Nietzsche Oluşturma zamanı: Aralık 1, 2006 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 1, 2006 AIDS, Acquired Immuno Deficiency Syndrome kelimelerinin kısaltması olarak ortaya çıkmış ve Edinilmiş Yetersiz Bağışıklık Sistemi Sendromu olarak Türkçe'ye çevrilmiştir.AIDS ilk olarak 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde keşfedilmiştir.Keşfinden hemen sonra hızla yayılarak; erkek, çocuk, siyah, beyaz, Latin, Asyalı, zengin, fakir demeden bir çok insanın ölümüne neden olmuştur.Günümüze kadar AIDS'ten 225.000 kişinin öldüğü kaydedilmiştir.Bu sayı her 13 ila 15 ayda ikiye katlanmaktadır.AIDS için halen kesin olarak bilinen bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır.AIDS'ten korunmak bu tehlikeli ve ölümcül virüsün yayılmasını önlemek için uygulanabilecek tek yoldur. HIV, Human Immune Deficiency Virus, vücut bağışıklık sistemi virüsü, AIDS tamamen vücut bağışıklık sistemi ile ilgili olduğundan, hastalığa sebep olan virüse bu isim verilmiştir.Virüs, insan vücudunun hastalıklara karşı direncini sağlayan bağışıklık sistemini etkisiz hale getirmektedir.Vücut bağışıklık sisteminin etkisiz hale gelmesi, virüsten etkilenmeden önce kolayca başedebildiği deiğer hastalık mikroplarıyla artık çarpışamayacak duruma gelmesi demektir.Bu da basit bir enefeksiyonun bile ölümcül hale gelmesine sebep olabilir.AIDS hastalarının yarısından çoğu bağışıklık sistemlerinin etkisiz hale gelmesi yüzünden basit enfeksiyonlara yenilerek hayata veda etmişlerdir. İnsan vücudu bir defa HIV virüsü ile enfekte olmuşsa artık bu virüsün hiçbirşekilde yok edilmesi yada vücuttan atılmasımümkün değildir.Fakat,virüsün etkilerine engel olmak için bir takım ilaçlar geliştirilmiştir. Bunlardan ilki ve ençok bilineni AZT (Zidovudine) adı verilen ilaçtır. Bu ilaç virüsün çoğalmasını engellemektedir.AZT AIDS virüsünün meydana getirdiği belirtilerin görünmesini engellemekte ve AIDS'li hastanın yaşamının kısmende olsa uzamasını sağlamaktadır. Bilim adamları AIDS'le savaşabilmenin diğer yollarını aramaya devam etmektedirler.Son yıllarda bu konuda büyük gelişme kaydedilmiştir.AIDS'e karşı korunmak için aşıların testleri halen deneysel aşamadadır.1990 yılının başlarından itibaren bu konuda başarılı sonuçlar kaydedilmektedir. AIDS dokunma, öpüşme, solunum gibi dış kontaklarla bulaşan bir hastalık değildir.Bu nedenle insanların AIDS'li hastalara yaklaşmaması yada onları toplumdan dışlaması hem gereksiz hemde yanlış bir tutumdur. Çünkü AIDS'li bir hastaya dokunarak veya yanında bulunarak AIDS'e yakalanmanın mümkün değildir.Ayrıca AIDS evcil hayvanlardan, tuvaletlerden, yüzme havuzlarından, tabak yada bardaklardan bulaşıcı özellik göstermez.Bu nedenle insanların bu konularda korkutulması yada yersiz bir kaygıya neden olunması çok yanlıştır.AIDS'in ana bulaşma yolu seksüel birleşme, uyşturucu kullanıcılarının enjektyörlerini paylaşması ve çok da az olsa kan transferidir.Ne yazık ki, AIDS hastalığına yakalanmış hamile bir kadının daha doğmamış bebeğide bu hastalığa yakalanmış demektir. Neden AIDS'i daha önce duymamıştık? AIDS 1981 yılına kadar tanımlanmış bir hastalık değildi.AIDS'in izinin sürülmesidoktorların bu bilinmeyen hastalığı yeterli derecede tanımasıyla başladı.AIDS'in ilk rastlandığı 1981 yılında ABD'de 316 kişinin AIDS hastalığına yakalandığı tesbit edilmiştir.Beş yıl sonra 1986 Ağustos'unda 23.000 vaka rapor edilmiştir.Hastalığın artışı büyük bir hızla devam etmiş ve 1990'larda sadece ABD'de 60.000 nin üstünde AIDS hastası tesbit edilmiştir.Bu hızlı artış, bilim adamları, doktorlar ve hükümetler için bir alarm sinyali olmuş ve onları konuyla ciddi biçimde ilgilenmeye itmiştir.AIDS'in gerçek kökeni bilinmemektedir. Çünkü AIDS yeni gelişmiş bir hastalıktır. AIDS'in kökeni hakkındaki en geçerli görüş hastalığın Afrika kökenli olduğudur.Afrika'da ki yeşil maymunların taşıdığı bir virüs insanlarda rastlanan AIDS virüsüne çok benzemektedir.Bilimsel tahminler maymunlarda rastlanan virüsün doğal ortamda organizmalar içinde yaşamını sürdürerek, mutasyon geçirdiği ve burdanda insanlara geçtiği üzerinde yoğunlaşmaktadır.Görülen mutasyonun çok nadir olduğu da görüşler arasında yer almaktadır.Bir başka görüş ise virüsün biyolojik silah olarak üretilmek istendiği fakat sonucun etkisi uzun sürede görüldüğü için araştırmalara devam edilmediği, ve bir ara nasıl olduysa labaratuvar dışına çıkarılarak insanlara bulaştırıldığı üzerinedir. Yeşil maymunlar Afrika'nın çoğu bölgesinde lezzetli bir yemek olarak görülmektedir.Virüsün maymunlardan insana iyi pişmemiş organlardan yada etlerin pişirilmeye hazırlanırken meydana gelebilecek kesik vb. gibi yaralardan bulaşmış olabileceğide düşünülmektedir.Çünkü bilindiği gibi virüsün bulaşma yollarının en önemlilerinden biri kandır.Hastalığın ilk insana bulaşması böyle olmuştur.Bundan sonra hastalık diğer insanlara seksüel birleşme ve uyuşturucu kullanımı ve kan transferleri sırasında yayılmıştır.Afrika devletlerinin bir çoğu bu görüşün mantıklı olduğunu savunmaktadır.Bu olayların hiçbiri ırkla ilgili değildir.Şunu unutmamak gerekir ki tek bir kişi değil tüm insanlık AIDS'in gelişmesinden sorumludur; ve bizde bu sorumluluğu paylaşmaktan ve bu öldürücü virüsün yayılmasını engellemekten sorumlu sayılırız. AIDS Vucüda Nasıl Etki Eder? AIDS'e neden olan virüs ilk defa 1983 yılında Dr.Luc Montagnier tarafından kaydedilmiş daha sonra Paris Pasteur Enstitüsündeki bilim adamları tarafından izlenmeye devam edilmiştir.Enstitü araştırmacıları virüse Lymphadenopathy-AssociatedVirüs (LAV) adını vermişlerdir.Çünkü bilim adamları virüse bir hastanın lenf düğümlerinde rastlamışlardı. Bu araştırmalarla aynı zamanlarda, başka bir yerde Dr.Robert Gallo ve meslekdaşları Ulusal Kanser Enstitüsü'nde yaptıkları araştırmalarda AIDS virüsünün izine rastladılar.Dr.Gallo ve meslekdaşları virüse Human T-Cell Lymphotropic Virüs III (HTLV-III) adını verdiler.Gallo ve personeli yeni tanımladıkları bu virüse benzeyen diğer virüsleride ayırarak ayrılan virüsler HTLV-I ve HTLV-II isimlerini verdiler.Yeni tanımlanan bu virüsün etiketlenmesinden sonra Uluslararası Virüs Sınıflandırma Komitesi (International Commite on The Taxonomy of Viruses) virüsün adını Human Immuno Deficiency Virüs HIV olarak belirledi. Halen tıbbi topluluklar virüsün tanımlanmasında bu ismi kullanmaktadır. HIV diğer virüslerden çok farklıdır.HIV virüsü retrovirüsler olarak bilinen özel bir aileye mensuptur. Retrovirüslerde diğer virüsler gibi sıkıca paketlenmiş bir genetik yapıya ve protein kılıfına sahiptir. Retrovirüsler genetik bilgilerini Deoxiribonukleikasit DNA yerine Ribunükleikasit RNA larında saklarlar. Retrovirüsler kendilerini eşlemek, yani viral RNA larından yeni bir DNA oluşturmak için "reverse transcriptase" adı verilen bir enzimi kullanırlar.Yani oluşturulan DNA virüsün etkilemek istediği hücrenin DNA sıyla birleşir.Virüsün oluşturduğu DNA ile birleşen hücre DNA'sı provirüs olarak adlandırılır. http://bornova.ege.edu.tr/%7Eeunal/replik.gif Yukarıdaki şekilde hücre RNA'sının (RU5-U3R) konak hücreyle (LTR) birleşerek provirüsü (U3RU5LTR) oluşturması gösterilmektedir.Provirüs hücrenin genetik yapısının tamamını kendi kendini sürekli yenilemek için kullanır.Bu durumda retrovirüsler diğer virüslerde olduğu gibi yeni virüsler oluşturabilmek için gerekli mekanizmayı bulaştıkları hücreden temin ederler. HIV virüsünün ilk hedefi T-4 yardımcı hücresi (AKYUVAR) adı verilen beyaz kan hücreleridir.Akyuvarların görevi bağışıklık sistemini yöneterek istenmeyen organizmalara karşı vücudu korumaktır.HIV virüsü vücuda herhangi bir şerkilde bulaştıktan sonra, eğer hemen aktifleşirse, akyuvar hücrelerine saldırır ve hücrenin içine girer.Hücrenin içine girmesiyle birlikte akyuvar hücresinin genetik maddesini kullanarak kendini eşlemeye ve çoğalmaya başlar.Yeni virüs partikülleri kendilerini kan akıntısına bırakarak enfekte edecek yeni akyuvar hücreleri aramaya başlarlar.Bir akyuvar hücresinin içinde HIV bulunması bu hücrenin görevini kısmen yada tamamen yapamaması anlamına gelmektedir.Akyuvar sayısının azalması vücut bağışıklık sisteminin normal zamanda kolayca başedebileceği enfeksiyonlarla artık başedemeyecek duruma gelmesi demektir.Bu fırsatçı enfeksiyonlarla ilgili komplikasyonlar kişinin ölümüne neden olabilmektedir.Aşağıdaki şekilde HTLV-III Human T-Cell Lymphopatic Virüsünün şematik yapısı görülmektedir. http://bornova.ege.edu.tr/%7Eeunal/hiv.gif Beyaz kan hücrelerinin diğer bir çeşidi olan makrofajlarda AIDS virüsü tarafından enfekte edilebilir.Makrofaj hücreleri kan dolaşım sisteminin dışında kalan bölgelerde mevcut olan organizmalarla savaşırlar.Makrofaj hücreleri beyine dahi taşınabilirler.HIV virüsü makrofaj hücrelerini kullanarak beyine girdiğinde glial hücrelerine saldırır.Bu hücreler sinir sistemi için yapısal destek ve izolasyon sağlayan hücrelerdir.Eğer virüs bu hücrelerin büyük bir kısmını yok ederse, kişinin akıl ve düşünme fonksiyonları tekrar onarılamıyacak bir hal alır. HIV virüsü hakkında açıklamalar kişiden kişiye farklılık göstermektedir.Çünkü enfeksiyonların sınırı insanların yakalandığı mantarsal, bakteriyel ve viral hastalıklarla birlikte çok geniştir.Fakat çok sık duyduğumuz iki hastalık Kaposis Sarcoma ve Pneumocystic Carinii Pneumonia'dir. Kaposis Sarcoma kan hücresi kanseri olarak bilinir.Kan kanseri hastalarının derilerinde portakal rengi bölgeler oluşmaya başlar.Bu bölgelerin vücut içinde olması ve dışarıdan görünmemeside olasılıklar dahilindedir.Zamanla oluşan bölgelerin sayısında ve büyüklüğünde iki kat artma görülür.Hastalık zaman geçtikçe vücudun her tarafını sarar. Pneumocystic Carinii Pneumonia AIDS hastalarında en çok görülen fırsatçı enfeksiyondur.Hastalığa protozoan adı verilen tek hücreli mikroskopik bir canlı organizma neden olur.PCP hastalrında hastalığın ortaya çıkmasıyla beraber şiddetli yorgunluk, kilo kaybı, ateş, kuru öksürük ve nefes almakta güçlük görülmeye başlar.Hastalığın şiddetli olması nedeniyle hastanın mutlaka bir hastanede kontrol altına alınması gerekir.PCP'de diğer AIDS ilgili hastalıklar gibi tedavi edilebilir; fakat bağışıklık sistemi ve ilgili problemlerin yok edilmesi mümkün olmamaktadır. AIDS hastaları, şakınlık, hafıza kaybı, denge kaybı, kekeleme, felç gibi problemeler oluşturabilen bazı enfeksiyonlardan kolayca etkilenebilirler.Bu problemler beyinin direk olarak HIV virüsü ile etkilenmesinden yada texaplasmosis (cryptoccoccal meningitis) adı verilen bir hastalıktan kaynaklanmaktadır.Görülen diğer hastalıkların HIV enfeksiyonu taşımayan kişilerde görülmesi çok nadirdir. AIDS tedavisinin bulunma süresi araştırmalar devam ettikçe değişmektedir.Bu arada araştırmacılar virüs ve hastalık hakkında daha fazla tecrübe edinmektedirler.Yapılan araştırmalar AIDS'in ortaya çıkma süresinin ortalama 7 ila 8 yıl olduğunu söylemektedir.Bazı vakalarda bu süreden daha sonra AIDS hastalığının görünmeye başladığı doğrulanmıştır.Halen kayıtlarda 10 yıl önce AIDS virüsü ile enfekte olmuş ve daha hiçbir AIDS belirtisi göstermemiş hastalar mevcuttur. alıntıdır... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
locked_puppet Yanıtlama zamanı: Mayıs 30, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 30, 2008 AIDS, ölümle sonuçlanan mikrobik bir hastalıktır. Bu mikrop bulaştıktan sonra, bağışıklık sistemini bozarak, insanın birçok hastalığa karşı kendini koruyamamasına sebep olur. Ancak, hastalık belirtileri hemen ortaya çıkmaz. Zamanla vücudun savunma sistemi yavaş yavaş ortadan kalkar ve ortalama 10 yıl sonra , çeşitli hastalık belirtileri görülmeye başlar. AIDS hastalığı ortaya çıksın, çıkmasın, mikrobu taşıyan kişiler başkalarına bulaştırabilirler. Bir insanda AIDS mikrobu olduğunu belli edecek net bir işaret yoktur. Kişinin kendi kendine tanı koyması mümkün değildir. Kesin tanı ancak kan muayenesi ile konulur. AIDS'in kesin tedavisi yoktur ve henüz koruyucu bir aşı bulunamamıştır. Mikrop, kişiden kişiye 3 yol ile geçebilmektedir: cinsel ilişki yoluyla, kan yoluyla ve anneden bebeğine. AIDS'ten korunmak için şu önlemler alınmalıdır: *Mikrobu taşıyıp, taşımadığı bilinmeyen kişi ile girilen cinsel ilişkilerde kondom kullanılmalıdır. *Kontrol edilmemiş kan ve kan ürünleri kesinlikle kullanılmamalıdır. *Şırınga, iğne, jilet gibi her türlü delici ve kesici alet, başkaları ile paylaşılmamalıdır. *Çiftler evlilik ve hamilelik öncesinde AIDS testi yaptırmalıdır. AIDS mikrobu vücut dışında yaşayamayan çok dayanıksız bir virüstür ve dış ortamda kısa sürede ölür. Bu yüzden el sıkışma, sarılma, dokunma, aynı tabaktan yemek yeme ile, tuvalet ve banyolardan geçme tehlikesi yoktur. Bu nedenle AIDS'e yakalananları gereksiz yere dışlamayınız, onlara destek olunuz. Daha fazla bilgi edinmek için sağlık kuruluşlarına başvurunuz. 1. CİNSEL İLİŞKİ İLE BULAŞMA HAKKINDA BİLGİ AIDS insandan insana en fazla kadın-erkek arasındaki cinsel ilişki yoluyla bulaşmaktadır. Bunun yanısıra, iki erkek arasındaki eşcinsel ilişkiler de AIDS'in bulaşması açısından önemli yollardandır. Cinsel ilişki sırasında kadın ve erkek cinsel organlarındaki, makattaki zedelenmeler mikrobun sağlam kişinin vücuduna girmesine yol açar. Cinsel organlarda herhangi bir hasar olmaksızın da geçiş olabilir. Cinsel ilişki sayısı ile bulaşma riski artmaktadır. Bununla birlikte tek bir cinsel ilişkiyle de bulaşma olabilmektedir. Cinsel ilişkide, kadın cinsel organının daha geniş bir doku yüzeyine sahip olmaları ve ilaveten meninin daha yüksek yoğunlukta mikrop içermesine bağlı olarak, kadınlar daha fazla risk altındadırlar. Sosyal yönden riskli davranışlar; birden fazla kişi ile korunmasız cinsel ilişkide bulunmak, eşcinsellik, hayatını fuhuşla kazanan kişilerle korunmasız cinsel ilişkiye girmek olarak sıralanabilir. Günümüzde AIDS'in dünyadaki yayılımında bir numaralı bulaşma yolu cinsel ilişkidir. Aynı şekilde ülkemizde de AIDS vaka ve taşıyıcılarının büyük bir çoğunluğunda mikrobun cinsel ilişki yoluyla bulaştığı kesin olarak belirlenmiştir. Bu yolla bulaşmanın engellenmesinde tek çözüm; herkesin "Güvenli Cinsel Davranışlar"ı benimsemesidir. Bunun için her iki eş karşılıklı tek eşlilik davranışı içerisinde olmalıdır. Bunun yanında cinsel ilişki ile bulaşmanın önlenmesinde bugün için bilinen yolun, ilişkilerde kondom kullanılması olduğu daima akılda tutulmalıdır. Kucaklama, okşama, sarılma, zedeleyici olmayan öpüşmeler ile AIDS bulaşmaz. İnsanların dış görünüşlerinden HIV ile enfekte olup olmadıklarını anlayamazsınız. Güvenli bir cinsel ilişki için kondom kullanınız. 2. KAN YOLUYLA BULAŞMA HAKKINDA BİLGİ Mikrobu almış kişiden alınan; kan, kan ürünleri, organ, doku ve spermin başkasına verilmesiyle virüs bulaşabilir. Buna bağlı olarak, kan nakline yoğun olarak ihtiyaç gösteren kişiler normal nüfusa kıyasla daha fazla risk altında kabul edilirler. Kan yoluyla bulaşmanın diğer bir biçimi de, sterilize edilmemiş yani mikroptan arındırılmamış, iğne, enjektör, makas, jilet gibi diğer delici-kesici aletlerin kullanılması ile olan bulaşmalardır. Damardan uyuşturucu kullananlar kendi aralarında ortak iğne, enjektör kullanmalarına bağlı olarak, en fazla risk altındaki gruplar arasında yer almaktadır. Kan yoluyla bulaşmanın önlenmesi için, öncelikle tüm kan ve kan ürünleri ile organ, doku, sperm vs. veren kişilerin uygun testlerle taranması gerekir. Mikropla bulaşmış veya kontrolü yapılmamış kan ve kan ürünleri hiçbir şekilde kullanılmaz. Bu tedbirler hükümet tarafından alınmıştır. Bugün için dünyada ve ülkemizde kan ve kan ürünleri nakli yoluyla olan bulaşmalar düzenli tarama çalışmaları neticesinde büyük ölçüde kontrol altına alınmış durumdadır.Kan ve kan ürünlerinin kontrolü ve tek kullanımlık enjektör uygulamasının yaygınlaştırılması ile yıllar içinde bu yolla olan bulaşmalar giderek azalmıştır. Ancak kan yolu ile bulaşmanın tamamen önlenebilmesi için, mikrop taşıyan iğne, şırınga ve kesici aletlerle bulaşmaların da önlenmesi gerekir. Uyuşturucu bağımlılığı olan ve ortak enjektör kullanımı nedeniyle mikrobu alan kişiler ise hem Avrupa ülkelerinde hem de ülkemizde artmaktadır. Tıbbi uygulamalarda tek kullanımlık iğne, şırınga ve malzeme kullanılmalı ya da bunlar sterilize veya dezenfekte edilmeden kullanılmamalıdır. Kişiler AIDS'ten korunmak için ortak jilet kullanımından kaçınmalı, makas, kesici delici tırnak bakım malzemelerinin steril olduğundan emin olmadan kullanılmalarına izin vermemelidirler. Bu aletlerin 20 dakika kaynatılması veya çamaşır suyunda bekletilmeleri ile AIDS mikrobunun etkisiz hale getirilmesi kolayca mümkün olabilmektedir. 3.AIDS TANISI VE TESTLER HAKKINDA BİLGİ AIDS'in kesin tanısı laboratuvar tetkikleri ile konulur. En fazla kullanılan tanı yöntemi; tarama testleri ile kanda antikor tayinidir. Antikor, mikroba karşı vücudun geliştirdiği maddelere denilir ve bunlar mikrop girdikten ortalama 3 ay sonra oluşurlar. Bu süre 6 haftadan 1 yıla kadar değişebilmektedir. Dolayısı ile maruziyetten hemen sonra yapılan testler doğru sonuç vermeyebilir. Bu nedenle riskli davranışta bulunan kişinin durumu en erken 3 ay sonra belli olabilir. İlk tarama testleri ile pozitif bulunan tüm örnekler mutlaka daha ileri teknik gerektiren doğrulama testi ile incelenir. Çünkü başka nedenlere bağlı olarak hatalı pozitiflik görülebilmektedir. Doğrulama testi ile tekrar pozitif bulunan kişi AIDS mikrobu ile karşılaşmış demektir. Tarama testleri devlet hastanelerinde, halk sağlığı laboratuvarlarında, özel hastane ve laboratuvarlarda, kızılay kan merkezlerinde, üniversite hastanelerinde yapılmakta olan kolay ve ucuz testlerdir. Test başvurusunda adınızı kodlayarak verebilir, kimliğinizi saklayabilirsiniz. Yasal olarak, kimlik bilgileriniz bilinse bile sağlık kuruluşunda gizli tutulmak zorundadır ve izniniz dışında açıklanamaz. Mikrobu aldığınızdan herhangi bir şüpheniz varsa, hem bir an önce gerekli tıbbi yardımı almak, hem de sevdiklerinizi korumak için test yaptırınız. 4.AIDS TEDAVİSİ AIDS tedavisinde iki yaklaşım vardır. Birincisi AIDS mikrobunun kendisine yönelik yaklaşımlar, ikincisi AIDS'e bağlı olarak ortaya çıkan hastalıkların tedavisi. AIDS mikrobuna karşı bugüne kadar kesin etkili bir yöntem bulunamamıştır. Ancak, son yıllarda kaydedilen gelişmeler umut vermektedir. Hastalığın mümkün olduğunca erken tanımlanması ve sonra birden fazla ilacın birarada kullanıldığı tedavi şemaları ile hastalık belirtilerinin ortaya çıkışı geciktirilebilmekte ve hastanın yaşam süresi uzatılabilmektedir. Bunlar hatalı kullanıldıklarında zehir etkisi olabilecek ilaçlardır ve yalnız hekim kontrolünde kullanılmalıdır. İkinci yaklaşım ise, AIDS mikrobunun vücudun bağışıklık sistemini hasara uğratması neticesinde ortaya çıkan verem, mantar ve benzeri diğer hastalıkları bilinen yollarla tedavi etmektir. Kişide gelişen hastalık tablosuna göre, antibiyotikler, antifungal ajanlar, radyoterapi, kemoterapi ve cerrahi tedavi yöntemleri kullanılmaktadır. Hastanın diğer bir bulaşıcı hastalığı yoksa ve kendi sağlığı gerektirmedikçe, ayrı bölümlerde bulundurulmasına gerek yoktur. 5. AIDS UYUŞTURUCU İLİŞKİSİ HAKKINDA BİLGİ Uyuşturucu madde bağımlılığı AIDS için çok ciddi bir risk faktörüdür. Damar yolu ile uyuşturucu kullananlarda AIDS'e sık rastlanılmaktadır. Uyuşturucu bağımlıları, damar yolu ile uyuşturucu kullanırken sıklıkla başkası tarafından da kullanılmış, kirli enjektörleri defalarca kullanmaktadırlar. Kirli ve kullanılmış enjektörler AIDS mikrobunun bağımlılar arasında hızla yayılmasına neden olmaktadır. Buna ilaveten uyuşturucu kullananlar arasında kontrolsüz ve korunmasız cinsel ilişkiler yaygın olarak görülmektedir. Bu ilişkiler de AIDS'in yayılımına neden olmaktadır. Uyuşturucu bağımlılığı olan ve ortak enjektör kullanımı nedeniyle mikrobu alan kişi sayısı hem Avrupa ülkelerinde hem de ülkemizde artmaktadır. Sağlığınızı korumak için uyuşturucu kullanmaktan kaçınınız. Uyuşturucuların yarattığı manevi ve maddi yıkım sonunda, ya doğrudan uyuşturucudan yada AIDS'ten ölüm riski olduğunu unutmayınız. AIDS mikrobuna karşı bugüne kadar kesin etkili bir yöntem bulunamamıştır. Ancak, son yıllarda kaydedilen gelişmeler umut vermektedir. Hastalığın mümkün olduğunca erken tanımlanması ve sonra birden fazla ilacın birarada kullanıldığı tedavi şemaları ile hastalık belirtilerinin ortaya çıkışı geciktirilebilmekte ve hastanın yaşam süresi uzatılabilmektedir. Bunlar hatalı kullanıldıklarında zehir etkisi olabilecek ilaçlardır ve yalnız hekim kontrolünde kullanılmalıdır. İkinci yaklaşım ise, AIDS mikrobunun vücudun bağışıklık sistemini hasara uğratması neticesinde ortaya çıkan verem, mantar ve benzeri diğer hastalıkları bilinen yollarla tedavi etmektir. Kişide gelişen hastalık tablosuna göre, antibiyotikler, antifungal ajanlar, radyoterapi, kemoterapi ve cerrahi tedavi yöntemleri kullanılmaktadır. Hastanın diğer bir bulaşıcı hastalığı yoksa ve kendi sağlığı gerektirmedikçe, ayrı bölümlerde bulundurulmasına gerek yoktur. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.