boynuzsuzgeyikler Oluşturma zamanı: Temmuz 9, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Temmuz 9, 2008 Francesco Petrarca 20 Temmuz 1304 - 18/19 Temmuz 1374, döneminin en büyük bilgini sayılan İtalyan hümanist ve şairidir. Yaşamı Petrarca, 20 Temmuz 1304'te, Arezzo'da dünyaya gelir. Babası Noter Petracco di Parenzo; annesi Eletta Canigiani'dir. Petrarca, dönemin seçkin hocalarından Convenevole da Prato'dan dilbilgisi dersleri alır. Bu arada erkek kardeşi Gherardo dünyaya gelmiştir (1307). Petrarca, 1316'da Montpellier Üniversitesi'nde hukuk öğrenimine başlar, ama klasik kültüre olan ilgisi çok daha yoğundur. Hukuk öğrenimini tamamlamak için 1320'de gittiği Bologna'dan, babasının 1326'da ölümü üzerine, bir daha dönmemek üzere ayrılıp Avignon'a gider. Kardinal Giovanni Colonna'nın özel din görevlisi olarak çalışmaya başlar (1330); bu görevi 1347-1348 yılına dek sürmüş olduğu düşünülmektedir. 1333'de Fransa, Flandre, Brabant ve Rheinland'ı kapsayan bir Kuzey Avrupa yolculuğuna çıkar. Aralık 1336'da Colonna ailesinin konuğu olarak Roma'ya ilk yolculuğunu yapar. 1337'de Vaucluse'de, evlilik dışı bir ilişkiden ilk oğlu Giovanni dünyaya gelir. De Viris Illustribus'u (Ünlü Erkekler) yazmaya başlar. 1338-1339 yıllarında Africa adlı epik şiirine başlar. Triumphi'yi (Utku Şiirleri) yazma fikri bu dönemde oluşur ve yapıtın "Aşkın Utkusu" bölümünü yazmaya başlar. 1340'da hem Paris Üniversitesi, hem Roma Senatosu Petrarca'ya şairlik tacını önerir. Sanatçı, Roma'yı seçer. 1341'de Napoli'ye gider, Kral Roberto'nun huzurunda üç gün süren bir sınavdan geçer ve 8 Nisan günü gösterişli bir törenle başşairlik tacını giyer. 1341-1342 yıllarında Africa'nın ilk taslağını bitirir; Utku Şiirleri'ne devam eder. 1342'nin Şubat ya da Mart ayında Provence'a gitmek üzere yola çıkar. 1342-1343'de Vaucluse ve Avignon'da yaşar. Canzoniere'nin ilk biçimini hazırlar. Kızı Francesca dünyaya gelir. Secretum Meum'un (İç Dünyam) ilk biçimini yazar. Rerum Memorandarum Libri'ye (Unutulmaz Şeyler) başlar. Vaucluse'de yaşadığı 1346-1347 yıllarında De Vita Solitaria'yı (Yalnız Yaşam) yazar. Bucolicum Carmen'in (Çoban Şiirleri) bazı eklogalarını kaleme alır. 1347'de kardeşi Gherardo'yu Montrieux'de ziyaretinin ardından De Otio Religioso'yu (Dinsel Huzur) yazar. Cola di Rienzo'nun Roma Cumhuriyeti'ni yeniden canlandırma girişimine destek vermek için Roma'ya doğru yola çıkar; girişimin başarısızlıkla sonuçlandığını öğrenince (Aralık 1347), Cenova'da kalır, oradan Verona'ya doğru yola çıkar. Kara Veba'nın hüküm sürdüğü 1348 yılının Ocak ayında Verona'dadır. Mart ayında Parma'ya döner. 19 Mayıs'ta, Laura'nın ve aralarında Kardinal Colonna'nın da bulunduğu pek çok dostunun ve koruyucusunun ölüm haberini alır. Veba ve birçok dostunu yitirmesi, onu "Ölümün Utkusu"nu yazmaya yönlendirir. 1350 yılında, Padova'da kısaca Familiares olarak bilinen Rerum Familiarium Libri (Bildik Olaylara İlişkin Mektuplar) derlemesinin ilk mektubunu yazar. Floransa'da Giovanni Boccaccio'yla tanışır; ömür boyu sürecek olan bir dostluğun başlangıcıdır bu. 1351'de Vaucluse'e gelir; De Viris Illustribus ile Canzoniere üzerindeki çalışmalarını sürdürür. Papa sekreterliği görevini geri çevirir ve Avignon'daki papalık merkezine karşı olduğunu vurgular. Liber Sine Nomine (Adsız Kitap) başlıklı mektup derlemesine başlar. 1352'de Familiares derlemesiyle uğraşır; De Viris Illustribus ve Utku Şiirleri üzerinde çalışır. Papa VI. Clemens'in ölümü üzerine papa seçilen VI. Innocentius'un düşmanca tutumu yüzünden, Avignon'dan ayrılmaya hazırlanır. Petrarca 1353'te İtalya'ya gelir; artık Provence'a dönmeyecektir. 1354'te De Remediis Utriusque Fortune'yi (İyi ve Kötü Talihe Karşı Çareler) yazmaya başlar. Sonbaharda Bohemya Kralı Karl İtalya'ya bir sefer düzenleyerek Roma'da Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu tacını giyer. Petrarca, Aralık ayında Mantova'da Karl'la tanışır. 1356'da görevli olarak Karl'ın sarayında kalır. Ağustosun sonuna doğru Milano'ya döner. Canzoniere'nin üçüncü düzenlemesi üzerinde çalışmaya başlar. 1357'de Utku Şiirleri'ni gözden geçirir; Bucolicum Carmen ve De Otio Religioso üzerinde çalışır. 1358'de Canzoniere'nin üçüncü düzenlemesini bitirir. Secretum Meum'u gözden geçirir. Canzoniere'nin yeni, dördüncü düzenlemesi üzerinde çalışmaya başlar. 1361'de oğlu Giovanni'nin vebadan öldüğünü öğrenir. Güz boyunca Familiares'i gözden geçirir ve Rerum Senilium Libri'ye (Yaşlılık Mektupları) başlar. Eylül 1362'de Venedik'e taşınır. Dükler Sarayı'ndan biraz uzaktaki bir ev karşılığında, ölümünden sonra kütüphanesini olduğu gibi Venedik Cumhuriyeti'ne bırakmayı taahhüt eder. Canzoniere'nin dördüncü düzenlemesini bitirir. Yazdan önce kızı Francesca evlenir. 1363'te Giovanni Boccaccio'yu Venedik'teki evinde ağırlar. "Ünün Utkusu" üzerinde çalışır. 1366'da De Remediis'i bitirir. Familiares'e son biçimini verir. Canzoniere'nin beşinci ve daha kapsamlı bir düzenlemesine başlar. Yıl sonuna doğru Venedik'e döner. Mart 1367'nin sonunda Padova'ya gider; sonra Venedik'e döner, daha sonra yeniden Pavia'ya doğru yola çıkar. Yolculuğu sırasında, en başarılı polemiğini yazar: De Sui Ipsius et Multorum Ignorantia (Kendisinin ve Başka Birçoklarının Bilgisizliği Üzerine). 1370 yılının Mart ayında Arquà'daki yeni evine taşınır. 4 Nisan'da vasiyetnamesini yazar; papanın daveti üzerine Roma'ya giderken, Ferrara'da rahatsızlanıp Padova'ya dönmek zorunda kalır. 1370-1372'de "Posteritati" ("Gelecek Kuşaklara") mektubunu yazar; bu mektubunda 1351'e kadarki yaşamöyküsünü anlatır. 1373-1374'de Canzoniere'nin yeni bir nüshasını -sekizinci- hazırlar. 1375'de Canzoniere'nin dokuzuncu ve son biçimi üzerinde çalışır. "Edebiliğin Utkusu"nu yazar. 18 Temmuz günü, Arquà'daki evinde ölür. Kendi arzusuna uyularak, Arquà bölge kilisesine gömülür. Petrarca ve Laura Gerek Canzoniere, gerek Utku Şiirleri Laura'ya olan sevgiyi dile getirir. Tarihi kimliği hakkında hemen hiçbir şey bilinmeyen, hatta var olup olmadığı bile tartışma konusu olan Laura, her durumda, Petrarca şiirinin en önemli kişilerinden / imgelerinden biridir. Petrarca, Vergilius kitabının kenarına düştüğü bir notta Laura'yla karşılaşmasını şöyle anlatır: Erdemleriyle seçkin ve dizelerimle çoktan üne kavuşmuş olan Laura'yla ilk kez gençliğimde karşılaştım, 1327 yılının 6 Nisan günü, Avignon'daki St. Clare Kilisesi'nde, sabah ayini sırasında; aynı şehirde, gene 6 Nisan günü, gene aynı saatte, ama bu kez 1348 yılında, yaşam ışığı gün ışığından çekildi, ben, rastlantı sonucu, yazgımdan habersiz, Verona'dayken. Üzücü haber Parma'da ulaştı bana, aynı yılın 19 Mayıs sabahı, Ludovico'nun gönderdiği bir mektupla. Erden ve güzel bedeni, öldüğü günün akşamı Fransiskenlerin kilisesinde defnedilmiş. Seneca'nın Scipio Africanus için söylediği gibi, onun ruhunun, geldiği yere, Cennet'e geri döndüğünden eminim. İtalyanca Yapıtları -Rerum Vulgarium Fragmenta ya da Rime Sparse ya da Canzoniere (Canzoniere ya da Dîvan) -Triumphi ya da I Trionfi (Utku Şiirleri) Başlıca Latince Yapıtları Koşuk -Africa -Bucolicum Carmen (Çoban Şiirleri) -Epistole Metrice (Koşuk Mektuplar) -Psalmi Penitentiales (Tövbe Mezmurları) Düzyazı -De Viris Illustribus (Ünlü Kişiler Üzerine) -Rerum Memorandarum Libri (Unutulmaz Şeyler) -Itinerarium ad Sepulcrum Domini (İsa'nın Mezarına Yolculuk) -Secretum Meum (İç Dünyam) -De Vita Solitaria (Yalnız Yaşam) -De Otio Religioso (Dinsel Huzur) -De Remediis Utriusque Fortune (İyi ve Kötü Talihe Karşı Çareler) -De Sui Ipsius et Multorum Ignorantia (Kendisinin ve Başkalarının Bilgisizliği Üzerine) Mektup -Rerum Familiarium Libri (Bildik Olaylara İlişkin Mektuplar) -Rerum Senilium Libri (Yaşlılık Mektupları) -Liber Sine Nomine (Adsız Kitap) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boynuzsuzgeyikler Yanıtlama zamanı: Temmuz 10, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 10, 2008 DİVAN Francesco PETRARCA Çeviren; Necdet ADABAĞ T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları 2001, 1. Baskı, Sf. 170-189 Sone CXXXVIII Laura’nın karşı olmasına karşın şair onu sevmekten vazgeçmez ve onun için ağlar Aşk beni güzel ve acımasız kollar arasında buldu, öldürüyorlar beni haksız yere, acı duyacak olursam eğer katlanır ikiye duyduğum işkence: seçerek her zamanki gibi daha iyiyi: severek ölmek ve susmayı yeğliyorum; ateşe verebilir çünkü bu Kadın Ren nehrini en kalın buz tabakasıyla kaplıyken gözleriyle ve yerler bir eder dağı taşı, ve güzel olduğu kadar kibirli olan kadın hoşlanamaz bir başkasının, kendisinden hoşlanmasından. Koparamadım tüm uğraşlarıma karşın bir parça elmastan, Ondandır katılığı yüreğinin; geri kalan kısmı bedeninin mermerdir, Göğsü kalkıp iner, soluk alıp verirken. küçümsesin beni, umurumda değil, küçümseyeceği kadar; assın suratını istediği gibi, söküp alamaz benden umutlarımı ve benim içtenlikli iççekişlerimi. Sone CXXXIX Geri çevrilen aşkına karşın, şair onu sevmeyi sürdürür. Ey kıskançlık, erdem düşmanı, gidersin isteyerek güzel ilkelere karşı, girersin o daracık yoldan, öylesine suskun ve güzel göğsüne ve sokarsın onu olduğundan farklı bir konuma. Kökünden söküp aldın sağlığımı; çok mutlu bir aşık gibi gösterdin beni ona; eldeğmemiş, alçakgönüllü yakarışlarımı kabullenmişti bir zamanlar, şimdi, nefret edip, yadsıyor galiba. Sert ve kaba davranışlarıyla iyiliğime ağlayıp, ağladığımda gülse de, gene de değiştiremez bir tekini düşüncelerimin. Günde bin kere beni öldürse de sevmemek elde değil onu, ondan umar beklememek, korkutsa da çünkü o Kadın beni, Aşk umut veriyor bana. Sone CXL Laura’da tatlılık ve acı bulur. Üzülür ama Aşk’ın başka bir meyve vermediğini bilir. Bakarken dingin güneşine hayran hayran gözlerinin bilirim, oradadır, benimkileri renkten renge sokanın, ıslatanın, kopar yüreğimden yorgun ruhum uzaklaşır, sığınmak ister koynuna, adına cennet dediği toprağının; acı ve tatlılıkla dolu olduğunu görür bulunduğu yerin, ve dünyadaki herşeyin bir örümcek ağına benzediğini, yakınır bunun için kendi kendisinden ve Aşk’tan: Niçin böylesine etkin mahmuzları var, niçin frenleri böylesine keskin. Birbiriyle çelişkili, birbirinden kopmayacak bu iki uçtan ötürü kalakalmıştır bazen sıcak mı sıcak, bazen buza dönmüş beklentileriyle; bazen mahzun, bazen mutlu mu mutlu. Ne ki, düşüncelerin çoğu hüzünlü, azı neşeli ve çoğu kez pişmanlık içindedir bu yürekli girişiminden ötürü, böylesi bir meyve ancak böylesi bir kökten doğarmış. Sone CXLI Büyük ıstırabı içinde bir başka kadın yerine Laura’dan ötürü acı duymaktan avuntu bulur. Kötü huylu yıldız, doğruysa eğer gök cisimlerinin etkisi, kimilerinin inandığı gibi, ben senin işaretinin altında doğdum, ve acımasız beşik, orada yattım doğduğumda, ve acımasız toprak, orada attım adımlarımı arka arkaya; ve acımasız gözleriyle, sırtındaki yayıyla, benden bir tek hedef tahtası olduğum için hoşlanan o Kadın, açtı yüreğimde yara; ondan ötürüdür dertlendiğim senden Aşk, sağlığıma kavuşabilirim gene aynı silahlarla. Ama sen eğeleniyorsun benim acılarımla; keyif vermiyor, oysa, o Kadına; vermiyor çünkü o kadar çok acı bana, yara ok yarasıdır, şiş yarası değil. Yanıp tutuşmak gene de avutur beni o Kadın için, bir başkasından keyif almaktan çok ve sen yemin et, söz ver bana, başı için altın uçlu okunun, ben de inanayım sana. Sone CXLIR Aşık olduğu yer ve zaman aklına geldiğinde gençleştiğini duyumsar. Anımsadığımda o yer ve zamanı, aklımı yitirmiştim o yer ve zamanda, ve Aşk’ın attığı düğümü, bağlamıştı beni sımsıkıya, öyle ki acılar tatlı ve ağlamak bir oyun gibi geliyordu bana. Kükürt ve samandandır bedenim tümüyle, yüreğim bir kor ateş, o içtenlikli sözcükler kulağımın dibinde, içimi yakan; öyle ki keyif alır, ve onunla yaşarım, bir başka şey umurumda değil. O Güneş’tir yalnızca gözlerimde ışıldar; titrek ışıklarıyla daha, ısıtır beni o günden bu yana, akşamlarımda, tıpkı bir zamanlar olduğu gibi; Ve beni aydınlatır ta uzaklardan ve beni yakar, ve anılarım her zaman taze ve sağlam, işaret eder bana sürekli o düğümün atıldığı yeri ve zamanı. Sone CXLIII Laura’ya dönük düşüncesiyle Adrenna ormanını geçmektedir (1333 yazı) ve izlenimini arkadaşı kardinal Giovanni Colanna’ya yazar. Yabanıl ve konuksevmez ormanlar içindeyim, silahlı adamların bile büyük bir korkuyla adım attığı, ben oysa güvendeyim, korkutmaz çünkü beni başka bir şey, ışıklarında Aşk’ın gücünü taşıyan Güneş’imin dışında; ve şarkı söylüyorum yürürken, ne aptallık benimki değil mi! Karşımda duruyor o Kadın, uzaklaştıramadı gözlerimden Gökler bile ve görüyor gibi oluyorum onu kadınlar ve kızlarla birlikte, oysa, gördüklerim çamlar ve kayınağaçları. İşitir gibi oluyorum onu, dallar ve rüzgarlar ve yaprakların hışırtısıyla ve kuşların yakınmalarını duyarken ve suların uğultusunu yeşil otları yararken. Olmadım hiç bu kadar mutlu, olağanüstü bir sessizlik ve gölgenin ormanın dehşet veren yalnızlığından ötürü; ne ki, Güneş’imden daha çok uzakta duyumsuyorum kendimi. Sone CXLIV Laura’nın kentini görünce Ardenna ormanlarında karşılaştığı tehlikeleri unutur. Önceki sonenin devamıdır ve Petrarca’nın en iyi soneleri arasında yer alır. Binlerce yeşil alan ve binlerce ırmak gösterdi bana bir günde Ardenna ormanlarında geçerken Aşk, sağlamıştır hep izleyenlerine ayak ve kalplere kanat, uçsunlar diye daha yaşarken gökteki üçüncü daireye. Güzeldi dolaşmak yalnız başıma silahsız oralarda, oysa, vuruyordu, Mars, eli tetikte, gözünün yaşına bakmadan insanı, nerdeyse dümensiz ve direksiz bir kayık gibi, ben, denizde; hüzünlü ve bir tek onun düşüncesiyle baş başa. Ulaştım gene de tehlikelerle dolu bir günün sonunda, aklımdan çıkarmadan nereden geldiğimi ve hangi kanatlarımla, ve korku duyuyorum içimde bu gözükaralığımdan ötürü; ne ki, o güzel ülke ve keyif verici nehir gidermişti tasalarını, içtenlikli konukseverliğiyle, yüreğimin; dönüktü yüzü o anda ışığının geldiği yere. Sone CXL Yaşamın acısına dayanamayıp ölümü bekler. Sevda beni hem kamçılar, hem durdurur, güven verir ve korkutur, yakar ve dondurur, beğenir ve aşağılar, hem çağırır beni kendine, hem de kovar, kimi zaman ümit, kimi zaman içağrısı verir, Zavallı yüreğimi bir yere, bir göğe alıp götürür; gelgeç gönül aşkın izini kaybettiğinde ve en yüce arzusu sanki artık hoşuna gitmez; aklım bir tek bu hayalle dopdolu! Çözülüp gözlerden akan gözyaşları değil, dost bir düşünce aklıma bu dünyanın ötesini gösterir, mutlu olmayı ümit ettiği yere çabucak gitmek için; sonra, bir güç çekip alır aklımı güzel düşüncelerden, istemeye istemeye başka yoldur izlemesi gereken; kabullenerek benim ve aklımın ölümünü. Çeviren : Elif Ongun KALEMCİ Sone CXLVI Aşkın gazabına uğramıştır. Avunmak için dine sığınmak ister ama yapamaz. Geri, (*) kimi zaman bana kızdığında, benim tatlı düşmanım, (**) öylesine kibirlidir ki, bir avuntu yeter bana, ben ölmeyeyim diye, yalnızca onun sayesinde ayakta kalır ruhum. Her defasında çevirince gözlerini kızgınlıkla kadınım, ışığından soyutlamak ister yaşamımı, gösterince alçak gönüllülükle dolu gözlerimi, öylesine gerçek, çeker geriye ister istemez her türlü kızgınlığını, Ve bu dediğim olmazsa eğer, giderim gene de görmeye kadınımı, tıpkı Medusa’nın yüzünü görmek gibi, dönüştürdü mermere ona bakan insanı. Sen de öyle yap o zaman, bana kalırsa, çünkü yoktur başka bir yolu ve kaçmak çare değil, Efendimizin (***) kanatları önünden. (*) Geri: Şairin arkadaşı (**) Düşmanım: Laura (**) Efendimiz: Aşk Sone CXLVII Po nehrinin üzerindedir. Nehir onu Laura’dan bedensel olarak uzaklaştırmakta ama ruhsal olarak değil. Po, götürebilirsin istersen bedenimi uzaklara güçlü ve hızlı akan dalgalarınla; ne ki, onun içinde gizlenen ruhum aldırmaz ne senin ne de bir başkasının gücüne; ruhum değiştirmez rotasını bu yandan o yana, dosdoğru tutkusuna doğru, pupa yelken çırpar kanatlarını altın saçlısına doğru, yüklenir rüzgarlara, dalgalara, yelkenlere ve küreklere. Kralların kralı, kibirli, yüce nehir, koşarsın günü bize bağışladığı yere güneşin, dönerken arkanı batıda en parlak ışığa. Çekip gidiyorsun dalgalarınla benim ölümlü yanımı götürerek, öteki yanım, oysa, takmıştır aşkın sunduğu kanatlarını, dönüyor uçaraktan tatlı günlerinde sığındığı yere. Sone CXLVIII Beklemediği bir anda Aşkın defne ağacının altına gerdiği ağa düşer. Aşk germişti otlar arasına sevimli bir ağ altından ve incidendi ipleri, dalın altındaki, her zaman yeşil kalan benim çok sevdiğim ağacın, kalsam da altında keyifli olmaktan çok hüzünlü gölgelerin; oltasına taktığı yemi ektiği ve biçtiği tohumdandı, tatlı ve acı, korktuğum ve arzuladığım; ve ezgileri olmamıştı hiç böyle mutlu ve dingin, Adem’in gözlerini dünyaya açtığı günden beri. ve güneşi gölgede bırakan aydınlık gözleri, yanıyordu ışıl ışıl etrafta ve tutuyordu ipin tomarını, fildişinden ve kardan öte beyazlıktaki elinde. İşte böyle düştüm ağa; ve beni derleyip topladılar burada, incelikli davranışlar ve meleklere özgü sözler, ve zevk, tutku ve umut. Sone CXLIX Aşk ateşi yakar ama kıskanç değildir. Çünkü tüm erkeklere kaygısızdır Laura. Aşk yakar yüreğimi sımsıcak bir tutkuyla, buz gibi korkuyla tutar baskı altında, düşürür aklımı kuşkuya hangisi daha büyük diye, umut mu yoksa korku mu; ateş mi yoksa buz mu! En sıcak günde üşüdüm, en soğuk günde yandım, tutku ve tuhaf kuşkularım oldu sürekli tıpkı gösterişsiz bir giysi içinde ya da bir peçe arkasında, gizlenmiş kadın kılığında bir erkek varmış gibi. Bu kederden ilki tam bana göredir, Yanmak gece ve gündüz; ne denil büyüktür bu tatlı acı, Sığmaz düşüncelere, ne sözcüklere, ne de dizelere: Yoktur ötekinin bende yeri, benim güzel ateşim çünkü, her erkeğe eşit uzaklıktadır, ve kim uçmak isterse ışığının zirvesine, boşuna açmış olur kanatlarını. Sone CL Laura’nın tatlı bakışı ve sözleri ona öldürürcesine işkence etmektedir ama onu ayakta tutanlar gene onlardır. Tatlı bakışları eğer o kadının beni öldürüyorsa, ve tatlı sözcükleri bilgece, ve Aşk üzerimde öylesine etkiliyse, bir tek sözcüğü ya da gülümsemesiyle, yandım! N’olacak benim halim, ya benden ötürü ya da kötü yazgımdan, uzaklaşırsa o kadın acıma duygusundan, meydan okuyacaktır bana o zaman ölümle, beni ona karşı savunmuşken? Titriyorsam eğer ve buz kesmişse yüreğim, yüzünün değiştiğini gördüğümdendir, bu korkularımın kaynağı eski deneyimlerimdir. Kadın tutarsızdır doğası gereği: iyi bilirim, bu nedenle, kısa sürer bir kadının yüreğindeki aşk ateşi. Sone CLI Laura hastadır. Şair yaşamından kaygı duyar. Aşk, doğa ve alçakgönüllü güzel ruh, en yüce erdemin yer tuttuğu ve saltanat sürdüğü yer, yemin etmişler bana karşı; elinden geleni yapıyor Aşk, tümden yok olayım diye, sürdürüyor bildiği yolu; doğa pamuk ipliğine bağlamış yaşamını o kadının, gelemez en ufak bir sarsıntıya; öylesine yorgun ki kalbi atmak istemez artık bu dünyada, böylesine zorlu ve miskin. İşte, böyle terk ediyor yavaş yavaş kadınımın ruhu incelikli, sevimli ve güzel bedenini, bir zamanların gerçek güzellikler aynası, ve eğer Acıma tanrıçası önünü kesmezse ölümün, Tanrım, görüyorum sonunu boş umutlarımın Beni yaşama bağladığına inandığım. Sone CLII Laura, şaire göre, anka kuşu kadar güzel ve yeteneklidir. Altın sarısı tüylü bu anka kuşu bir gerdanlık oluşturur sevimli, incelikli o bembeyaz boynunda, öylesine bir doğallıkla ki, göreni tatlılığa boğar, benimse yüreğimi yakar; doğal bir taç oluşturur etrafına, ışık saçan etrafına saçlarıyla ve Aşk’ın çakmak taşı sessizce kapar onlardan bir kıvılcım en soğuk günlerimde içimi ateşe boğan, çiçek işlemeli mavi eteğiyle kırmızı giysisi örter güzel omuzlarını: görülmedik bir güzellikte, bir giysi, yepyeni, ve tek. Ünlü görünür ve saklar anka kuşunu Arabistan’ın kokulu dağları arasına, oysa, benim anka kuşum bizim buralarda yükseklerden uçar. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boynuzsuzgeyikler Yanıtlama zamanı: Temmuz 10, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 10, 2008 (düzenlendi) Sone CLIII Vergilius ve Homeros Laura’yı görmüş olsalardı, şarkılarında ondan başka kimseden söz etmezlerdi. Vergilius ve Homeros görmüş olsalardı eğer o Güneş’i benim gördüğüm, gözlerimle, harcarlardı tüm güçlerini onu ünlendirmek için biri ötekinin biçemine biçem katarken: rahatsız olurdu bundan, üzülürdü Aeneas, Akhilleus, Odysseus ve öteki yarı insan yarı tanrılar ve elli altı yaşında dünyayı öylesine güzel yöneten Aegisthus’nun kurban ettiği insan(*) O eskil çiçek, (**) erdemli insan, becerikli silah kullanırken, aynı yazgıyı paylaştı bu yeni çiçekle(***) soyluluk ve güzellikte sınır yoktur üstüne! Ennius ondan söz etti kasabada şarkılarında, oysa ben o çiçeği anlattım; beğenir, umarım, aklımı ve övgülerimi kendisine yakıştırdığım! (*) Agememnone. (**) O eskil çiçek: Scipione Africano. (***) Yeni çiçek: Laura. Sone CLIV Önceki sonenin çizgisinde yazdıklarının yeterli olmayacağını düşünür Laura için. Ulaşınca Büyük İskender ünlü gömütüne, acımasız Akhilleus’un, içini çekti ve şöyle dedi: Ey talihli adam, kim vardı senin vardığın üne ve kim senden söz etti böylesine güzel sözlerle!†Ne ki, bu benim beyaz ve arı güvercinimin, bilmem, yaşadı mı dünyada bir başka benzeri daha, bu kırık dökük biçemim yeter mi ki onu anlatmaya: böyledir, işte, herkese kendi yazgısı, düşermiş payına! Değerli, oysa, Homeros ve Orpheus’un dizelerine ya da çoban şairin, (*) Mantova ondan şeref duymakta daha, keşke yalnızca o kadından söz etselerdi ezgilerinde; Farklı bir yazgı onunki ve bir tek bunda suçludur yazgısı, böyle bir şaire görev vermiştir çünkü, benim gibi; adına takılmıştır aklı; ne ki, düşürdü değerini belki şarkılarıyla. (*) Vergilius. Sone CLV Laura’nın memleketini karanlığa boğmasın diye Güneş’e yalvarmaktadır. Ey kutsal güneş, benim sevdiğim o ağaç var ya, hani senin sevgilindi bir zamanlar; şimdi duruyor tek başına, yeşil mi yeşil, yoktur bir benzeri, Adem gördüğünden beri güzellerin güzelini(*), kendisinin ve bizim başımıza gelenlerin nedeni. Sen ve ben ona hayran: yalvarıyor ve çağırıyorum seni, ey güneş, oysa sen hep kaçıyor ve boğuyorsun karanlığa etraftaki tepeleri ve günü götürüyorsun beraberinde, ve kaçtıkça çekip alıyorsun benden o en çok arzu ettiğim şeyi. O gösterişsiz tependen (**) bir gölge iniyordu, orada bir kıvılcım yanıyordu beni mutlu mutlu yakan, küçücük bir dal vardı, şimdiki o koskocaman defne ağacının yerinde, giderek büyüyor o gölge, ben konuştukça ve kapatıyor gözümün önünü, ve göremez oluyorum o mutlu ülkeyi, orada yaşıyor yüreğim, sevdiği Kadınla birlikte. (*) Havva. (**) Lavura’nın doğduğu tepe. Sone CLVI Gemi fırtınaya kapılmıştır. Dümende düşmanı vardır. Limana ulaşamayacağı korkusunu taşır. Gemim geçiyor, unuttuklarımla dopdolu fırtınalı denizden, geceyarısı, kışın, Scylla ve Charybdis arasından; ve dümende beyefendi(*) oturuyor, benim can düşmanım her kürek çekişimde bir düşünce vardı kafamda, zararlı; fırtına ve sonrasını umursamaz gibiyim: yırtar yelkenimi iççekişlerim, umutlarım ve boş arzularımın sonsuz, ıslak rüzgarı. Gözyaşı yağmuru, öfkeyle örülmüş sis perdesi, ıslatmış ve gevşetmiştir önceden yorgun halatları, yanılgılarımdır, cehaletimle harmanlanmış, örgüleri. yok olmuşlar gibi benim iki tane herzamanki fenerim; işe yaramıyorlar dalgalar arasında akıl ve beceri, kırılmaya başladı umudum, sığınamayacak mıyım yoksa limana! (*) Aşk. Sone CLVII Bir görüntü Laura’nın ölümünü haber vermektedir. Bembeyaz bir ceylan gördüm yeşil otlar üzerinde, iki tanem boynuzu vardı altından, iki ırmak arasında, bir defne ağacının gölgesinde, güneş çekilirken, ilkbaharda. Öylesine güzel ve ağırbaşlı bir duruşu vardı ki ben bıraktım elimdeki her türlü işi, tıpkı bir gömü arayan cimri gibi bildim yürek darlığıma keyif katmasını. Kimse bana dokunmasın, özgür kıldı Sezar’ım, öyle istedi canım diyordu, boynunu saran gerdanlıktaki elmas ve yakutla işlenmiş yazı. Güneş artık öğle vaktini gösteriyordu, ve gözlerim yorgun ama doygun değildi bakmaktan, o kaybolduğunda, bense sulara gömüldüğüm zaman. Sone CLVIII Tüm mutluluğu Laura’nın güzelliğini izlemekten geçiyor. Tanrıyı görmek nasıl ki sonsuz yaşam demektir, ne ötesi arzulanır ne de arzulamak olanaklı, ben de öyle, Kadınım, seni görmek mutlu eder beni bu kısacık yaşamımda ki pamuk ipliğine bağlı. Görmedim hiç seni böyle güzel, şimdiki kadar, gözümün yüreğime yansıttığına bakarsam eğer, tatlı düşüncemin mutlu anı, en uçtaki umudum, her arzumu geride bırakan. Ve böylesine hızlı olmasa kaçışı keşke, istemem başka bir şey, eğer söylenenler doğruysa, korkuyla beslenen yaratıklar varken, kimileri su, kimileri ateşle doyuyorsa ve doyuruyorlarsa zevk ve damak tatlarını tatsız şeylerle, ben niçin doymayayım ki senin bana hayat veren varlığınla? Sone CLIX Aşk’a yalvarır, kendisiyle birlikte Laura’ınn yürüyüşünü izlemesini ister. Ey Aşk, izleyelim birlikte onu vereni bize; doğaüstü, soylu ve yüce. Bak, gör, ne biçim bir tatlılık var içinde, ve göklerin yolladığı ışığı yeryüzüne! Bak, gör, nasıl da süslenmiş inci ve altınla, boyamış erguvan rengine seçkin bedenini, görülmedik hiçbir yerde, nasıl da tatlı tatlı atar adımlarını, çevirir gözlerini, bu gölgeli vadide, tepelerle çevrili. Yeşil otlar ve binbir renk çiçekler dağılmışlar sağa sola siyah ve eski meşe çalısının altında, yalvarıyorlar ona bassın diye ya da sıyırıp geçsin ayaklarıyla; ve gökler aydınlatır tepemizde parlak ve belli belirsiz kıvılcımlarla, ne denli keyif aldıkları belli, dinginleşmiş olmaktan ötürü böylesine güzel gözlerle. Sone CLX Laura’nın görünüşünden daha görkemli bir şey düşünülemez. Besliyorum aklımı öylesine soylu bir yiyecekle ki kıskanıyorum Zeus’u yediği ve içtiğinden ötürü; yetiyor, bakmam çünkü, yağsın diye ruhuma unutkanlık, içiyorum son damlasına kadar Lethe’nin(*) sularını. Her duyduğum şeyi kulağımla, yazıyorum yüreğimin başına, iççekişlerime her keresinde neden olsun diye, keyfine varıyorum iki mutluluğu birden, bakarken yüzüne, çalıp götürmüştü onu benden Aşk, bilmem nereye; çünkü değer bulmuştu o ses, sonunda, göklerin yanında, yankılanıyordu öylesine güzel ve sevimli sözcüklerle, bilmezdi ne olduğunu onu duymayan kimse kulağıyla. Tanrım, bir karıştan daha küçük bir yüzde görmek olanaklı herkes için, neler yapabildiklerini akıl, sanat, doğa ve göklerin bu dünyada. (*) Lehte: Cehennemdeki ırmak. Unutkanlık aşılıyor. Eylül 1, 2011 boynuzsuzgeyikler tarafından düzenlendi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boynuzsuzgeyikler Yanıtlama zamanı: Eylül 1, 2011 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 1, 2011 Sone CLXI Laura’nın memleketine yaklaştığında aşkının gücünü gözden geçirir. Soylu rüzgar dağıtır bulutları tepelerin başından, çiçek açar onunla gölgeli ormanlarda, tanır, bilirim tatlı tatlı esintisini rüzgarın, aşk ateşine yanmam doğaldır ulaşırken şöhrete, şana. Bir yer ararken yorgun kalbimi dinlendirmek için kaçarım doğduğum tatlı Toscana topraklarından; ışık tutmak için karanlık ve huzur bulmaz düşüncelerime, güneşi arar ve bulurum, umarım, bugün: Bulurum o güneşte öylesine tatlılıklar o kadar çok ki Aşk tutar elimden, götürür beni ona mutlaka; gözlerimi kamaştırır o kadar ki fırsat ararım kaçmak için. Silahlarım değil, kanatlarım olsun isterim kurtulmak için, ne ki, ölüm armağan eder bana gökler, bu ışıktan ötürü, çünkü uzaktayken parça parça oluyor, yanıyorum yakınındayken. Sone CLXII Ölüm ya da Laura onu ancak aşk yarasından kurtarabilirler. Gün be gün değişiyor yüzümün rengi ve derim, ne ki sürdürüyorum takılmayı oltalara tatlı yiyeceklerle süslü, kalamıyorum yeşil ve ökseli dallarından ayrı o ağacın, ne soğuk umurunda onun ne de sıcak. Deniz susuz, gök yıldızlardan yoksun kalmalıdır korkmayayım ve sevdalanmayayım diye sürekli o güzel gölgesine ve duyumsayıp sevmeyeyim diye o derin aşk yarasını, saklamayı bilmediğim. Ummadım hiç soluk alacağımı içağrılarımdan, kemiksiz, sinirsiz ve etsiz kalıncaya kadar, ey benim can düşmanım, acı birazcık bana. Olmayacaklar olur önceden, o kadın ve ölümün dışında birileri sağaltsın diye yaramı ve Aşk, o güzel gözleriyle, yüreğimde bir iz bıraksın diye. Sone CLXIII Laura’nın güzelliğinden söz eder, günceldeki durumunu aşık olduğu zamanki durumuyla kıyaslar. Dingin hava yeşil yapraklar arasından gelir çarpar yüzüme uğuldayarak, anımsatır bana Aşk’ın bende açtığı ilk yaraları öylesine derin ve tatlı; gösterir bana o güzel yüzü, başkasının sakladığı, kızgınlık ve kıskançlığın benden gizli tuttuğu; ve saçlarını, altın ve inciyle tutturulmuş kimi zaman, kimi zaman kendi halinde ve işlenmiş altından sarı, dağıtırdı, kadınım, öylesine bir tatlılıkla saçlarını, ve toparladı o kadar sevimli bir tarzda ki aklım yerinden oynar düşündükçe tüm bunları; toplamıştı zamanla saçlarını başında sıkı sıkı örüklerle, ve bağlamıştı sapasağlam kementlerle yüreğimi, o bağlardan yüreğimi ancak ölüm çözebilirdi. Sone CLXIV Laura’nın varlığı onu değiştirir, anısını rengini kaçırır. Göksel hava yeşil defne ağacının dalları arasından eser, Aşk bu yerde Apollon’u sol yanından vurmuştu, ve benim de boynuma sevimli bir boyunduruk taktı o kadar ki geç kaldım özgürlüğümü yeniden kazanmakta, Medusa’nın yaşlı moritanlıya yaptığını yaptı bana, hani dağa taşa çevirmişti ya onu; çözemem ne yazık ki boynumdaki o sevimli bağı, daha parlaktı saçları güneş, altın ve kehribardan. sarı saçları ve örgüleridir, diyorum, böylesine mutlulukla ruhumu bağlayan ve çeviren etrafını, yoktur bir başka silahım alçakgönüllü tavrımdan başka. Bir tek gölgesi yeter, buz kesmesi için yüreğimin, ve yüzüm bembeyaz olsun korkudan: bakması yeter sihirli gözleriyle, onları mermere çevirmek için. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boynuzsuzgeyikler Yanıtlama zamanı: Eylül 9, 2011 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 9, 2011 Triumphi ya da İtalyanca başlığıyla I Trionfi, Francesco Petrarca'nın alegorik bir şiiri olup, İtalyanca yazdığı iki yapıttan biridir (öteki Canzoniere). Türkçe'ye Utku Şiirleri başlığıyla çevrilmiştir. Ad ve Edebi Tür Latince triumphi (tekil biçimi triumphus) "zafer alayları" anlamına gelir. Utku Şiirleri'nin belkemiğini oluşturan bu kavramı kısaca gözden geçirmek, yapıtı anlamak açısından önemlidir. Eski Roma'nın önemli geleneklerinden biri olan zafer alayı, savaştan zaferle dönen komutan ve ordusu için Senato'nun düzenlediği törene verilen addı: Roma şehrindeki Via Sacra (Kutsal Yol) boyunca, en önde yüksek görevliler ve Senato üyeleri, en sonda zincire vurulmuş savaş tutsakları olmak üzere, Capitolium'a kadar sıra halinde yürüyüş; defne yapraklarından tacıyla, dört beyaz atın çektiği zafer arabasına binen komutan; bütün alayın çiçeklerle bezeli yollara dizilen halkın arasından geçişi... Bütün bunlar, bu görkemli törenin birer parçasıydı. Petrarca altı bölümden oluşan yapıtında, zafer alayını bir model, bir çerçeve gibi alıp Aşk, İffet, Ölüm, Ün, Zaman ve Ebedilik'e uyarlar. Bir örnek vermek gerekirse: Birinci Bölümde, yani Aşkın Utkusu'nda, Romalı komutanın yerini Aşk alır: Başka bir deyişle, Aşk, âşıkları yenen komutandır; aşka yenik düşen âşıklar da onun tutsaklarıdır. Keza bir sonraki bölümde Romalı komutanın yerini İffet, bir sonrakinde Ölüm, sonra sırasıyla Ün, Zaman ve Ebedilik alır. Yapıtın edebi türü, Türkçeye genellikle görü sözcüğüyle çevrilen visio (Latince) ya da visione'dir (İtalyanca). Görü, şairin büyük bir yoğunlaşmayla gördüğü bir tür düş ya da hayaldir. Biçim, Yapı ve İçerik Petrarca, Utku Şiirleri'nde İtalyan şiirinin Dante'yle özdeşleşen koşuk biçimini, terzina'yı kullanmıştır. Şiirin yapısına ve içeriğine gelince: Aşkın Utkusu (ya da Zafer Alayı): Bu bölüm, dört alt bölüme ayrılır (Aşkın Utkusu I, II, III ve IV). Anlatı, bahar mevsiminde, şairin Laura'ya âşık oluşunun yıldönümünde, Vaucluse'de başlar. Uykuya dalmış olan şaire, bir zafer arabası üzerinde Aşk Tanrısı görünür. Aşk'ı, tarihin ve efsanenin ünlü kişilerinden oluşan kalabalık bir topluluk izlemektedir. En uzak geçmişin kişilerinden Petrarca'nın çağdaşlarına uzanan bu topluluktaki herkes, Aşk'ın hükmüne boyun eğmiştir. İçlerinden birisi, kalabalıktan koparak öne çıkar ve kendini tanıtır: Petrarca'nın gençlik yıllarından bir arkadaşıdır, o da Toscanalıdır ve şairden çok daha yaşlıdır. Şaire rehberlik edecek olan arkadaşı, Aşk'a yenik düşenleri ona bir bir sıralar. Şair de, bu Aşk mağluplarından biridir, çünkü yanında, ak güvercinden çok daha saf bir genç kız belirdiğinde, o da çaresiz bir aşka düşmüştür. Âşıklar kervanı daha sonra Kıbrıs'a gider; burada Aşk Tanrısı zaferini kutlar ve tutsaklar karanlık bir zindana kapatılır. İffetin Utkusu (ya da Zafer Alayı): Bu bölümde, şairin âşık olduğu Laura, Erdemler'in ve erdenliğiyle ünlü kahramanların yardımıyla Aşk'ı yener, tutsakları hapisten kurtarıp önce Liternum'da erdemli Scipio'yla, daha sonra Roma'da, İffet Tapınağı'nda zaferini kutlar; yenik düşürdüğü Aşk'tan aldığı ganimetleri de, bu tapınağa bırakır. Ölümün Utkusu (ya da Zafer Alayı): İki alt bölümden (Ölümün Utkusu I ve II) oluşan Ölümün Utkusunda, Laura Roma'dan Provence'a dönerken, siyahlar giymiş bir kadınla, Ölüm'le karşılaşır. Ölüm, Laura'nın sarışın başından altın bir tel koparır ve genç kız ölür. Ertesi gece, şair rüyasında Laura'yı görür, genç kız onu teselli eder, ona yaşadığı mutluluğu gösterir, sağken şaire duyduğu temiz aşkı itiraf eder. Ünün Utkusu (ya da Zafer Alayı): Ölüm uzaklaştıktan sonra, bir zafer alayı eşliğinde görkemli bir kraliçe belirir: Ün. Üç alt bölümden (I, II ve III) oluşan Ünün Utkusunda, zafer alayının başını çeken Ün'ün ardından üç sıra halinde ünlü kişiler gelir: İlk iki sıradakiler, Eski Roma'nın ve öteki ülkelerin ünlü komutanlarıdır; üçüncü sıradakiler ise, ünlü düşünürler, edebiyatçılar ve bilim adamlarıdır. Zamanın Utkusu (ya da Zafer Alayı): Bu bölümde, güneşin simgelediği Zaman, Ün'ü çekemez, seyrini hızlandırır ve yeryüzündeki her şey onun uçarcasına gidişine uyum sağlamak zorunda kalır; bu arada, gizemli bir ses, insanların şanları ve geriye bıraktıkları anılar üzerinde Zaman'ın utkusunu duyurur. Ebediliğin Utkusu (ya da Zafer Alayı): Şair, bu görü karşısında geri çekilir; kendi içine kapanarak, kutlu bir dünyayı seyre dalar: Zamanın dışında yer alan, Tanrı'nın ışığıyla aydınlanan bu ebedi dünyada, şair hem Cennet'te olmanın, hem Laura'sını görmenin mutluluğunu yaşayacaktır. Eleştiri Triumphi tamamlanmamış bir yapıttır. Petrarca eleştirmenlerine göre, birçok öğeyi tek bir yapıtta birleştirme arzusu, Utku Şiirleri'nin tamamlanmamış olarak kalmasının başlıca nedenidir: Çeşitli ahlaki varsayımlar; bütünlüklü ve yüksek üslupta bir şiir yazma tutkusu; iki ayrı damarı (klasik kültür ile romans geleneği) aynı estetik doku içinde buluşturma amacı, bu öğeler arasında sayılabilir. İkinci bir neden de, ideolojik yapıdaki belirsizlik ve kararsızılklar, çelişkilerdir. Yapıttan Bir Örnek Gene de, Utku Şiirleri yer yer çok güzel lirik bölümler içerir. Bu bölümlerin en ünlülerinden biri, şairin Laura'nın ölümünü anlattığı dizelerdir (Ölümün Utkusu I, 151-172): Ruh, ayrılırken o güzel sineden, bütün erdemleriyle kendinde topladığı, huzur vermişti gideceği yerine semanın. Hiçbiri düşmanların öyle istekli değildi belirmeye karanlık çehresiyle, Ölüm saldırısını bitirmeden. Sona erince gözyaşı ve korku, güzel yüze bakıyordu herkes dikkatle, umutsuzluk kesinlik kazandığı için, zorla söndürülen bir alev gibi değil, kendi kendine tükenen bir alev gibi huzurla gitti mutlu ruhu, tatlı ve aydınlık bir ışık gibi besini yavaş yavaş azalan, koruyarak sonuna kadar tatlı halini. Solgun değildi, ama daha aktı kardan rüzgârsız güzel bir tepeye dökülen, dinleniyor gibiydi yorgun birisi gibi. Sanki tatlı bir uyku güzel gözlerinde, ruhu bedeninden ayrılmış olduğu için, "ölüm" dedikleri şey budalaların: Güzel görünüyordu güzel yüzünde ölüm. Kaynak : wikipedia Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sidar Yanıtlama zamanı: Ocak 15, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 15, 2015 Hocam bu adam Schopenhauer Schiller gibi Filozofların hayran da olduğu efsane bir adam duyguları bu kadar güzel işleyen bir adam varmıdır anlatılanlara göre bir çocuktan topluluk için de özel olan adamı seçmesi istenmiş petracra Kanın kolundan tutup çekmiş tabiatın imtiyazlı yarattığını çocuk bile seçiyor. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.