeki mütevazi kütüphanemin baş köşesine yerleştirmiştim.

 

Yazmaya başlarken birden, Fikret Mualla ile Van Gogh arasında büyük benzerlikler olduğunu düşündüm. Öyle ki, sefalet, korku, paranoya ve yalnızlık her ikisinin de yaşamları boyunca peşlerini hiç bırakmadığı gibi yaşamlarının son zamanlarını birilerinin himayesinde geçirmişlerdi. Mualla, bir yandan, Toulouse Lautrec gibi sokaklara dalmış, barların, kafelerin içerisinde gerçekçi gözlemler ile enstantaneler yakalayıp resmetmiş; öte yandan, bir dönemler Ankara'da yaşamış ve alkolün tutsağı olmuş ressam Tuncay Betil ile aynı kaderi paylaşmıştı.

 

Mualla'nın resimlerine ilişkin bazı şahsi yorumlarımı sizinle paylaşmak isterim. Resimleri devinen, hareket eden insanlarla doludur. Figür, resimlerinin vazgeçilmez konusu olmuştur. Desen, dolayısıyla çizgi resimlerinin ana öğelerindendir. Bazen, figürler fondaki hakim renk lekesi içerisinde sadece kontur çizgileriyle belirlenerek arka plana itilirken, bazen de sadece el, ayak gibi uzuvlar çarpıcı renklerle boyanarak biçimin, dolayısıyla resmin dışavurumu sağlanmıştır. Örneğin, iki müzisyeni resmederken piyanistin bacaklarına sarı bir pantolon giydirip diğer müzisyenin saksafonunu sarıya boyarken, her iki müzisyenin de yüzlerini yeşile boyamış, diğer biçimler ve mekan kahverengi fonda eriyip kaybolmuştur. Çizgileri tedirginliğini anlatır gibi titrek, kesik ve kırıklı çizgilerdir. Van Gogh gibi, onun resimlerinde de sarı rengin ve tonlarının olmadığı bir resim hemen hemen hiç yok gibidir. Mavilerle yapılmış en soğuk resimlerinde dahi hep bir sıcaklık vardır. Öte yandan en az Fovistler* kadar çarpıcı ve yoğunlaştırılmış renk tonlari ile gerilim yaratan renkleri ustaca bir arada dengelemesini bilmiştir.

 

http://kahvemolasi.com/sayilar/images/yazi/kahverengi7.jpg

 

 

1903 yılında İstanbul'da doğan Fikret Mualla'nın küçükken bir kaza sonucu topal kalması, annesinin genç yaşta İspanyol nezlesinden ölümü, babasının çok geçmeden yeniden evlenmesi onun sinirli ve uyumsuz olmasına yol açar. Galatasaray Lisesi'nde okurken Almanya'ya gönderilmesini evden atıldığı şeklinde yorumlar. Orada resim sanatı ile ilgilenir. 1928'de alkol tutkusu nedeniyle tedavi görür. Sonrasında Paris'e geçerek Paris'in sanat çevresinde yaşar ve sürekli resim yapar. 1930'ların başında Türkiye'ye döner. Bu dönemde, resimlerinde Eyüp Sultan'ı, Balıkpazarını, Karacahmet'i konu almış; Lüküs Hayat gibi operetler için kostümler çizmiştir. Bir ara resim öğretmenliği yapmaya yeltenmişse de sonrasında vazgeçmiştir. Bir süre yanlış yorumlanan sözlerinden dolayı önce sorgu ve takibata uğramış, sonrasında Bakırköy'de gözetim altına alınmıştır. Böylelikle ölümüne değin süren polis korkusu başlamıştır. 1939 yılının ilk günlerinde bir daha geri dönmemek üzere İstanbul'dan ayrılır.

 

Savaş yıllarında kendini Paris'in renkli sanat ortamında buldu. Refah yüzü görmedi, mutluluk nedir bilmedi. Açlık, sefalet çekti. İç sıkıntılarını bir taraftan resim yaparak öte yandan alkol alarak gidermeye çalıştı. Bir şişe şaraba, bir öğle yemeğine resim çizdi. Fransa'da da depreşen paranoyaları, rahatsızlıkları nedeniyle yolu zaman zaman akıl hastanesine düştü.

 

Hıfzı Topuz, 1953'de Mualla'yı ilk kez Montparnasse yakınlarında köhne bir apartmandaki atölye-evinde ziyarete gittiğinde büyük ressamın evinin bütün eşyasının divan, masa ve sehpadan ibaret olduğunu, duvarlarda çerçevesiz tuvaller, masa altında eskizler, palet ve boya tüpleri ile masanın üzerinde natürmort'larına konu olmuş birkaç armut, elma, patlıcan ile birkaç baş soğandan ibaret olduğunu görmüştü. "Bohemliğe hiç merakım yok" diyor, ama Bit pazarından yukarı çıkamadığı için hayat şartlarının onu zorla bohem yaptığından yakınıyordu. Sanat endişesinden bahsederken de "Ne isterlerse onu yapıyorum" diyerek sipariş resim yaptığından da bahsediyor ve "Eğilmiyorum, ilerlemiyorum da. Orta yerde kalıverdim" diyerek sivrilmekten korktuğunu belirtiyordu. Hayatını yalnızca fırçası ile kazanıyor, yaptığı resimleri galerilere bırakıyor, onlar ne verirse onunla yetiniyordu. O yıllardan itibaren Paris'in en meşhur ressamları ile birlikte olmuş, hatta Picasso ile tanışmış ve Picasso, ona çok beğendiği bir resmini hediye etmişti. Ancak, dönüşte, elindeki resmi gören önceden tanıdığı kolleksiyoner bir hanımın aşırı ısrarına dayanamayarak tabloyu ona satar. Mahçubiyetinden bir daha Picasso'yu ziyaret edemez. 1954 yılında açtığı sergi ile Paris sanat çevresinde kendine yer edinir. Daha sonra resimlerinin sürekli müşterisi olan Madame Angles ile tanışır. 1962'de felç geçirdiğinde yardımlarını esirgemeyen bu hanımefendinin himayesine girerek Nice yakınlarında Reillane'deki evine yerleşir. Madame'ın bu yardımına karşılık olarak yaptığı tüm resimleri bu hanıma verir. Sonuçta, 28 yıldır vatan hasretiyle tutuştuğu İstanbul'u bir daha göremeden 1967 yılında bu sakin beldede öldü ve Paris'e ilk geldiğinde tanıştığı Hale Asaf ile aynı kaderi paylaşarak Kimsesizler Mezarlığı'na gömüldü. Mezarı, ancak 1974'de Karacaahmet'e nakledilebildi. Taha Toros'a göre gerçekte Mualla, Hale Asaf'a gönül vermiş, ancak topallığı nedeniyle beklediği karşılığı görememişti. Ömrü boyunca sakatlığının ve içkili sıralarındaki çirkinliğinin üzüntüsü içinde yaşamıştı."

 

 

...Doğru, bu bezirganların hakları var. Resim yapmak, resim yaptırmak zengin cemiyetlerin lüksüdür ve ben leblebiciler arasında bir ucubeyim. Ben bu kitle içinde onlarca bir deliyim. Nitekim bence de, beni resim yapmaktan uzak tutan herhangi bir kimse de benim düşmanımdır ve ben de ruhen fakir bir cemiyetin ve tufeyli zenginliğinin müthiş düşmanıyım. Benim gibi düşünenler de yok değil. Onlarla buluşunca rahatım. Fakir fakat bahtiyarım. Fakat onlardan ayrılınca yalnız kalıyorum. Düşenin pek dostu yoktur Leblebistanda." Sözleriyle resim tutkusunu ve yalnızlığını ifade etmiştir. Öte yandan Bedri Rahmi Eyüboğlu, Mualla'nın hayata bakışını şu sözlerle anlatmıştır: "Bir ressam tasarlayın ki, aklına estiği zaman resim yapmaktan başka hiç bir şeyden sorumlu değil. Haftada üç gün aç susuz dolaşmayı göze almış: Kırlarda böğürtlen toplarcasına sokaktan izmarit toplayıp içiyor. Eşin dostun yardımıyla birkaç resim satabilirse ilk işi en sert içkilerle kafayı çekmek, en pahalı yiyeceklerle karnını doyurmak ve en sunturlu küfürlerle etrafındakileri kasıp kavurmak oluyor."

 

Batılı kaynaklarda kendi adından söz ettirebilmiş ilk Türk sanatçısı olup, Türk Resim Sanatımızda ayrıcalıklı bir yere sahiptir Fikret Mualla. Başlangıçta yok pahasına sattığı resimleri bugün müzayedelerde en yüksek fiyatlara satılmaktadır. Bir örnek, Nisan ayında düzenlenen bir müzayedede "Mavi Göl" isimli resmi 33 milyardan başlayan açık artırmada 44 milyara satılmıştır. Zamanında sanatın ve sanatçının değerini bilenlere ve ilgilenenlere duyurulur.

 

Huysuz, saldırgan, uzlaşmaz ve küfürbaz kişiliğine, yaşamındaki savrukluğa ve düzensizliğe karşın, resimlerindeki renkçi, uysal görüntüler ile konuya ve üsluba hakim oluşu bir çelişki gibi görülse de resimleri onun kişiliğini yeterince dışa vurmaktadır. Genellikle, çok hızlı çalışabilmesini teminen renkli fon kağıtları üzerine guvaş* tekniğiyle çalışmış; çağdaş akımlara katılmadan içinden geldiği gibi öznel, coşkun ve lirik resimler yapmıştır.

 

Portrelerinde genellikle kadınları çizmiş, natürmort resimlerinde şarap şişeleri hiç eksik olmamış, kafe-bar ve meyhaneleri konu alan resimlerinde insan ilişkilerinin iç yüzünü de irdeleyen konuşan, sohbet eden figürler, garsonlar ile orkestra ve müzisyenlerin resimleri ile iskambil oynayanlar yer almıştır. Sokaklarda gezinen, rastlaşan hep de kadın figürlerinin olduğu, hatta kendisinin Madame Angles ile olan kavgasını da resimlediği sokaktaki insanlar dizisi, çocuklar ve kadınlar ile birlikte balonlu resimleri, nü'leri ile domuz, maymun, papağan, boğa gibi sanki insanların iç dünyalarında saklı kalmış yanlarını anlatmak istercesine hayvan resimleri, balıkçılar ile teknelerin de yer aldığı manzara resimleri onun resim yelpazesinin ne denli zengin olduğunun bir göstergesidir. 12.11.1953 tarihli hastanede bekleyen insanların hallerini irdeleyen çizgi ağırlıklı guvaş resmi gerçekten çok anlamlıdır.

 

Bundan sonra, şarap kadehinizi kaldırırken bir kez de "Fikret Mualla için" kaldırmanızı ve yudumlarken onun resimlerindeki tadı duyumsamanızı diliyorum. Yolu İstanbul'a düşenler, İstanbul Modern'de Fikret Mualla anısına sergilenen hayat dolu resimleriyle buluşabilir.

 

Öte yandan 7. ODTÜ Sanat Festivali ve ÇAĞSAV'ın Ankara Sanat Fuarı gerçekten görkemli sergilere sahne oldu. Fuarın bu yılki onur konuğu Özgün baskı sanatçısı Sn. Mürşide İçmeli idi. Yaşasın Sanat.

 

guvaş* boya : su ile inceltilen ve tüpte saklanan bir tür yoğun sulu boya

Fovist* : "Fauvism" sanatının takipçisi sanatçılar (örnek: Henry Matisse.)

 

Kaynakça: Ekim 1995 tarihli Vakıfbank "Nakkaş: Fikret Mualla" sergisi kataloğu.

 

Alaattin Bender

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

http://www.thy.com/images/skylife/1-2007/284/19_284mualla_reillane.jpg

 

http://www.look-art.com/sanatcilar/fikret_mualla/images/fikret_mualla_1.jpg

 

http://www.yapi.com.tr/V_Images/haberler/Etkinlik/25796.jpg

 

http://static.flickr.com/59/212019453_138e36ae99.jpg

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...