Jump to content

Yazını Paylaş


sidarta

Önerilen Mesajlar

lütfen burda yazdıklarınızı paylaşın...makale öykü senaryo ne isterseniz...bence biraz da böyle tanımak iyi olur hepimize....

bir yazıyla başlıyorum

 

 

*----------------------------------------------------------------*

 

AHLAKSIZ MAKALE

İlk insanın varoluşundan beridir oluşan toplum inancının insanlara verdiği ilk tepki menfaat olmuştur.Çünkü ortak insan düşünüşlerinden ve yaşayışlarından doğan birliktelik;topluluk adı altında bir kurallar zinciri sayesinde,bireylerin özgürlük haklarını korumaya çalışmıştır.Bu özgürlük hakları,bireysellikten doğan yaşam isteğinin nedenselliğinde yavaş yavaş genelleşmiş ve birlikte yaşayan insanların ortak menfaatlerinin uzlaşma noktası haline gelmiştir.Tabii ki;bu uzlaşma noktasına gelinene kadar yaşanan özgürlük çatışmaları, menfaatlerin tezatlığından doğan ve her kazanç için karşıdakine bir kayıp oluşturan kaoslardır.Ve ne yazık ki bu kaoslar halen devam etmektedir.Kaosun insan hayatında inkar edilemez bir olgu oluşu insanları tapınmaya ve bu tapınma sonucu oluşan ortak değerlerle,kural bağlamında,hayatlarını düzene sokmalarına gebe olmuştur.Bu doğuran olgunun yüzyıllar boyu yine menfaatlerle değişime uğramış düzenleyici ve aynı zamanda -kısmi de olsa- despot çocuğu;bu devirde karşımıza ahlak adıyla dikilmiştir.

Nasıl ki yeni doğan bir çocuk etrafındakilerin yüklemeleriyle ve bu yükü varolan bir bilincin üstüne oturtmasıyla kişiliğini meydana getirirse,insanlar da kültürlerini ahlaklarına bir yuva yapıp onu istediği gibi şekillendirmiştir.Bu şekillendirmenin oluşturduğu çeşitlilik kültür farklılıkları olan bireylerin çatışmalarına destek verip insanları bireysellikten çok bencilliğe iterken varolan kaos dairelerini genişletmiştir.Sonuçta her kazancın bir kaybediş getirdiği menfaat dünyasının korları yavaş yavaş alevlenmeye başlamış ve insanlığı sınıflaştırmıştır.Artık düzen sınıfların kavgası;hep kazananlar ve hep kaybedenler olarak bir menfaat faşizmi haline gelmiştir.

Kazanışların verdiği kuvvetle üst sınıfların artık bir yönetim haline gelmeleri teokrasi ve monarşinin doğuşu haline gelmiştir.Bu şekilde ahlak ve kültür birikimlerinin kullanımı doğrultusunda başlayıp sömürüye kadar götürülen yönetimler bireyleri isyana sürüklemiştir.Her varoluşun tezatı olduğu düşünülürse isyanların getirdiği demokrasi anlayışı;ahlak kuralları vb. bütün menfaatçiliği yıkıp objektif kurallarla bir düzen sağlama çabası olarak karşımıza çıkar.Fakat bu çaba yine bireyselliğin etkisiyle iktidar kavgalarının ve neticesinde ayrılımların yaratıcısı haline gelmiş;demokrasi araç değil de amaç olmuştur.Yani barış ve özgürlük için demokrasi istenmiş,demokrasi amaçlı iktidar mantığı yaratılmıştır.Artık insanlar sınıfa karşı sınıf yarattıklarını anlamayacak kadar çok sınıfa ayrılmıştır.Şimdilerde bu sınıf mantığı bir yerde yerini bireysel menfaat ve o menfaati korumaya uğraşan alt bireylere sürüklenmiş olarak görülmektedir.Öyle ki,eski sınıf kavgaları ahlak tabanlı bir kültür paylaşımıyla yürütülürken,artık;kültürsüz ve bireyci bir ahlak anlayışıyla,işverenin işbölümü şeklinde yozlaşmıştır.

Kısacası;adı ne olursa olsun,insanların özgürlük ya da menfaat koruma isteği altında oluşturduğu tüm kurallar her zaman kendi kendilerini yok etmeye muktedir olmuşlardır.Şimdi;sorulan evrensel kültürse,onun alt katı olan ahlak çözülmesi gereken nasıl bir denklem yaratır?Ya da tam tersi sorulsa nasıl aydınlatılabilir? Açmak gerekirse "Kültür mü ahlaktan,ahlak mı kültürden?" sorusuyla yola çıkılsa;hangisinin yok edilmesi ya da düzeltilmesiyle sağlanır kayıpların sonu?Bireysel bir yapıda ele alınan menfaat ve sonuçlarından biri olan ego tatmini ahlak ve kültürün ağır yükü değil mi?

Cevap veremedik değil mi!...

Çünkü cevap "bence"lerde gizli...

 

 

moria

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Soğuktu hava...Hıncını almak istercesine etrafı hırpalayan yağmurdan onun camı da payına düşeni alıyordu....Soğuktu hava ve üşüyordu her şey...Soğuktu ve titreyen yapraklar gibi titriyordu kız hem soğuktan hem ruhunu kavuran yanlızlıktan....Dünyada bir başınaydı sanki...Birbaşına ve ağlamaklı....Camı döven yağmur damlaları mıydı onu üşüten yoksa gözlerinden süzülen hüzünlü göz yaşları mıydı bilemiyordu kız...Yatağının üstüne oturmuş yalnızlığının etkisinden kurtulmak için boşluğa seslendi çaresizce...Ve beklentisiz...Çünkü yanındayken onu duyamayanlar vardı etrafında...Boşluğa seslense neye faydaydı...Ama seslendi yine de çünkü yalnızdı...Ama seslendi tekrar tekrar havanın soğuğuna göz yaşlarının tuzuna rağmen sonsuzluğa...Ve fısıldadı en masum bebekten daha masum bir tavırla..."Bul beni"....Bilmiyordu ki hayatta imkansız diye birşey olmadığını...Bilmiyordu ki yanındakiler onu duymuyor olsa bile bir yerlerde onun fısıltısını duyacak birinin nefes aldığını ondan habersiz....Ve gerçekten de biri duydu fısıltısını boşlukta "bul beni"...Çocuk ta üşüyordu esnada ve aslında o da fısıldamak istiyordu sonsuzluğa "bul beni" diye ama ona bile gücü yoktu....Üşüyordu ve ağlıyordu o da...Ve o da bilmiyordu onu üşütenin yağmur damlaları mı yoksa göz yaşları mı olduğunu....Ama duydu işte nasıl olduysa...Tekrar tekrar duydu "bul beni"....Ve herkesin ne diyeceğini umursamadan düştü sesin peşine....Çünkü beyninden söküp atamıyordu o sesi.."Bul beni"....Aradan kaç zaman geçti bilinmez Tanrı onları ikisinin de aklının ucundan geçmeyecek bir yerde bir araya getirdi....Kız unutmuştu aslında söyledğini bile ama çocuk unutamadı duyduğu andan beri...Hayatına anlam katacak olan biri ona seslenmişti çünkü "bul beni"....Ve bi gece ikisi de şans eseri bu konuyu hatırlattı birbirine "bul beni"...Çocuk şaşkındı ve tabi kız da...Çocuk ilk defa ürkek bir kediye dönmüştü korkuyordu....Çünkü ne olabileceğini kestiremiyordu artık...Bi ses duymuştu zamanında "bul beni"...Ve şimdi sesin sahibini bulmuştu ve merak ediyordu acaba hala diyor muydu diye "bul beni"....Sonra çocuk dayanamadı ve haykırdı sen benim hayatımın anlamısın diye....Kız sustu...Kız korktu...Çünkü başka birine yüklemişti o anlamı ve şimdi şaşkındı...Kız çocuğa seninle biz olamayız dedi...Çocuk yıkıldı...Ama yılmadı...Haykırdı Tanrıya..Sen değil miydin ona "bul beni" dedirten...Ve sen değil miydin Tanrım bana onun dediği lafı ileten.."Bul beni".....Ve çocuk herşeye rağmen pes etmeyeceğim diye haykırdı...Ve son nefesine kadar bekleyeceğine dair yeminler etti çaresizce...Bekleyecem dedi....Bi gün anlayacaksın seninle kaderimizin bir olduğunu dedi...Ve kainatın son günü bile olsa ben fısıldıyor olacağım dedi çocuk sensiz saklandığım karanlıklarda sonsuzluğa...Tek aşkım "bul beni"....Ölmeme tek nefes dahi kalsa...Bir tek kalp vuruşu zamanım bile olsa seni sewmekten vazgeçmeyeceğim....Tek aşkım "bul beni"...(Başımdan geçen bi olay...Bişiler yazayım dedim...Benim hikayem de bu işte...)Buraya da paylaşırız ayıp ettiniz:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

YOLCU-LUK-LAR

 

Yürü yürü bitmez yollara gebe kalmış hayatlarda gergef olmuşuz.İşliyorlar ruhumuzu;bir oradan sokuyorlar iğneleri bir buradan.Ne yapmalı bu acıları ki,bir ahenkle sarsılsın ve işlensin en güzel oyalar.Aslında artık yürümekten de bıkmış ya;belki de,medeniyet tembelliği bizimkisi otobüs koltuklarında.Ama değişmeyen bir yol var gidilen.Ve bu yolda yanımızdakiler...Koltuk yanlarında,koltuk arkalarında başlayan bir amaç birliği ve mola yerlerinde kurulan paylaşımlar...

Ben bu paylaşımları ve amaçları tiyatroda da görüyorum.Öyle ki koltuklar benzer zaten;ya paylaşımlar!İnsanların uzun yollarda yanında oturanla ilk saatlerde konuşmama gibi bir alışkanlığı var.Tabii ki hepsi değil!Fakat ilk mola yerinde bozulan bu bireysel tavır yerini ilginç muhabbetlere bırakıyor.Tiyatro salonuna giderken her seyircinin ortak amacıdır;oyunu izlemek,tıpkı son otogarda inecek onlarca yolcu gibi.Ve oyun başlar...artık mola yerindedir insanlar.Her biri farklı amaçlarla bakar sahneye,farklı duyguları yine farklı olan imgelemlerine ekler ve yorumlar kendini.Her biri farklı amaçlarla konuşmaya başlar yanındakiyle;kimi canı sıkıldığı için,kimi gittiği yer hakkında övgülerle memleketini mikro milliyetçi tavırlarla temsil adına.Farklı yerlerden,faklı isimlerden,farklı anlamlarla dinler insanoğlu birbirini.Oysa aynı paydanın birer payı olan yolcu ve yolculuklar,insanın içindedir.Algılarıyla paylaştığı her şeyi o ana kazır ve getirmeyi unutur yanında.Bu yüzdendir, ülkede eleştiri az yapılır,bu yüzdendir,ben izledim alacağımı aldım inancı,bu yüzdendir yolculuk bitti artık yolcu değilim inancı...

Bırakalım artık menfaatimizi kurcalamaktan;nerden ne çıkar kaygısından,kısa dostluklar en az zarar verenlerdir anlayışından.Biraz da ortak yanlarımızı kurcalayalım; yalnızken ağlarken birlikte gülersek,oyunu ayakta alkışlayıp yarın ona küsersek kendimizi kandırırız.Herkes kendini kandırırsa da ne gerçek kalır ne oyun.....

 

 

moria

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Daha fazla yürümedim;Yürüyebilirdim ama yürümedim.Belki de sadece kendimi kandırıyordum,bir adım atacak halim dahi kalmamıştı ve sadece bitkinliktendi kendimi bu tekinsiz ormandaki ulu çınarın gövdesine yaslayışım.Yiyecek pek bir şey kalmamıştı,ama zaten aç ta değildim henüz.İlerde sisli dağların güney yamaçlarında orman ile çöl arasındaki sınır net bir şekilde gözüküyordu.Aylarca o çölde yürümüştüm.Ama şimdi burada zamanın hiç bir önemi yoktu,hiç bir kertenkele aceleyle koşturmuyordu.Hava kararıyordu.Ağaçların aralarında fısıldaştıklarını duyabiliyordum.Ormndan baykuşlar eksik olmuyordu geceleri yarasalar da cabası.Bazen küçücük bir çocuk gibi korkabilmek istiyordum.Korkamıyordum.Binlerce gece geçirdim bu ormanda ağaçlar bana alışana kadar.Çoğu kinciydi ağaçların,Bazılarında ise yüzbinlerce yıllık mazilerinin onlarda bıraktığı haklı bir kibir vardı.Sustum.Günlerce sustum belki de yıllarca.Tam 10 güneş ve ay tutulması gördüm aynı ormanda.Sessizdim yalnızdım ve dahası çok da huzurluydum.Ormandan büyücüler gelip geçiyordu,hoş böyle yerde normal insana rastlanmaz ya.Geceleri kadim bir ormanda yürümek gibisi yoktur.Yürüyordum.İnadına doğuya doğru.Bulacaktım elbet engin denizler oradaydı.Yıllarca yürüdüm gece,gündüzdurmadan ama ağır ağır zevk alarak.Gecelerimi artık ormanın bu kesiminde çokça bulunan anka kuşlarının ışıklarıyla paylaşıyordum.Burda ağaçlar daha dost canlısıydılar.Bana kendi dillerinde destanlar anlattılar uzun uzun,dinledim.Hiç konuşmadımSadece susup dinledim onları.Artık uzun sakallarım yeşermişti.Büyücüler gelmiyordu ormanın bu kısmına.Burası ormanın kalbiydi adeta.Tek boynuzlu atlar koşuşturuyor,elflerin elleri arp tellerinde ustalıkla dolaşırken latif lisanlarıyla şiirler okuyorlardı.Ve bir gün kadim bir meşe ağacıağacı gülmeyi öğretti bana.Artık Hepsine gülümsüyordum.Burda hiçbir hiyerarşinin olmadığı gibi en ufak bir husumette yoktu.Öğrenmek değil anlamak önemliydi artık ve hissetmek .Konuşulmazdı laf ola beri gele söylemler.Yalnızca sanat vardı.Kahramanlıklar,büyük aşklar anlatılırdı geceler boyu.Hâlâ suskundum.Daha da yürüdüm.Üstüme yapışan yorgunluk ilk günden beri silinmemişti.Ruhum hala daha karanlıktı ve acı içimde gizli bir noktadan ruhumu esir alan karanlığa hükmediyordu.Yürüdükçe bana öğreten ağaçların sayısı artıyordu.Orman hep loştu.Ne geceleri çok kararıyor,ne de gün parıldıyordu.Yaşlılığım bitmişti.İnsanlar arasında "yaşlı" denilecek sınırı çoktan aşmıştım.Artık ağaçlar bana meyvelerini bile ikram ediyordu.Bense hala yürüyordum.Ve bir gün orman bitti.Vedalaşmalara yer vermeden engin denizleri buldum.ormanın sonunda çok büyük bir kayın ağacı vardı.Kimsenin kal demesini beklemezdim.Zaten kal deseler de kalmazdım.Engin denizlere kavuşmuştum.Amacı bu değil miydi yolculuğunun,ölümü aramıyor muydun?İşte ben.Ölüm benim dedi bir anda ağaç.Beklediğim kadar dramatik değildi."Sana gülmeyi öğreten meşe gibi,sana ormandaki ilk gecende birşeyler aşılayan o büyük çınar gibi,sana duygularını belleten bütün o ağaçlar gibi büyüğüm işte.Benim de güzel yapraklarım heybetli dallarım var.Benim görevim de sana pişmanlığı öğretmek.Denizlerde ormanda yürüdüğün gibi yürüyemezsin boğulursun.Syhrenlerin şarkıları,balık pullarındaki ışık oyunları cezbedicek seni,ama hep dengeli ol."dedi kadim ağaç ve ilerledim.Ölümü geçtim,üzerimdeki yorgnluk ruhumun karanlığıyla birlikte silinip gitti o anda ayaklarım ıslanmıştı.Kadim ağacın sesini duydum etraf hiç olmadığı kadar kararmıştı."Eğer iyi yüzersen elfler karşı kıyıda elleri arp tellerinde bekleyecekler seni,lakin engin denizlerde sözlerimden şaşarsan elflerin elleri ok yaylarında olacak"

Ağacın sözleri karanlıkta boğuklaşarak yok oldu soluk alamıyordum ve ışık geldi sonra.Ancak duyduğum sese bir anlam veremedim:

"Tebrikler nur topu gibi bir oğlunuz oldu"

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ZAMANYOLU

 

Ayrık zamanların saati gibisin

Her tik tak ayırıyor seni,

Her an,bir adım gibi giriyor aramıza,

Sen,çalmadan geçen alarm gibisin,

Beni buralara bağlayan,o,uyarıcı gibi...

Ne zaman uyansam ,senin çığlığın asılı duvarda

Senin kaygılarında varolur gibiyim

Bana senden kayıp bıraktığın hediyede,

Bu ıssız düşünceler gibi gizli

Senin sessizliğinde uyanmış bir kuş var

Ötüşüyor,yırtıyor geceyi,

Yırtıyor gecemi,sana ve bana inat...

Gözlerinde bir buğu var;

Göremiyorsun ya da kapatmışsın yetini

Ben orada,sen oranın ardında

Ben izliyorum,sen gidiyorsun hala;

Ben saniyeleri saydıkça

Sen saatlerce kaçıyorsun

moria

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

MED-CEZİR

 

ironik düşlerin

gizemli fahişesi

bin yıllık bir parşömenin

silik cümleleri gibi

 

silik ve anlaşılmassın

düşlerimde

 

ve her gün elini tutup saçını

okşadığım,

kızıl sevdam gibisin

med-cezir gecelerimde.

malcomx:)

arada karaladığım şiirlerden...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

lütfen burda yazdıklarınızı paylaşın...makale öykü senaryo ne isterseniz...bence biraz da böyle tanımak iyi olur hepimize....

bir yazıyla başlıyorum

 

 

*----------------------------------------------------------------*

 

AHLAKSIZ MAKALE

İlk insanın varoluşundan beridir oluşan toplum inancının insanlara verdiği ilk tepki menfaat olmuştur.Çünkü ortak insan düşünüşlerinden ve yaşayışlarından doğan birliktelik;topluluk adı altında bir kurallar zinciri sayesinde,bireylerin özgürlük haklarını korumaya çalışmıştır.Bu özgürlük hakları,bireysellikten doğan yaşam isteğinin nedenselliğinde yavaş yavaş genelleşmiş ve birlikte yaşayan insanların ortak menfaatlerinin uzlaşma noktası haline gelmiştir.Tabii ki;bu uzlaşma noktasına gelinene kadar yaşanan özgürlük çatışmaları, menfaatlerin tezatlığından doğan ve her kazanç için karşıdakine bir kayıp oluşturan kaoslardır.Ve ne yazık ki bu kaoslar halen devam etmektedir.Kaosun insan hayatında inkar edilemez bir olgu oluşu insanları tapınmaya ve bu tapınma sonucu oluşan ortak değerlerle,kural bağlamında,hayatlarını düzene sokmalarına gebe olmuştur.Bu doğuran olgunun yüzyıllar boyu yine menfaatlerle değişime uğramış düzenleyici ve aynı zamanda -kısmi de olsa- despot çocuğu;bu devirde karşımıza ahlak adıyla dikilmiştir.

Nasıl ki yeni doğan bir çocuk etrafındakilerin yüklemeleriyle ve bu yükü varolan bir bilincin üstüne oturtmasıyla kişiliğini meydana getirirse,insanlar da kültürlerini ahlaklarına bir yuva yapıp onu istediği gibi şekillendirmiştir.Bu şekillendirmenin oluşturduğu çeşitlilik kültür farklılıkları olan bireylerin çatışmalarına destek verip insanları bireysellikten çok bencilliğe iterken varolan kaos dairelerini genişletmiştir.Sonuçta her kazancın bir kaybediş getirdiği menfaat dünyasının korları yavaş yavaş alevlenmeye başlamış ve insanlığı sınıflaştırmıştır.Artık düzen sınıfların kavgası;hep kazananlar ve hep kaybedenler olarak bir menfaat faşizmi haline gelmiştir.

Kazanışların verdiği kuvvetle üst sınıfların artık bir yönetim haline gelmeleri teokrasi ve monarşinin doğuşu haline gelmiştir.Bu şekilde ahlak ve kültür birikimlerinin kullanımı doğrultusunda başlayıp sömürüye kadar götürülen yönetimler bireyleri isyana sürüklemiştir.Her varoluşun tezatı olduğu düşünülürse isyanların getirdiği demokrasi anlayışı;ahlak kuralları vb. bütün menfaatçiliği yıkıp objektif kurallarla bir düzen sağlama çabası olarak karşımıza çıkar.Fakat bu çaba yine bireyselliğin etkisiyle iktidar kavgalarının ve neticesinde ayrılımların yaratıcısı haline gelmiş;demokrasi araç değil de amaç olmuştur.Yani barış ve özgürlük için demokrasi istenmiş,demokrasi amaçlı iktidar mantığı yaratılmıştır.Artık insanlar sınıfa karşı sınıf yarattıklarını anlamayacak kadar çok sınıfa ayrılmıştır.Şimdilerde bu sınıf mantığı bir yerde yerini bireysel menfaat ve o menfaati korumaya uğraşan alt bireylere sürüklenmiş olarak görülmektedir.Öyle ki,eski sınıf kavgaları ahlak tabanlı bir kültür paylaşımıyla yürütülürken,artık;kültürsüz ve bireyci bir ahlak anlayışıyla,işverenin işbölümü şeklinde yozlaşmıştır.

Kısacası;adı ne olursa olsun,insanların özgürlük ya da menfaat koruma isteği altında oluşturduğu tüm kurallar her zaman kendi kendilerini yok etmeye muktedir olmuşlardır.Şimdi;sorulan evrensel kültürse,onun alt katı olan ahlak çözülmesi gereken nasıl bir denklem yaratır?Ya da tam tersi sorulsa nasıl aydınlatılabilir? Açmak gerekirse "Kültür mü ahlaktan,ahlak mı kültürden?" sorusuyla yola çıkılsa;hangisinin yok edilmesi ya da düzeltilmesiyle sağlanır kayıpların sonu?Bireysel bir yapıda ele alınan menfaat ve sonuçlarından biri olan ego tatmini ahlak ve kültürün ağır yükü değil mi?

Cevap veremedik değil mi!...

Çünkü cevap "bence"lerde gizli...

 

 

moria

 

belki de yanıtlanması gereken ilk soru; zorunlu bir gereksinimle ortaya cıkan uzlasmadan daha öncesine yönelık olmalı?

insan davranısları kosullarla sekıllenıyorsa eger,insan tabiatı hakkında nasıl dogru bır hüküm verebiliriz ki?Köseye sıkıştırılmıs bır hayvan nasıl olmadık tepkıler verebılıyorsa kanaatimce biz de öyle davranıyoruz...

insan yaradılışında bencil,menfaatçi,acımasız ve savaşçı olmayabilir..olmamalıdır da..yaşayan hersey gıbı ön planda istenilen huzur değıl mıdır?

temelde hiç de ıstemedıgı ama zorla rol almak durumunda kaldığı,üstüne özünü de bilmediğin bir oyuncuyu yargılamaktansa önce senaristi dinlemek ısterim...kültür de ahlak da yapay kavramlar..olması gerekıyordu,oldu...

kaos özellıkle olusturulmus bır komedi...senarist bu durumda ınanclı bır ınsan ıcın yaratıcı olur,ateist bır ınsan ıcın sınırlandırılmıs kısıtlı kaynaklı dünya...fark etmez...

ben en azından böyle degerlendırıyorum:D

dedikten sonra,

'Kültür mü ahlaktan,ahlak mı kültürden?" sorusuyla yola çıkılsa;hangisinin yok edilmesi ya da düzeltilmesiyle sağlanır kayıpların sonu?' sorusu bıraz daha ıçimi rahatlatıyor...çünkü ancak koşullu bır durumda seceneklerın hepsi aynı derecede can sıkıcı olabılır..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

her gün o hapishaneye gidiyorum..insanlar acı cekıyor ve ben sadece izliyorum,bazen kayıtsızca bazen ezilerek...

ve ben o kadına dokunurken,gözlerim gözlerindeki sessiz çağlayanı gördü...

'ne olucak sımdi bana?'

ah neden ona dokunan diğerlerini bırakıp, bana sordu ki...

simdiye kadar insanları son uykularına hazırlamış bir kadın;bir ceset yıkayıcısı...

ve gözümün önünde duran,sert,koskoca iki kitle....

'bilmiyorum....'

şimdi birileri onun cesedini çoktan yıkamışken,bu savaş coktan benım ıcın anlamını yitirdi.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bazen yalnızca sevmekle,aslında herşeyi hissetmeye başlıyor insan...Sewmeden önce;sewmeden önce derken "gerçekten sewmeden" önce,insan daha bir korkusuz oluyor...Daha bir umursamaz...Bir can borcum var diye söylenip duruyor insan o wakitler...Onu da veririz diyor vakti geldiğinde....Tıpkı benim ewwel zaman önce dediğim gibi....Ama sonra hiç beklenmedik bir anda ki eğer büyük ve gerçek bir aşksa genelde beklenmedik,aklımızın ucundan geçmeyecek bir yerde çalıveriyor kapımızı aşk....İşte o zaman insan herşeyi aynı anda yaşıyor bünyesinde...O kadar sewiyor ki O'nu ,kendini ölümsüz hissediyor aşkının büyüklüğünden....Ve okadar sewiyor ki O'nu,O'na kawuşamazsam diye aklına,yüreğine o köz düştüğü zaman,işte tam da o zaman insan kendini çok çaresiz,çok güçsüz hissediyor,kımıldayamıyor kanadı kırık bir kuş misali yerinden...O kadar sewiyor ki O'nu,kendini ölümsüz hissediyor aşkının büyüklüğünden,korkusuz hissediyor,dünya yıkılsa hüzün düşmez yüreğime ve akabinde gözlerim civarından yüzüme diye düşünüyor...Ve o kadar sewiyor ki O'nu,O'nun sesindeki en ufak hüzün,çözüveriyor dizlerinin bağını...Belki de hiç ağlamadığı kadar ağlıyor...Yeni aldığı bir oyuncak kırılan,çocuk misali...Boynu bükük...O kadar sewiyor ki O'nu,tüm dünya ona toz pembe görünüyor...Ve o kadar sewiyor ki O'nu,tüm dünya O yanında değilken zifiri karanlık geliyor gözüne....O kadar sewiyor ki O'nu,çamur deryalarında yürüse bile,hiç kirlenmemiş sanıyor üzerini,elini tuttuğu için....Ve o kadar sewiyor ki O'nu,O tek başına düz asfaltta yürüse üzerine çamur gelir,kirlenir sanıyor,eli elinin içinde, güwende değil diye...Ve ben o kadar sewiyorum ki O'nu,işte akşamın bu wakti belki çoğunuza saçma gelecek bu yazıyı yazıyorum:DVe o kadar sewiyorum ki O'nu...Yanındayken bile O'nu özlüyorum....:confused:

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

dövünüyor deviniyor herşey

ama hersey...

yak yırt parçala

nasıl olacak nasıl bıtecek dusunmeden

ve ne zaman yola cıkmak ıstersen

ah her sey böyle başladı başlar

yitip gıdıyoruz

toprakta yorgun dusler gömulu

hıc bıtmeyecek düzen bu

kafam dagınık odam dagınık

her sey dagınık

......................................

düşünmeden yazınca daha zevklı oluo:p

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Götürülürken

İki çarklı bir arabada

Sunağına güneşin

 

Çelik mızrabında kanlar saçılan

Kasnaklarında

O eski tahta

Oluk ve yay korosuna.

 

--------------------

Karaltı:

 

Bir andır

Sonrasının hükmünde

Bir öteki an

Arasında

Er yada geç

Seçkisi sonsuzluğun

Kendini kendine

Sınırsıza katlayan

 

Ve birinden diğerine

Yıldızsal kavis

Ucunda sonsuzluğun

Parıldayıp duran...

 

Arch...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Götürülürken

İki çarklı bir arabada

Sunağına güneşin

 

Çelik mızrabında kanlar saçılan

Kasnaklarında

O eski tahta

Oluk ve yay korosuna.

 

--------------------

Karaltı:

 

Bir andır

Sonrasının hükmünde

Bir öteki an

Arasında

Er yada geç

Seçkisi sonsuzluğun

Kendini kendine

Sınırsıza katlayan

 

Ve birinden diğerine

Yıldızsal kavis

Ucunda sonsuzluğun

Parıldayıp duran...

 

Arch...

 

arch devrım le ılgılı fılmı ızlemıstım..hayran kaldım sana..sahne gözlerımde canlandı!:clapping:

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

özledim bile

Gözyüzünde bir farklılık var yine

Araya girenler olmasaydı keşke

Sen bana beni unutma derken

Daha net hatırlamak isterdim oysa

 

Ama yapamam bunu

Öykündüğüm meçhul bir ruh(L) yüzünden

 

Şimdi Sadece şu şarkı var(tired)

Resmine bakarken üşüdüğümü hissediyorum

 

Sesim onun sesiyle gökyüzüne ulaşıyor

Bir sigara yaktım bile

Bu dumanlar olmasaydı eğer

Sanada ulaşabilirdim

Eminim buna

Ama sen yine"anlamadım"derdin.

bende o zaman

"O Değilsin" derdim...

 

Arch...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Irak daki Kendini Bilmezlere ithafen...

 

Nedir Sünni nedir Şii bilen var mı acaba?

Durun ben söyleyeyim olay şundan ibaret;

İki yaprak yan yanaydı meyve veren bir dalda,

Girdin şeytan araya ve koptu sonra kıyamet.

 

Olan onlara oldu dal hala sapasağlam,

Kıramaz hiç bir kuvvet onu; zira korur yaradan.

Ne haddine ki öldürürsün başka mezhep tutanı?

Ölen kulun İlahı söyle farklı mıdır Allah'tan?...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Üç günden beri 333.cü kez aynı sözü yineliyordu Fernando

“daha önce varolmadığım o yere dönmekten yoruldum”.

Ben hala sıkılmadan dinlemeye devam ediyordum bu sözü.

üç gün daha devam edecektim.

ve Yedinci günün sabahı onunla birlikte(L)dinlenecektim

 

Adaptated from true story

 

Arch....

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

birlike keşfe çıkalım

o eski sarayı

ve terkedilmiş bahçeyi

ki melekler ışıkla ürküp kaçar orada

yıldızlar sönükleşir

puslu bir sabah doğar

gölün durgunluğu üzerinde

biz bakakalırız o an

sanki daha öncede

orada imiş gibi hatırlarız

ağaçları ve vadisini enginin

ki orada hatırlar ölür

dirilip dirilip yeniden

yağmur bekler

ama yağmaz

nede

yapraklar kurur

topraklarında

BİZ yürürüz

usul ve

görkemli adımlarla

sessizlik olur şarkımız

dudaklarımız susar

sen susarsın

ben susarım sana

 

Arch

 

L,a ithafen.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

hiisedebılmek kendını..günes tependeyken bıra ıcmek gıbı..sıcagın soğukla karışıp beynini uyuşturması gıbı...ve bazen olur ya gözlerın boşlukta takılır,kendınle kalırsın...ne meydan savasına girmek ne kamufle olmak ihtiyacı duyarsın...vızır vızır gecer arabalar ve arkandan travmay...sarı cızgı bı sey ıfade etmez metroda, saclarıı oksayan ruzgar kulagındayken..boş boş bakarsın ınsanlara..anlam vermek ıhtıyacı duymadan...en son karaladıgın seyı aklına gelmez kalemı elıne aldıgında ..cok ama kucuk seyler var hayatımızda,var oldugumuzu ve hıssettıgımızı...bunları yapabıldıgımızı....gece kaldırımlarda sürünmek dahil:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...