Valakar Oluşturma zamanı: Haziran 29, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Haziran 29, 2008 ... 3 gün süren yüce şûra bitmişti sonunda. İçeriden çıkan bütün yöneticilerin yüzleri asık ve gergindi. En son çıkan Rilva kararı açıkladı : “Tanrı ve onun ışığı adına savaşacağız.” Kararı duyan askerler, yöneticilerine aldırmadan geri döndüler ve Rilva’nın yüzüne diktiler gözlerini. Korkunun verdiği cesaret ile karşı koymak istediler karara fakat güçleri Rilva’nın karşısında sıfıra yakındı. O efsanevi yüce şûranın baş büyücüsü, kadim güçler efendisiydi. Hepsi birden tekrardan önlerine döndüler ve yöneticilerinin yanında yürümeye koyuldular. Orada geçen zaman hiç olmamış gibi herkes şehrine dönmek için arabalarına yöneldi. En büyük şehrin yöneticisi Garin, yöneticiler arasında en rahat gözükeniydi. Alınan karar onu memnun etmiş gözüküyordu. Bütün herkes yola koyulunca Rilva Yüce şehrin kapılarını mühürledi. Artık kapıların kapanma vakti gelmişti. Rilva bu şehrin düşmemesi için elinden ne geliyorsa yapmaya kararlıydı. Onun için hiç kimse ile konuşmadan doğrudan odasına gitti. Ve kitapların arasına gömüldü. Yöneticiler bu sırada yaptıkları büyüler ile en hızlı şekilde şehirlerine ilerliyorlardı. Arkalarında, az önce orada duran Yüce şehir şimdi yoktu. Tüm güvenceleri yok olmuş gibiydi. Hepsi büyülerini kuvvetlendirip hızlarını arttırdılar. Yaptıkları hareketler sözleşmiş gibi aynıydı. Sadece Garin olağan şekilde davranıyordu. Nede olsa karar onun sayesinde alınmıştı. Rilva odasındaki haritada İz büyüsü ile işaretlediği yöneticileri izliyordu. Hepsinin sağ salim şehirlere dönmesi için onlara yardım ediyordu. Ufak bir el hareketi ile tüm yöneticileri şehirlerine doğru hızlandırdı. Şehirlerin bazılarına hiç dokunulmamıştı geçen saldırıda fakat bazıları harap haldeydi. Haritada şehirlerin yerine kalan sadece siyah birkaç nokta idi. “Düştü” yazıyordu en büyük noktanın üstünde.Düşüncelerini karıştırırken aklına gelen fikir kendisini bile şaşırtmıştı. Hemen sayfalarını ezbere bildiği Kutsal kitaba yöneldi. Düşündüğü sayfayı eliyle koymuş gibi buldu. Ve hemen işe koyuldu. “Sözler gücünü kutsadı, maddeler birbirini tamamladı, Tanrı yaratıcılığını tekrardan kullandı.Onun ışığıyla sana emrediyorum OLUŞ.” Metinlerde geçen dize böyleydi. Şimdi bu dizelere uygun ayin gerçekleştirilmeliydi. Rilva Kutsal kitabı kucağına aldı ve yerde bacaklarını çaprazlayarak oturdu. İki elini de göğe kaldırıp dizeleri okumaya başladı. Ahenkle ve eşsiz bir müzikle dans eder gibi ağzından dökülen sözcükler görevlerini layığı ile yerine getirdi. Bembeyaz bir ışık küresi göğe uzanmış iki elinin arasında belirdi. Rilva bu kürenin muhteşem gücünü hissedebiliyordu. Hemen haritanın karşısına geçti. Yöneticiler hala yoldaydılar. Bunu fırsat bilen büyücü işe koyuldu. Şimdi büyüsünü konuşturma zamanı idi. İlk önce yönetici Maor’un şehrini geri isteyecekti tanrıdan. Çünkü düşmana karşı en fazla karşı koyan onlardı. Şehri zihninde canlandırdı. O eski ve en güçlü dönemi ile gördü muhteşem Mangor’u. Ve sonra sözleri sıraladı : “Gecenin karanlığını bile aydınlatan ışık, Tanrının gücüyle çağırıyorum seni. Pilaneto Fesanilite Sanireyo Lefritantem !” Sözlerinin ardından elleri arasında havada asılı duran küre kıpırdadı. Ve bir parçası ayrıldı içinden parlayarak ve dönerek uzaklaştı gözleri önünden.Haritaya doğru ilerledi ve tüm ışığını yaydı Mangor’un bulunduğu yere. O anda şehir siyahtan kurtulup eşsiz bir sarı ile parladı. Yeniden doğuş gerçekleştirilmişti. Geriye kalan 2 şehri de yeniden yapılandırdı. Sırasıyla oluşturdu eski güzelliklerini. Tanrının eli uzanmıştı bu şehirlere. Dokunuşu yetmişti. Rilva bu gücün ve merhametin karşısında ezilerek yerine çekildi. Ve Tanrısına dua etmeye başladı. Kendisini güçlü ve yenilmez kılması için. Işığın kazanması ve ... Son sözleri söylemeye dili varmıyordu. Senin zaferini kazanmak için diyemiyordu tanrıya. Korkuyordu ona böyle hitap etmekten korkuyordu. Onun gücünden ve kudretinden korkuyordu. Duygularının önüne geçemedi ve her kadının yaptığı gibi gözyaşlarını salıverdi elleri arasına. Gücünü yitirmişti sanki. Elinde kalan tek şey kendi varlığı gibi gelmişti bir an. Ve bu onu korkutmuştu. Evet, yaşadığı duygu saf korkuydu. Ama kendisini toparlamasını da bilirdi. Gözlerini sildi ve haritanın karşısında havada öylece asılı duran ışık küresine yöneldi. 2. Bölüm Rilva yaptıklarından dolayı mutluydu. Tanrı yardım emişti. Demek ki aldıkları karar en uygun olanıydı. Düşen üç şehirde yeniden inşa edilişti hem de bir anda sadece birkaç söz ve azıcık fakat bir o kadar da kuvvetli bir ışıkla. Haritanın karşısında, havada asılı duran küreyi elleri arasına aldı. Ve kütüphanesine doğru ilerledi. Kutsal kitabı tek eliyle yerden aldı ve masasının üzerine bıraktı. Küreyi bir kadehin üzerine bıraktı. Küre bir anda kadeh onun eviymiş gibi parladı ve orada asılı kaldı. Rilva kutsal kitabı tekrardan, en baştan okumaya koyuldu. Kürenin gücüne güç katmak için okudu. Sıraladı mısraları ve dizeleri, Tanrıya zafer için yalvardı içinden. Son satırları okurken küreyi iki avucunun ortasına aldı ve son satırları okumaya başladı. İçindeki tüm inancıyla ve tüm güzüyle yüklendi sözcüklere. Hayalini kurduğu zafer için yalvardı Tanrıya. “En sonunda kutsadık tüm insanlığı. Beraberinde tüm dünyayı. İçinizdeki güzü Tanrıya adayın. Sizin tek gözcünüz ve sonsuz olan Tanrı için dua edin. Hepiniz üzerine Kutlu olsun!” Bu son sözcüklerle beraber elindeki küre renk değiştirmeye başladı. Kuzeyden yeşil, doğudan sarı, batıdan mavi, güneyden kırmızı renkler ile boyanmaya başladı. Rilva gücün akışına inanamadı. Dünya üzerinde görmediği ve hissetmediği bir güç küreye akıyordu. Renkler birbiri ile dans ediyordu. Rilva gücün çağrısına dayanamadı. Ve oda tüm gücünü serbest bıraktı. Kürenin akan gücü ile yıkadı kendi gücünü. Arındırdı tüm bedenini. Saflıkla dans etti. Ve sonra oda kattı gücünü küreye bir bütün oluşturdu onunla. Kendi isteğiyle olmasa da gerçekleşen ayinden sonra sıra elde ettiği gücü kullanmaya geldi. Tanrıya şükrederek ve dualarla çıktı odasından. Bütün şehir yöneticileri şehirlerine varmışlardı. Düşmüş olan üç şehrin yöneticileri gördüklerine inanamadılar. Hele Mangor’un yöneticisi gözlerine inanamadı. Düşmüş olan geride sadece birkaç taş parçası kalan şehirler yeniden kurulmuşlardı. Hem de en iyi şekilde... Surları teçhizatları ile her şeyi ile hazırdı sadece içine insan gerekliydi. Mangor’un efendisi hemen tüm halkını şehre yerleştirdi. Askeri birlikleri kurdu. Bunları yaparken büyülerini de kullandı. Tüm işler halledildikten sonra şehir büyücü meclisini topladı. Ve hepsine şehri yapabilecekleri en iyi koruma büyüleri ile sarmalarını söyledi. Ve gerekli ne varsa temin etmelerini, savunmalarının hat safhada olması gerektiğini vurguladı. Son olarak da şehrin ortasında büyük bir ateş yakmalarını istedi. Diğer iki şehirde yöneticiler tarafından hazırlanmış ve doldurulmuştu. Şehir büyücü meclisleri de en güçlü büyülerle mühürledirler kapılarını şehirlerinin. Güvenlikle doldurdular savunma hatlarını. Sardılar şehrin etrafını kalkanlarla.... Askerleri kutsandı her şehrin. Büyücüleri hazırlandı savaşa. Şifacıları donatıldı en kuvvetli iksirlerle. Ve en son olarak bir şehrin merkezine Büyük bir çeşme yapılırken diğerine Koskocaman bir bahçe inşa edildi büyülerle... Rilva, asasına aktardığı küre ile Kutsal Yüce Şehrin askerlerinin hepsini birer kahraman yapmıştı. Hepsini ayrı özellikleri vardı. Bazıları pyhrokinetik, bazıları parakinetik, bazılarıda akala gelmeyecek şekilde güce bürünmüşlerdi. Rilva, gördüklerine inanamıyordu. Şimdi bir ordusu vardı ve dünyanın neredeyse en güçlülerinden oluşuyorlardı. Tanrıya bir kez daha şükretti ve bu sefer yüksek sesle yaptı. Ve askerlerine seslendi. “ Savaşçılar, bu güçler Tanrının sizlere birer armağanıdır. Bunları yapan o’dur.Ben asla böyle bir şey yapamam. İçinizde Tanrıya karşı gelecek varsa şimdi çıksın ve benimle karşılaşsın. Ya da Tanrıya şükredip Hizmet Yeminini etsin! ” Rilva’nın sözlerinin ardından Yüce Şehrin tüm askerleri aynı anda dizleri üzerine çöktüler. Ve boyunlarını eğdiler ve ona ( Tanrıya ) şah damarlarını yani hayatlarını sundular... Ve bir ağızdan çıkan sözler gibi “ Tanrıya binlerce kez şükürler olsun. Onun gücüyle kutsandık ve şimdi ona her daim bağlılık yemini ediyoruz. Kalbimiz ve şerefimiz üzerine. Kutlu olsun. ” Rilva : “ Tanrının süvarileri, ışığın insanları tüm iyi güçler sizinle tüm kötü güçler uzağınızda olsun. Aydınlıkla yıkanmış tüm ruhlar çevrenizde dolaşsın. Sizleri Tanrı adına korusunlar. Melekler yanınızda savaşsın. Dört büyük güç sizinle olsun. Sizleri doğanın gücü ile şereflendiriyorum. Dünyanın dört elementini çağırıyorum. Sizleri gücüyle doldursun diye. Onları yardıma davet ediyorum. Büyük Mangor’un yaktığı Kutsal Ateş, Soylu Olmar’ın akıttığı Kutsal Su,Büyük Kitar’ın yeşerttiği Kutsal Bahçe Ve şimdi Yüce şehrin merkezinde kurduğumuz Tapınakta Tanrının bize sunduğu Kutsal Hava gücünü katsın sizlere, bu dört şehir Tanrının eliyle onun gücüyle yapıldı. Şehirlere gücü o verdi. Şimdi bu dört Kutsal Element ile sizi onurlandırıyor. Bu dört şehir ayakta kaldıkça sizlerde ayakta kalacaksınız. Ateş sizi koruyacak, su sizi iyileştirecek ve ruhunuzu saracak, toprak sanatınızın kaynağı olacak, ve hava size yaşamı sunacak. Kutlu Askerler, hepinizi dört elementin gücüyle yıkıyorum. Tanrının adıyla ; KUTLU OLSUN! ” Seremoni tamamlandıktan sonra dört şehir element güçleri ile birbirine bağlandı. Ve tüm askerleri dört elementin gücü ile kutsandı. Işığın gücüde bu muhteşem ordu ile doruklara ulaşmıştı. Yapılacak Son şey kalmıştı SAVAŞMAK!!! -------------------- 3. Bölüm : Dünyanın karanlık ve aydınlık yüzü arasında çizilmiş olan kutsal sınırdaki dağda alışılmadık şeyler oluyordu. Loore Geçidi rahatsız edici bir şekilde kararmış ve soğumuştu. Geçidin bekçisi olan Marien ilerleyerek kapının büyülerini kontrol etti. Hepsi ama hepsi çok zayıflamıştı. Geçit saldırıya uğruyordu. Olaya inanamayan Marien hemen Rilva’yı çağırmak için odasına gitti. Marien, artık karanlığı hissetmeye başlamıştı. Hemen mumu yakıp Rilva!! Diye bağırdı heyecandan sesi çatlak çıkmıştı. Çağrıyı ardı ardına üç kez tekrarladı. Sonunda Rilva odasında belirdi. Çok güçlü bir Mistik olan Marien bile bu kadar korkutan şeyin ne olduğunu sormaya hazırlanıyordu ki saf kötülüğü hissetti hem de Loore Geçidinde. Hiç tereddüt etmeden diğer şehir yöneticilerini çağırdı. Kötülük öyle saf ve güçlüydü ki Rilva içindeki ruh ışığının kaçıp gitmek isteğini hissediyordu. Ensesindeki tüyler içeri kaçmak istermiş gibi dikilmişlerdi. Sona çok yaklaşmışlardı. Karanlığı bastırmak gerekliydi ama nasıl? Tüm şehir yöneticileri odada belirmeye başladılar. Garin ilk gelen olmuştu. Artık oda endişeleniyordu. Gerçeği anlamıştı sonunda. Tüm yöneticiler geldiklerinde, Rilva ile aynı şeyi hissetmiş olacaklar ki, sözleşmiş gibi aynı anda ona döndüler. Garin : “ Savaş? ” dedi. Soru şeklinde söylemişti. Sesindeki korkuyu ama aynı zamanda gururu hissedebiliyordunuz. “ Evet, savaş başlıyor sanırım tüm şehirleri uyarın hepsi savunmaya geçsin. Tüm askerler, büyücüler, şifacılar, hayvanlar hazırlansın. Herkesin tetikte olması gerek. Buradan sonra hiçbir zaman şehirler nöbetçisiz kalmayacak. Tüm büyücüler iyi hazırlanın ve ışık büyüleri ile savaşmayı iyi öğrenin hiçbir büyücüden kara büyü istemiyorum. Marien tüm mistikleri çağır. Hazırlıklarınızı tamamlayın. Ve benden gelecek haberi bekleyin. ” dedi Rilva. Loore Geçidini kapatan büyük kapıya yöneldi ardından. Hızlı adımlarla kapının önüne vardı. Tüm yöneticilerde onu izledi. Marien de Rilva’nın hemen yanındaydı. “ Bu kadar saf bir kötülük hissetmemiştim Rilva. Sakın düşmanımızı hafife alma. Biz ne kadar iyi isek onlarda o kadar kötü. En az bizim kadar güçlüler. Ve başlarında İmanefis var.Unutma ki dünyada Lanetli Ateşi gören beşinci büyücü o ve orada ölümden döndü. Gücünü sende tahmin edebilirsin. Sakın kendini bırakma ve şimdi bana yardım et. ” Marienin sözlerinin ardından Rilva ve Marien Kapıya doğru ilerlemeye başladılar. Tam kapını önünde durdular. Marien tekrardan konuşmaya başladı fakat bu sefer Rilva’nın anlamadığı bir dilde. “ Preneles sormante kilanede olunesar brınate, Ave hittar luanne getypa. Loore angeless Gabriel, Raphael, Michael, Uriel korata. Nitarema provedius!!! ” Sözlerini tamamladığında Rilva dahil tüm yöneticiler güçlerinin çekildiğini küçüldüklerini ve yok olduklarını hissetmeye başladılar. Fakat Marien hala sessizce sözleri tekrarlıyordu. Herkes sessizce olacakları izliyor. Duygularına karşı koyuyorlardı. Sonunda Marien dizleri üzerine çöktü ve beklemeye başladı ne konuşuyor ne hareket ediyordu. Gözlerini bile kırpmıyor gibiydi. Marien hariç tüm herkesin yaşadığı duygular sona ermiş, bir dinginlik ve huzur onları sarmıştı. Herkes en mutlu anlarını tekrardan yaşıyormuş gibiydiler. Sevinç ve huzur akıyordu herkesin üzerinden. Rilva ne olduğunu anlamıştı. Herkes umutlanmıştı. Kendini çok iyi hissediyor ve savaşmak için can atıyordu. Muhteşem bir cesaret dolmuştu geçide. Sonunda beklenilen oldu. Geçidin koruyucu melekleri ve orduları geçide indiler. Hepsi bembeyaz ışıklar saçıyorlardı. Onlar Tanrının ilk yarattıklarıydı. Tanrı ışığıydılar. Rilva baş melek Gabrieli selamladı. Ve karşılığını aldı. Marien şu anda şükür ve teşekkür duaları ediyordu. Ama o da ayaktaydı. Dualarını bitirmeden ağzı hala kıpırdarken baş meleği tekrar selamladı. Diğer tüm yöneticiler ne olduklarını anlayamamışlardı. Melek Gabriel konuşmaya başladı. “ Marien, yüce mistik. Tanrının nefesi ile ruhu arındırılmış kutsal insan. Sana teşekkür ediyorum. Bu geçidin bir gün böyle geçilmeye çalışılacağını biliyordum. Ve o gün bu gündür. Şimdi sen ve Büyücü tüm hazırlıklarınızı yapın. Bizler buradayken bu kapı geçilemez.Tanrı bu kapıyı kendi yaptı ve şu anda o koruyor. Geçilmesi imkansız. Ama bizlere hazırlanmamız için süre veriyor. Elini bu kapıdan çektiğinde savaş başlamış olacak. Hazırlanın!!! ” Melek sözlerini tamamladıktan sonra Rilva yüzünü yöneticilere dönerek; “ Olacakları duydunuz yüce meclis üyeleri. Şimdi gidin ve ordularınızı toparlayın. Şehirlerinizi hazırlayın. Savaş burada olacak. Tüm gücünüzü burada istiyorum. Son damla kanımıza kadar savaşacağız. Marien, tüm mistikleri çağırmalısın, Garin, kesinlikle yeraltından yardım almayacaksın. Yeraltında olan orada kalacak. Sadece senin halkın. Tüm şehirlerde 13 yaşını doldurmuş büyücüleri ve şifacıları istiyorum. Kadın büyücüler ve şifacılarda buna dahil. Kimse savaşmaktan korkmasın. Yaşlı olsalar dahi tüm büyücü ve şifacılar gelecek. Ve geride kalanları Yüce şehirde toplayın. Orası en güvenli şehir ve dört element tarafından kutsandı. Şimdi gidin ve dediklerimi yapın. Mangor, Olmar ve Kitar yöneticileri element sembollerinizi uyandırın. Tüm askerlerinizi tekrardan kutsayın. Şehirleriniz asla düşmemeli. Gidin ve savaşa hazırlanın. ” Tüm yöneticiler şehirlerine döndüler. Şimdi sadece melekler, Marien ve Rilva kalmıştı. Gabriel tekrardan konuşmaya başladı : “ Büyücü Rilva, bu savaş dünyanın görüp görebileceği en büyük ve zorlu savaş olacak. Bu savaşın sonunda büyü ve sihir ortadan kalkacak ve sırlar altına gömülecek. Sizler bu neslin sonlarısınız. Savaşı kazansanız bile büyünün kaynağı Lanetli Ateş söndürülecek. Bu savaş büyünün sonudur. Ve söylediklerim Tanrının emirleridir. ” Baş meleğin sözlerine şaşıran büyücü ne diyeceğini bilemeden olduğu yerde duruyordu. Olayı öylece kabullenivermişti. Tanrıdan ve gücünden korkuyordu. Sözlerine asla karşı gelemezdi. Hiçbir şey düşünemiyordu. Büyüsüz bir dünyanın nasıl olacağını düşünemiyordu. Ve beyni böyle boşalmışken öylece yere yığıldı. Gabriel Marien’e dönerek“ Dokunma mistik, sadece bir seyahat yapıyor. ” dedi. Büyücü nerede gözlerini açtığını anlayamadı. Çok uzaklardan gelen bir ses bir şeyler söylemekteydi. “ Büyücü,işte büyüsüz bir dünyanın nasıl olacağını gör ve incele. Senden ve savaşından sonra dünya böyle bir yer olacak. Sizler unutulacaksınız. Sadece büyünüzün hikayesi kalacak. Sona geldiniz. Savaş kazanılsa da sizler normal askerler gibi yaşayacaksınız. Hepiniz normal olacaksınız. Bu böyle bilinsin !!! ” Duyduğu sesin etkisinde kalan kadın, önünde geçmekte olan görüntüleri bir an için tam olarak algılayamadı. Fakat sonra dünyanın geleceğini gördüğünü kavradı. Geleceği görüyordu. Tanrının eli ile geleceği görüyordu. Sonra bütün görüntüler karardı ve gözlerini geçitte açtı. Marien yanında diz çökmüş beklerken baş melek orada öylece ona bakıyordu. Biliyordu. Melek olacakları biliyordu. Şimdide bunun olması için onlara yardım edecekti. Ayağa kalktı ve toparlandı. Ağzından çıkan tek cümle meleği dahi etkileşmişti “ Ölümümle sonuçlansa soyum kurusa da ve büyüden eser kalmasa da savaşacağız. ” Burada olay öylece kapanmış oldu. Ve hazırlıklara devam ettiler. Sadece üç gün süreleri vardı. Ve bu kolay olmayacaktı. Hemen işe koyuldular. Rilva bildiği tüm büyülerle şehirleri kutsadı ve donattı. Tüm savunma kalkanlarını aktif etti. Yapabileceği her şeyi canla başla yaptı. VE sonra oturup dua etmeye başladı. Bir gün bir gece boyunca durmaksızın dua etti.... Son çok ama çok yakındı. ..... 4. Bölüm : Kapının diğer tarafında İmanefis ve ordusu tüm hazırlıklarını tamamlamış bir şekilde son savaşı bekliyorlardı. Tüm karanlık yaratıkları çevresinde toplamış olan İmanefis ordusuna çok güveniyordu. İblisin kendisi olan İmanefis gururun ve açgözlülüğünün etkisi ile gücünün sınırlarında dolaşıyordu. Sadece bir hamlede onu çok güçlü yada çok güçsüz yapabilirdiniz. Ama şu an ona dokunmak adeta imkansızdı. Çünkü meleklerin yardıma geldiklerini anlamıştı ve buna çok kızmıştı.Ayrıca Tanrı kapıyı koruyordu. Zavallı büyücü Rilva’ya yardım ediyordu. Öfkesi gücünü doruklara taşıyordu. Kendisini çok farklı görüyordu iblis tüm canlılardan. En güçlünün, en bilgenin , en güzelin kendi olduğunu düşünüyordu. Doğduğu sırada bir gözde olan iblis zamanla değişmişti. Tanrının gözdelerinden olduğu halde onun emirlerine karşı geldi. Hiçbir zaman değer vermedi çevresindekilere. Her zaman yalnız kaldı. Etrafı insanlarla çevrili olsa da her zaman yalnızdı. Tüm bunlardan duyduğu acıyla güçlenmişti. Yüzü parlıyordu artık. Yalancı bir hale sarmıştı çehresini. Elindekilerin hepsini kaybetmek pahasına girmişti bu işe. Ya galip yada yenik ayrılacaktı. Asla kurtuluşu yoktu. Onun çevresinde sahip olduğu tek şey kibriydi. Aklın geçirdikler ile daha da hırslanan iblis tüm gücünü toparladı ve askerleri ile gücünü paylaştı. Zafer için her yol mûbahtı. Tüm her şeyleri ile hazırdılar. Davullar çalmaya borular ötmeye başladı. Her türlü yaratık onun yanındaydı. Karanlığın tohumlarından var olmuş her türlüsü hem de. Kadimlerle beraber yeniler de vardı. Kara büyücülerden, iblislere, balroglardan, ifritlere, orklardan, vampirlere daha akla gelmeyecek bir sürü yaratık buradaydı.Sonun başlangıcı olacak noktada toplanmışlardı. Mutlak karanlık çökmüştü dünyanın bir yüzüne. Diğer yüzüne de parlak bir ışık. Şimdi onların savaş günüydü. Tüm karanlık bastırdı geçidin kapılarına. Savaş başlamalıydı. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Valakar Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2008 5. Bölüm : Işığın ve Tanrının ordusu toplanmışlardı. Artık her şeyleri ile hazırdılar. Onüç yaşından büyük olan herkes buradaydı. Kadın büyücü ve şifacılar ve yaşlı olanları bile... dünya üzerinde gelmiş geçmiş en büyük ışık ordusu buradaydı. Baş melek Gabriel konuşmaya başladı : “ Işığın ordusu, sizler tanrıya karşı gelmiş olan bu habis yaratıkları öldürmek için buradasınız. Çocuklarınızın,eşlerinizin,dostlarınızın,akrabalarınızın ve kendinizin hayatlarını kurtarmak için onlarınkileri almalısınız. Size gereken kudret sizin damarlarınızda dolaşmaktadır. Sizler ve bizler yoldaşız. Işığın yolunda birleştik. Ve ışığın yolunda canlarımızı verebiliriz. Unutmayın bu savaşta sizler ne kadar ölümlü iseniz bizde o kadar ölümlüyüz. Işığımız söndüğünde bizlerde ölürüz. Tanrının kutsal ışığı üzerimize olsun. Ruhlar koruyucumuz olsun, ve dünya üzerinde gelmiş geçmiş tüm iyi güçler bizim olsun yoldaşlarım, şimdi daha iyi bir dünya için SAVAŞIN!!! ” Baş melek bunları söyledikten sonra bu sihirle yaşayan ve ölen topluma son bir kez baktı ve onlar için gözlerinden birer damla yaş aktı. Ama sonrası gelmedi. Önünü kapıya döndü ve diz çöktü. Tanrıya dua etmek için. Burada zaferin onların olması için. Burada bir çokları ölecek birçokları yaralı kalacaktı. Tanrıya onlar için dua etti. Ve onun sesini duydu kardeşi Michael’in sesi çınladı dünyada : “ Sizler ışığın savaşçıları, Tanrı beni sizlerin yanına savaşmaya yolladı. Adaletin kılıcı ile sizinle savaşacağım.” Dedi ve Gabriel’in yanına indi. İki melekte birbirlerine baktılar. Rilva olanları anlamıştı. Bu bir işaretti sadece Tanrı elini geçidin girişinden çekmişti. Çok az zaman kalmıştı. Rilva bağırarak : “ Savaşçılar, kılıçlarınızı hazırlayın. Büyücüler asalarınızı kuşanın, Şifacılar, herkesi kutsayın!!! SAVAŞ BAŞLIYOR!!!!!! ” Tüm bunları söyledikten sonra geçidin kapıları sarsılmaya başlamıştı. Kapı karanlığı daha fazla tutamayacaktı. Rilva, Marien, Gabriel, Michael, dört büyük lider kapının önüne geçtiler. Ve büyülerini yapmaya başladılar. Hepsinin önünde dört ayrı renk oluştu. Kırmızı, Sarı, mavi ve yeşil. Doğanın ana elementlerinin dört ana rengi. Dördü de sözlerini fısıldadılar renklerine. Hepsi büyüdü ve genişledi. Yavaşça birbirlerine dokundular. Sonra aniden karıştılar. Birlikte dans ettiler tıpkı dünyanın ilk yaratılışındaki gibi. Sınırları olmayan bir su gibi. Boşlukta sallandılar ve sarıldılar. Anne karnındaki bir cenin oluşumu gibi tamamlandılar. Sonra gidecekleri yeri buldular. Karanlık!!! Kapılar çatırdayarak kırıldı. Binlerce kütük ve taş parçası dört liderin üzerine yağdı. Ama hepside ellerini kaldırıp önlerindeki gücü kalkan ettiler kendi üzerlerine. Dört liderde aynı hareketleri tekrarlıyorlardı. Birbirlerinin hareketlerini tamamlıyorlardı.Tek vücut olmuş gibiydiler. Evet hatta öyleydiler. Sonra hepsi birden savurdular silahlarını, büyücü Rilva asasını, mistik Marien ellerini, Gabriel ve Michael kılıçlarını. Denge kurulmuştu. Önlerinde element küresi saldırdı en ön sıradaki habis yaratıklara. Dokunduğunu ışıkla sardı. Ve dört elementin gücü ile parçaladı. Dokunabildiği tüm yaratıklara aynısını yaptı. İmanefis etkilenişti. Meleklerin savaşa karışmasını beklemiyordu en azından Gabriel’in. Buna aldırmadı. Ordusunun ön saflarını öbür tarafa yollayan büyüye baktı ve güldü. Tanrının gücünü çağırmışlardı. Gözdeliğin faydaları işte buradaydı. İblis dünya yaratılırken bu gücü görmüştü ve biliyordu. Nasıl durdurabileceğini bilmese de bir fikri vardı. Her ışık karanlığın içinde kaybolabilirdi. Tahtında otururken ellerini kaldırdı. Ve Lanetli Ateşin gücünü çağırdı. Tüm karanlık tarafını hem de. Önünde saf karanlıktan bir küre oluşmuştu. Büyüdü ve giderek genişledi. Adeta karanlığın sonsuzluğunu bu küçük küre içeriyordu. Adeta bir karadeliğe benzemişti. Sonra iblis küreyi başının üzerine kaldırdı. Küçük ama bir o kadar da derin görünüşlü olan küre adeta tüm ışığı emiyor gibiydi. Dört yüksek liderin oluşturduğu element küresi yavaşça kaymaya başladı. Işık ordusunun üzerindeki tüm ışık emilmeye başlamıştı. Her tarafı yoğun nem,soğuk ve umutsuzluk kaplamıştı. Tüm herkes şaşkınlıkla liderler arasındaki çekişmeyi izliyordu.İki tarafında ordusu öylece bekliyordu. Küre gittikçe hızlanan bir hareketle karanlık boşluğa doğru ilerliyordu. Dört lider olana aldırmadan hep bir ağızdan konuşmaya başladılar. “ İşte, kötü iblis senin gücünün tükendiği yer tanrının gücünü nasıl yok edeceksin.Bizler elementleri çağırdık. Ve şimdi onu ışıkla kutsadık. Senin karanlığın bunu yenmeye yetişmez. Şimdi bizlere yenildiğini ilan et ve senin canını bağışlayalım. ” “ Sizler hiçbir şeysiniz. Melekler olmadan, büyücü, sen bir hiçsin. Tanrının yardımı olmadan sefil ordun bir hiç. Bu dünyada kötülük her zaman güçlü oldu fakat Tanrıda her zaman benden güçlü oldu. Ama bu son sizler onun savaşçılarısınız ve ben sizi yok ettiğimde uzunca bir süre ellerini bu dünyadan çekecek. Ve sonunda ben dünyada hakim olacağım. Tek ben olacağım.Şimdi ölümün tadına yakından bir bakın. ” İblis sözlerini tamamladığında iki avucunun içerisinde oluşan ve dipsiz görünen karanlık hareketlendi. Oda dört element küresine ilerlemeye başladı. İki büyük güç karşılaştı ve müthiş bir patlamaya sebep oldular. Etrafa milyonlarca ışık huzmesi fırladı. Göğün yedi katıda bu ışıklarla parladı. Gökteki meleklerin hepsi ve cehennemdeki tüm zebaniler dünyayı izlemeye koyuldular. Zaman yavaşladı ve savaşa yol verdi. Sonunda orada sadece karanlık küre kalmıştı. Dört lider öylece kalmışlardı. Hepsi transtan çıkmış gibiydiler ve olanları yavaş yavaş kavrıyorlardı. Yarattıkları o muhteşem kutsal element küresi gitmişti. İblis burada ilk zaferi almıştı. Bu olanlar onların savaşta çok fazla zorlanacağının kanıtı gibiydi. Dört lider de ordularının başına geçtiler. “ Geçidin bekçileri, kutsal askerler, melekler burada bu insanlarla beraber savaşacaksınız. Şimdi kılıçlarınızı ve inancınızı kuşanın. Sizler birer savaşçısınız. Bu geçidin geçilmesine izin veremezsiniz.” Rilva da ordusunun başına geçti. Ve asasını kaldırarak : “ Savaşçılar, kılıçlarınızı kuşanın. Büyücüler hazırlanın şimdi benimle beraber karanlığın üstüne yürüyün. Bizler ölmedikçe karanlık son bulmayacaktır. Sizler kanınızı vermedikçe ışık galip gelemeyecektir. Bu savaş bizim savaşımız değildir. Tanrının ve İblisin savaşıdır. Şimdi Tanrıya olan borcunuzu ödeme vaktidir. Korkmadan yürüyün karanlığın üstüne. Işığınızla boğun karanlığı. Bizler kutsal askerleriz. Umudunuzu asla kaybetmeyin. Tanrı bizimle olsun. ” Bu sözler üzerine ordulardan müthiş bir ses yükseldi. Tüm askerler saldırıya geçmişlerdi. Etrafta her kutsal asker birkaç habis yaratıkla birden savaşıyordu. Büyücüler gruplaşarak etraflarına ölüm saçıyorlardı. Tıpkı kara büyücüler gibi. Kara büyüler ışık büyülerinden güçlü olabilirdi fakat bizimkiler kadar koruyucu olamazlardı. Bizim savunmalarımız onların saldırılarını engelliyordu fakat onların savunmaları bizim büyülerimize karşı aciz kalıyordu. Şifacılar hem bizim askerlerimiz iyileştiriyor hem de karşı tarafın askerlerine lanetler yağdırıyorlardı. Tamamen saf olan mistikler ise etraflarına saf büyülerle karşılık veriyorlardı. Işık küreleri, kutsal çemberler, element büyülerinin hepsinde usta olan bu insanlar müthiş yetenekleri ile zafer için çabalıyorlardı. Mistikler dünyada kalan tek saf ırktı. Tanrı tarafından kutsanmış olan ruhları onları doğuştan birer büyücü yapıyordu. Bütün büyüleri ve dilleri bilerek dünyaya geliyorlardı. Üç yaşına gelmiş olan her Misi ( mistik küçük çocuk ) eğitime alınır ve duygularını kontrol etmesi güçlerini nasıl arttıracağı ve Tanrı tamamı ile öğretilirdi. Ve mistikler bir arada oldukları sürece çoğu zaman yenilmemişlerdi. Fakat onlarda melekler gibi karanlık ve kötülükten çok fazla etkileniyorlardı. Yani bu savaşta onlar bile yenilebilirdi. Rilva, yüce şehir askerlerinin başına geçmişti. On bin kadar asker ile İblisin olduğu tarafa saldırıyorlardı. Hepsinin özel yetenekleri olan askerler etraflarındaki yaratıklara karşı adeta ölüm saçıyorlardı. Dünya böyle bir vahşeti ilk defa yaşıyordu. Melekler ise önlerine gelen her yaratığı adeta biçiyorlardı. Tanrının hışmını onlar yansıtıyordular. Michael ve Gabriel muhteşem bir şekilde etraflarındaki onca iblise ve habis yaratığa karşı üstünlük sağlamışlardı. İki baş melek tüm güçleri ile saldırıyorlar ve bir yandan da İblise yaklaşmaya çalışıyorlardı. Rilva adeta çıldırmıştı. Gördüğü her yaratığa aynı şeyi yapıyordu. Asasının tek hareketi ile kafalarını gövdesinden ayırıyor ve sonra gövdelerini ateşe veriyordu. İblisler ve yaratıklar için muhteşem bir o kadar da kesin bir ölüm yoluydu. Arada bir asasını kaldırıyor bir büyü yapıyor ve etrafına toplanmış olan bir grup yaratığı cehennemin dibine yoluyordu. Bir süre böyle ilerledikten sonra saf karanlıktan yaratılmış iblislerle karşılaştı. İblislerin kafalarını koparsa da yaratıklar ölmüyor ve vücutlarını ateş yakmıyordu. Dört şehrin kutsandığı dört elementin gücünü tekrardan çağırdı. Hava etrafını sardı, Su ellerine dolandı ateş ayaklarının altına kıvrıldı ve toprak önüne durdu. Hepside ona boyun eğmişti. Rilva Elementlerin Efendisi olmuştu. Gücü her yerinde hisseti. Etrafında bulunan askerlerdeki element kontrol güçlerini bir bir hissetti. Hepsine hükmede bileceğini biliyordu. İçinde elementlerden bir tanesi bile olsa o canlıya artık hükmedebilirdi. Güç içine öylesine doldu ki onu taşıyamaz oldu ve mecburen onu yönlendirmek zorunda kaldı. Gücünü bıraktı ve bıraktığı anda etraftaki elementle ilgisi olan her canlıyı hissetti ve onları çağırdı. İstemsiz olarak yaptığı bu hareket tüm yüce şehir askerlerini etkilemişti. Hepsi bir anda Rilva’ya döndüler. Rilva savunmasız kalan askerleri nasıl serbest bırakacağını daha bilmiyordu. Fakat içinden bir ses gücü kullan diyordu. Ve oda tüm askerleri güçlerini kullanmaya yöneltti. Şimdi her şeyi on bin gözden görüyordu. On bin insan bir olmuştu. Her askerin etrafındaki yaratıkları görebiliyordu. Hatta bazılarını elemental özelliklerinden dolayı hissedebiliyordu. Bir den yine istemsiz olarak gücü harekete geçti ve onunla beraber tüm askerler de harekete geçtiler. Hepsi aynı anda büyülerini tamamladılar ve etraflarında ki yaratılara saldırdılar. Rilva gücün aktığını ve katlandığını hissediyordu. Gücü kontrol etmek için odaklandı fakat hiçbir etki yapamamıştı. Güç şimdilik kendi başına hareket ediyordu. Sonra ölümleri hissetti etrafındaki iblislerin, hayır etrafında olan tüm varlıkların ölümünü hissetti. Onları birer birer yokladı. Ruhları vücutlarını terk ederken hepsine uzandı ve ruhları özgürlüğüne kavuşurken onları kutsadı. Gücünün sınırlarında gezen Rilva bir damla dahi yorgunluk hissetmiyordu. Askerlerle kurduğu bağ da aynı kendisi gibi bir nebze olsun azalmamıştı. Askerler bilinçlerini geri kazanmışlardı. Rilva etrafındaki on bin askere güç veriyordu onları besliyordu adeta. Askerler içlerinde biriken güçle saldırmak zorunda kalıyorlardı. Onlara akan güçte çok fazlaydı. Bu güç etraftaki herkes için çok fazlaydı. Melekler yavaşça Rilva’ya doğru yönelmişlerdi. Etraflarında karanlık bir deniz vardı ve onların ışığı gittikçe azalıyordu.Rilva dehşet içinde kalmıştı. Öfke ve güç damarlarında karıştı ve zaten harekete geçmiş olan gücünü biraz daha besledi. Güç doruğa ulaşmıştı. Rilva artık onların ordusunda bulunan her varlığı hissediyordu. Melekleri besledi onları saf ve temiz gücüyle yıkadı. Meleklerin tüm benliklerini güçle doldurdu. Melekler gelen bu güçle kanatlarını gerdiler ve saldırıya geçtiler. Baş melekler Gabriel ve Michael adeta şaşkına dönmüşlerdi Rilva’dan gelen güce karşılık verdiler ve onlarda büyücünün aralarında açtığı büyük bağla tüm orduya bağlandılar. Mistikler olanlara inanamaz gibi kendilerine güç akıtan bağa sarıldılar. Onlar bu şekilde bir büyüyü yeryüzünde ilk defa görüyorlardı. Onlar ölseler dahi ruhları tekrar enkarne olduğunda bilincini kaybetmiyordu. Ve onlar ruh bakımından dünya ile aynı yaştaydılar. Büyücü hepsine umut ve ışık akıtıyordu. Tüm ordu birbirine bağlanmıştı. Birbirlerine yakınlaşmaya başladılar. Bir araya toplanmaya ve gücü daha fazla hissetmeye başladılar. Rilva kollarını açmış bir şekilde gökyüzüne bakıyordu. Tüm vücudu güneş gibi parlıyordu. Ve geçidin sınırları içinde olan ve içinde Tanrı sevgisi olan herkesle bağlanmıştı. Bundan sonra olacakları o da herkes gibi merak ediyordu. İblis İmanefis tüm hayranlığıyla büyücü kadını izliyordu. Dünyadan bile yaşlı olan habislerin bile ilerisinde bir kadim olan iblis ömrü boyunca böyle bir güç hissetmemişti yeryüzünde. Kadının saf ruhunun kokusunu alabiliyordu. Cennetin kokularıyla yıkanmış ve kutsanmış ruhun sesini duyabiliyordu. Ama bunlara aldırmadı. Ne kadar saf ve güçlü olsa da o kazanacaktı. Kahkaha attı. Tüm geçit kahkahası ile sarsıldı. Oda tüm gücünü serbest bıraktı. Tüm karanlık ve habis varlıkla bütünleşti olmayan benliğini onlara açtı. Lanetli ateşin yaratılması sırasında söylenen mısraları sıraladı dudakları arasında. Gücünü katladı ve tüm kadimlerle beraber tüm gücünü karıştırdı. Ortaya çıkan karşımı, içinde karanlık olan tüm yaratıklarına, Tanrının doğmasına izin verdiği habis yaratıklarına , gücü aktardı. Tüm karanlık ordu Gücün etkisiyle gürledi. Serin bir rüzgar gibi esti gücün titreşimleri. Yaratıkların nefesleri hızlandı ve doruklara ulaştılar. Gücü sindirdiklerinde hepsi birden saldırdılar. Rilva, gücün etkisi ile muhteşem hissediyordu. Ve ellerini üzerlerine gelmekte olan ve deniz gibi sonu gözükmeyen orduya uzattı. Arkasında kalan tüm ordudaki herkes onu izliyordu. Ellerini uzattığında adeta üzerlerine akan yaratık denizi durdu. Bu siyah denizin içinde güneş parlaklığında küreler belirdi. Hepsi büyük ve bir o kadarda parlaktı. Yıldızları yardıma çağırmış olan büyücünün kontrolünde yaratıkların üstünden geçiyorlardı. Yıldızlar dört yönden onlara katılan element küreleri ile birleştiler. Renklendiler ve renklendikçe büyüdüler, büyüdükçe güçlendiler. Rilva ellerini her hareket ettirdiğinde yıldızlarda hareket ediyor ve etraflarındaki yaratıkları kavuruyorlardı. Savaş alanını yanık et ve keskin kan kokusu almıştı. Yaratıkların kanları etrafı siyaha boyamıştı. Askerlerin üzerine yapışan deri ve et parçaları kurumuş kalmıştı. Karanlık ordunun içinde kana ve ete ihtiyaç duyan yaratıklar açlıklarını bastıramadılar ve tekrardan harekete geçtiler.Onlar harekete başlamadan içlerinden birçoğunu yok etmiş olan yıldızlar infilak etmeye başladılar.Birer birer hepsi patladılar ve etraflarında bulunan bir çok yaratığı da beraberlerinde götürdüler. Karanlık ordunun belirli bölgelerinde büyük boşluklar oluşmuştu. İblis bunun karşısında sadece gülümsemekle yetindi. O da ellerini kaldırdı ve saldırmaya başladı. Ellerini uzattığı yerdeki tüm askerler ağızlarından ve burunlarından kanlar gelerek, etleri vücutlarından parça parça dökülerek ve tüm vücutları çürüyerek ölüyorlardı. Rilva başını çevirdi ve askerlerine olanları gördü. Tüm öfkesi beynine hücum etti. Tekrardan gücün akışına bıraktı kendini. Bilincini çekti gücünün üstünden. Güç tekrardan tüm orduya akmaya başladı. Güçle dolan ordu saldırmaya başladı. Karanlık ve ışık birbirine karıştı. İki orduda tüm gücüyle saldırıyorlardı. Sonlara çok yaklaşılmıştı. Rilva, tekrardan bilincini gücü üzerine verdi fakat gücün akışını kesmedi. Kafasını göğe doğru kaldırdı ve yükselmeye başladı. Hava ona topraktan farklı bir şekilde davranamıyordu. Yükseldi ve konuşmaya başladı : “ İmanefis, karanlığınla asla ışığa üstün gelemezsin. Şaşkınlığını ve hayranlığını hissedebiliyorum. Aşağıdaki tüm yaratıklarının kalplerini elimle hissedebiliyorum. Tabi ki sadece kalbi olanların. Onları tek hareketle cehennemin dibine yollayabilirim. Gel ve benimle yüzleş, Tanrının asıl gücü ile yüzleş. Ben burada sadece bir aracıyım sen ve Yaratıcı yüzleşin. Aşağıdaki tüm varlıkların yaşamalarına hatta doğmalarına izin veren yaratıcının gücüyle yüzleş. ” Sözlerin ardından İmanefis, büyücüye doğru yükselmeye başladı. Karanlığını da beraberinde götürüyordu. Yeryüzünde onun yüzünü görebilen bir kimse dahi yoktu. Karanlık her zaman onun çevresinde bir perde gibi salınıyordu. Gücü doruklara ulaşmış olan iblis büyücü ile aynı seviyeye geldiğinde karanlığı daha da bir büyüyerek onun çevresini tamamı ile sardı. Rilva’nın onu görmesi imkansızdı. Sadece boş havada salınan bir karanlığın karşısında duruyordu. “ Beni güldürme büyücü. Benim karanlığım senin ışığını yok edebilir. Sen asla Tanrının ışığını taşıyacak kadar saf ve güçlü olamayacaksın. Ben Tanrının gücünü biliyorum ve ondan her zaman olduğu gibi şimdide korkuyorum. Sadece sizin gibi varlıkların bana üstün kılınması imkansız. Ben sizlerin hepsinden üstünüm. Ve bunu kanıtlamak için buradayım. Şimdi beni hisset karanlığımın tadına bak ve sonra konuş büyücü. ” Sözlerini tamamlayan iblisin bulunduğu karanlığın tam önünde bir çember belirdi. Havada öylece asılı duruyordu. Ama Çemberin kenarlarında bilinmeyen bir dilde sözcükler beliriyor çember dünyadaki tüm kötülüğü içinde barındırıyormuş gibi titriyordu. Sonra çemberin içinde bir çember daha belirdi ve ikisi de tam ters yönlerde dönmeye başladılar. İblisin fısıldadığı sözcüklerle harekete geçtiler ve büyücüye saldırdılar. İki çember büyücüyü bir küre içinde bırakmışlardı. Karanlık ve güçlü daire içerisinde kalan büyücü kısa ama güçlü bir çığlık attı. Ama bu çığlık çaresizlik ve korkudan değil aksine öfke ve kinden kaynaklanıyordu. Sonra aniden büyücünün içinde olduğu küre dönmeye ve sarsılmaya başladı. İçinden huzmeler halinde ışıklar fışkırıyordu. Dönerek hızlandı ve sonunda müthiş ve sarsıcı bir ışıkla parçalandı. İçinde ki tüm gücü dışarıya kusmuş olan büyücü hala olduğu yerde duruyordu. Ama ne bir yorgunluk nede bir güçsüzlük hissi duymuyordu. Sadece kazanılması gereken savaşı hissediyor adeta onu yaşıyordu. Etrafa saçılan ışıklar toplanarak iblisin içinde bulunduğu karanlığa yöneldiler. Karanlığın içinde kayboldular ve sonra iblisin haykırışı yükseldi. Büyücüyü hafife aldığını anlayan iblis karanlığının dağıldığını hissetti. Gücünün parçalandığını hissetti. Ama Lanetli ateş hala oradaydı yanıyordu ve kan istiyordu, İbliste onun istediği kanı ona verecekti. “ Karanlığın efendileri, Lanetli ateşin yaratıkları sizleri gücümle kutsadım ve yücelttim. Şimdi sizlerden dünyaya dağılmanızı ve bulduğunuz her insanı her canlıyı öldürmenizi istiyorum. Ne bir insan ne bir hayvan kalmamalı sadece bizler kalmalıyız. Emrime karşı gelenleri de insanlardan ayırmayın. Şimdi dağılın ve hepsine ölümü tattırın. ” Sözleri duyan habis yaratıklar kendi yöntemleri ile dünyaya dağılmaya başladılar. Bazıları uçarak, bazıları sürünerek, bazıları buharlaşarak, bazıları da direk karanlığa karışarak kayboldular. Koskoca ordu bir anda yok olmuştu ve hepsi şu an dünyada insanları katletmeye uğraşıyorlardı. Binlerce şeytani yaratık dehşet saçıyordu. Bu durumun gerçekleşmemesi için yapılması gereken tek şey vardı iyilerinde dünyaya dağılarak onların peşinden gitmeleri. Bu durumu kavrayanlar vardı ama bir kez de baş büyücüden duymak gerekliydi. “ Askerler, şimdi yöneticilerinizle beraber şehirlerinize dönün ve tüm yaratıklar ölünceye kadar savaşın. Yüce şehir askerleri sizlerde gruplara ayrılarak tüm dünyada bulduğunuz her türlü yaratığı Tanrının huzuruna yollayın. Büyücüler bulabildiğiniz yaratıların hepsini yok edin. Savaşın ve kazanın! ” Rilva’nın bu sözleri üzerine ordu dağılmaya başladı. Askerler şehirlerine döndüler. Büyücüler araştırmaya koyuldular. Diğer herkeste savaşmak için dünya üzerine dağıldı. Loore Geçidi’nde sadece iki baş melek, iblis ve büyücü kalmıştı. Onlar olacakları bekliyorlardı. Rilva Tanrıya dua etmeye başladı onu zaferle onurlandırması için yalvarmaya başladı. Hem ağlıyor hem de sözcükleri sıralıyordu. İbliste bulunduğu yerden saldırıya hazırlanıyordu. Karanlığını tekrardan etrafına toplamıştı. Büyücü işini bitirdi ve göz yaşlarını sildi. Büyücü birkaç sözcük sıraladı ve elleri aydınlandı elindeki asası mükemmel bir ışıkla parladı. Gücünün tamamı asada toplanmıştı. Asası ile havada birkaç daire çizdi ve daireleri önünde kalkan gibi asılı bıraktı. Sonra elementlerin gücünü kullanarak Dört daireyi dört renge boyadı ve dört yöne çekti. Doğudan, batıdan, kuzeyden ve güneyden korunuyordu. Şimdi sıra saldırıdaydı. Gücünü asasından geri çekti ve asayı yere bıraktı. Asa yere doğru düşerken büyücü iblise doğru ilerlemeye başladı. İblis büyücüyü izlerken büyülerini tamamlamıştı. Oda etrafına karanlığını sarınmış gelecek olan saldırıyı bekliyordu. Karanlığı bu sefer öyle derin ve sonsuz gözüküyordu ki evrenin boşluğu bile yanında hiç kalabilirdi. İbliste kendisine doğru ilerlemekte olan büyücüye doğru yöneldi. O da hızla ona doğru gitmeye başladı. Baş melek Gabriel ve Michael olanları izliyorlardı. İkisi de havada öylece duruyor sadece arada bir kanatlarını çırpıyorlardı. Işık ve karanlık birbirlerine doğru ilerliyorlardı. Melekler olanları izlerken dua etmeye başlamışlardı. Tanrıya dünyanın buradan sağ çıkması için dua ediyorlardı. Onlar izlerken ışık ve karanlık buluştu. Rilva’nın dört kalkanı da parçalanarak etrafa ateş,su,hava ve toprak saçtılar. Yeni hayatın ilk elementleri saf olarak dünya üzerine düşmüş oldu. İmanefis’in karanlığı adeta cam gibi parçalandı ve her türlü varlığın içine bir parça karanlık düştü. Her canlının içine düştü ve adı Nefis oldu. Ki bu nefis insanların her zaman en karanlık arzularının yeri oldu. Işık ve karanlık bir oldu. Birbirlerini kucakladılar. Bu çarpışmayı her varlık kalbinde hissetti. Hepsi bıraktılar savaşmayı. Kılıçları, asaları ve tüm silahlar düştü ellerden. Sadece sona kitlendi bütün yürekler. Sonun kokusuna büründü tüm düşler. İyilik ve kötülük dengeyi buldu. Rilva’nın elleri İmanefis’in yüreğini kavramıştı. İblisin vücudunun içinde onun kalbini kavramış öylece duruyorlardı. İmanefis’in elleri de onun beynini kavramıştı. O altından değerli cevher artık iblisindi. Ama ne iblis kalpsiz yaşayabilirdi nede büyücü beyinsiz. Beraberce can verdiler oracıkta. İkisi de birer bulut oldular. Biri bembeyaz pamuk gibi diğeri simsiyah katran gibi birer bulut. Sonra bir anda yağmurları bıraktılar dünya varlıklarının üzerine. O yağmur ki tüm insanları büyüden ve sihirden yıkadı. Varlıkların hepsini eşit kıldı ve eşit olmayanları birbirinden ayırdı. Lanetli ateş bu yağmura dayanamadı. Asırlardan beridir sönmeyen o ateş ki iki yağmur damlası ile son buldu. Damlaların biri siyah buluttan diğeri beyaz olandan düştü. Alev dayanamadı onların haline ve bıraktı inadı o anda söndü. İki bulut gökyüzünde devam ettiler danslarına. Gökyüzünün tüm melekleri birer bulut üstünde onlara katıldılar. Büyücü için üzüntüden, İblisin ölümünden de sevinçten ağladılar. Onların gözyaşları yıkadı dünyayı bir yağmur sardı etrafı. Ve bize şimdiki Dünyayı bıraktı yüce TANRI... ----- SON----- Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
entron Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2008 iyi yazmışsın. sürükleyici olmuş Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Valakar Yanıtlama zamanı: Haziran 30, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 30, 2008 Teşekkür ederim üstad. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Jethro Yanıtlama zamanı: Aralık 27, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 27, 2013 Imanefis seytanin ismi mi veya isimlerinden birimi ve nefis imanefisten mi geliyor hakikaten ?ve ekleyeyim guzeldi. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.