boynuzsuzgeyikler Oluşturma zamanı: Temmuz 11, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Temmuz 11, 2008 (düzenlendi) Esseniler M.Ö. 2. yüzyıl ile M.S. 1. yüzyıl arasında Ölü Deniz’in kuzeybatısındaki Kumran vadisinde yaşamış bir Yahudi tarikatıdır. Ezoterik bir doktrini benimsedikleri düşünülmektedir. İnançları, görüşleri, aralarındaki “kardeşlik” bağı, ritüelleri ve kesin kuralları ile ezoterik bir topluluk görüntüsü vermektedir. Bazı araştırmacılar Esseniler’in bir tür komün yaşantısı sürdürdüklerini iddia etmişlerdir. Esseni olan bir kimsenin bütün malını tarikata vermesi bunun kanıtıdır. Esseniler’e göre dünya hayatı bir tür hapishane hayatıydı ve zevkler insan için kötüydü. Esseniler güne dua ile başlar, gün içinde çalışırlar ve günü yine dua ile bitirirlerdi. Bütün farklılıklarına rağmen Yahudi dinine bağlılıklarını sürdürmüşlerdir. Alıntıdır. Şubat 5, 2011 boynuzsuzgeyikler tarafından düzenlendi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Demian Yanıtlama zamanı: Temmuz 11, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 11, 2008 Hz. İsa da eseniler arasında inisyatik eğitim almıştır. Ailesi zaten eseni geleneklerinden gelmedir. (bkz Hz İsanın gizli öğretisi. Ergun Candan) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boynuzsuzgeyikler Yanıtlama zamanı: Temmuz 28, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 28, 2008 kesinlikle.....hatta biraz cüretkar olursak bütün peygamberlerin kendisinden önceki dinlerle iç içe aynı efsanelere dayanıp yeni dinler oluşturduklarını söyleyebiliriz..... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Demian Yanıtlama zamanı: Temmuz 28, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 28, 2008 kesinlikle.....hatta biraz cüretkar olursak bütün peygamberlerin kendisinden önceki dinlerle iç içe aynı efsanelere dayanıp yeni dinler oluşturduklarını söyleyebiliriz..... Şöyle de diyebiliriz: Bütün dinler ve mitolojiler Mu'nun kutsal metinlerinin değişik varyasyonlarıdır. Yani hepsi tek kaynaktan çıkmadır. Dikkatli bir incelemeyle bunun böyle olduğu rahatlıkla görülebilir. James Churchward 3 ciltlik kayıp uygarlıklar adında ki eserinde gerek arkeolojik kalıntılarla, gerek binlerce tabletin çözümlemesini yaparak, gerek sembolik çözümlemelerle bunun böyle olduğunu çok güzel bir biçimde kanıtlamıştır. Kitaplar, 'Batık kıta Mu'nun çocukları', 'Kayıp kıta Mu' ve 'Mu'nun kutsal sembolleri' alt başlıklarını taşıyor. Ayrıca Atatürk bu kitapları 1935 de alelacele bir heyet kurmak suretiyle çevittirmiş, ve emekli orgeneral Tahsin Mayatepek'i konuyu araştırması için Meksikaya ataşe olarak atamıştır. Konu hakkında tutulan raporlar halen anıtkabir kütüphanesinde mevcuttur. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Safira Yanıtlama zamanı: Ağustos 31, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 31, 2008 1947 de bir Bedevi çoban, Ölü Deniz kenarında otlattığı keçilerinden biri, bir mağaraya girince, onu çıkarak için bir taş atar. Kırılan bir küp sesi.... Küpten, altın değil, bezlere sarılmış kağıt tomarlar çıkar... Yazılı kağıtlar.... 2000 yıldır keşfedilmeyi bekleyen yazılar. Ölü Denizin batı yakasına yayılmış bir çok mağara ve harabede binlerce ve binlerce yazılı kağıt, deri hatta bakır levha bulunur. Tarihi ve arkeolojik değerden önce, antika meraklılarının parasal değeri hız kazanır. Elden ele geçen buluntular 1954 yılında, Wall Street Journal'in ilan sayfalarına kadar sıçrar: "Dört adet Ölü Deniz Yazıtı, kelepir satılıktır...". Yazıtlar, arkeolog-tarihçi-din adamı grubunun elinde toplanmaya başlar. Bedevi çobanın karanlık mağaraya attığı taşı, sonraki 40 yıl boyunca 40 akıllı (!) çıkaramayacak ya da isteyerek çıkarmayacaktır. O günlerde Kudüs'te, Rockfeller Vakfının finanse ettiği bir kurum vardır: "Ecole Biblique". Başındaki kişi Peder Roland de Waux'dur. Kazıların yönetimi, buluntuların sınıflandırma, çeviri ve yayımı işi Ecole Biblique'e , daha sonra özellikle bu amaçla kurulan "International Team"e verilir. Bu aslında bir görev değil bir ayrıcalıktır. De Waux tüm işi yürüten, daha doğrusu yönlendiren kişidir. Yazılar İbranice ve Aramicedir. Yazıldıkları tarih, C-14 testine göre İ.Ö. 33 (200 yıl + ya da - ) olmalıdır. Romalı tarihçiler Philo ve Josephus'un bölge ile ilgili yazdıkları ile kurulan paralellik, yazıtların İ.Ö. 150- İ.S. 40 tarihlerine denk düştüğünü gösterir. Yazıtlar iki genel bölüme ayrılıyor: "Biblical" (Dinsel) ve "Secterian" (Tarikatle ilgili). Bu ayırım ve International Team'in bunlara bakış açısı çok önemli. Yazıtların değerlendirilmesi, araştırmanın yönlendirilişi, International Team'in tüm olayı ele alış biçimi bu ayırımla yakından ilgili. Kumran Mağraları Bu yazıtların yazarları kimdir? Kabul edilen tez, bunların Kumran ve civarında yerleşmiş "Esseneler" olduğudur. Esseneler, Ölü Deniz Yazıtları bulunmazdan önce de biliniyordu. Yine, dönemin tarihçileri Philo ve Josephus onlardan sık sık bahseder. Kumran merkez olmak üzere, oralarda yaşayan aşırı dindar bir tarikattır. Bekâr din adamları topluluğu. Mal mülk yok. Herşey ortak. Bir manastır disiplini içinde öğrenim görür, topluca yer içer, ibadet eder, ritüellerine uygun biçimde yıkanırlar (vaftiz geleneği!). İnaçlarına göre, ruh ölümden sonra göğe çıkacak, ebedi mutlu yaşam başlayacaktır. Essene kelimesinin İbrani veya Arami dili ile bir bağlatısı yok. Ecole Biblique ve International Team, Esseneleri yukarıda belirtilen genel çerçeve içinde ele alır. Yazıların onlar tarafından, en geç İ.Ö. 100-150 dolaylarında yazıldığını, "Old Testament" (Eski Ahid-Ahdi-i Atik) ile sınırlı olduğunu, yani Hıristiyanlıkla bir ilgisi olamıyacağını ısrarla iddia eder. Ölü Deniz Yazıtlarının ortaya koyduğu gerçekler bu mudur? Yazıtlar, sonradan, International Team'in tekelinden kurtulup, Vatikan'ın baskısı dışında olan başka otoritelerin de incelemesine açılmış ve Hıristiyanlığın başlangıcını sorgulayan iddialar ortaya atılmıştır. İşin kökenine inince, Ahd-i Atik (Eski Ahid) ve Ahd-i Cedid (Yeni Ahid, New Testament) hakkında bilinenler tarihi gerçekler midir? Yoksa o gerçekleri veya söylenceleri kilise kalıplarına uyduran bir "Seçkinler Grubu"nun ortaya koyduğu "Kabul Edilmiş Bilgiler" yumağı mıdır? Kilise yüz yıllarca, gerçekleri seçkinlerin tekelinde gizlemiştir. Halkın bilmesine izin verilen, daha doğrusu bilmesi gerekenler, bir bütün halinde ona dayatılmıştır. Umberto Eco'nun yazdığı "Gülün Adı" romanındaki manastır bu seçkinler grubunun gayretlerini (!) çarpıcı bir biçimde ortaya koyar. Yüz yıllar süren bilinçli bir komplonun yarattığı bu karanlık atmosferde, her şey seçkinler grubunun normları içinde değerlendirilir, yorumlanır ve karara bağlanır. Sırası geldiğinde, öyle gerekiyorsa, Tampliye Şövalyelerini sapkınlığın sembolü olarak göstermek, hatta Banco Ambrosiano'nun iflâsından Umberto Eco'yu sorumlu tutmak bile Vatikan'ın işine uygun düşmüştür. Kilisenin tartışmasız gücü, XIX. yüz yılla birlikte sarsıntıya uğrar: -Arkeoloji, Hıristiyan dogmalarını sorgulayan bulguları gün ışığına çıkarır: Schilemann, Anadolu ve Yunanistanda; Sir Charles Willson Kudüste; Flinders Petri Mısırda; Robert Coldeway Babilde önemli bulgular gerçekleştirir. -Ernest Renan yazdığı kitaplarla (İsanın Yaşamı- Hıristiyanlığın Kökeni- İsrail Halkının Kökeni) tabuları yıkar. Cin, artık şişesinden çıkmıştır. Vatikanın, o cini, şişesine sokma gayretleri boşunadır. -Bilim, Darwin' in çıkışları ile, kilisenin ana dayanağını sarsar. -Siyasi gelişmeler, 1870'lerin Alman İmparatorluğu, artık kilisenin desteğini aramıyacak güçtedir. Garibaldi'nin kurduğu İtalya birliği, Vatikan'ı Romaya hapseder. Vatikan, dört yandan gelen saldırıları karşılamak üzere seçkin bir grup yetiştirmeye karar verir. Bu grup kiliseye yönelik saldırıları etkisiz hale getirmek üzere hazırlanır. Böylece "Katolik Modernist Akımı" doğar. Vatikanın emirleri ile hareketin düşünsel forumu olarak Ecole Biblique, peder Lagrange tarafından kurulur. Modernistler gerçekten iyi yetiştirilirler. Kısa sürede kilisenin dogmalarını sorgulayacak düzeye gelirler ve başkaldırırlar. Modernizmin düşünsel çekirdeği olarak kurulan Ecole Biblique, başkaldırı hareketini boğmak görevini üstlenir. Ve ironik bir sonuç: Modernistlerin kitapları, Vatikanın yasak yayınlar kataloğunda baş köşeyi alır. Papa Leo XIII, 1903'te "Pontifical Biblical Commision"u kurar. Komisyon "Tanrının sözlerinin (!) her türlü hata ve kötü düşünceden korunması" ile görevlidir. Peder Lagrange, komisyonun üyesidir. Ecole Biblique'in sonradan gelecek başkanları da komisyonun üyesi olmuştur. Ecole Biblique tarihi ve arkeolojik bulguların, katolik doktrinine uygunluğunu kanıtlamak gibi bilimsel (!) bir uğraş içindedir. Komisyonun doktrindeki otoritesini sorgulayacak hiç bir araştırma-sonuç-öğretiye izin yoktur. Komisyonun bu gün (1992) başkanı olan kardinal Joseph Ratzinger, aynı zamanda "Congregation For the Doctrin of the Faith" enstitüsünün de başıdır. Bu nstitü, 13. asırdan beri varlığını sürdürmektedir. 1542'deki adı "Holy Office"tir. Daha önceki adı ise "Holy Inquisition"dur (Kutsal Engizisyon). Böylece kardinal Ratzinger'in, günümüzün "Büyük Engizitör"ü olduğu anlaşılır. Yüz yıllar içinde kökleşmiş bir çıkar hiyerarşisi. Yaygın, etkin ve güçlü. Din adamları için bu hiyerarşik yapıya karşı gelmek, o seçkin çevreye girebilme şansını öldürmek veya bulunduğu pozisyonu yitirmek demektir. Ölü Deniz Yazıtlarının emanet edildiği Ecole Biblique ve International Team'in genel çerçevesi budur. Bu iki kuruluş her zaman birlikte anılır ve Vatikan'dan ayrı düşünülemez. Ecole Biblique'in başkanları (De Waux, Milik, Starcky, Strugnel...) bir Katolik Dominiken zinciri halinde, yazıtlar üzerinde tam bir tekel kurar. İsrail, 1967 savaşı sonunda Rockfeller müzesi ve Ecole Biblique'i fiziki olarak ele geçirir. Ama bu uluslararası gücü ve hele arkasındaki Vatikan'ı karşısına alacak yere henüz ulaşmamıştır. Ecole Biblique ve International Team, Ölü Deniz Yazıtlarını, kendi amaçlarına uygun biçimde ele almıştır. İnceleme, yorum ve yayınlamada hedef, gerçekleri aramak değil, gerçeklerin kilise doktrinine uydurulması olmuştur. Yine Essenelerin kimliğine dönmek, doğru bir başlangıç olabilir. Tarihçi Philo ve Josephus ilk bilgileri vermiştir. Konu, Kumran yazıtlarının ortaya çıkışından önce de ele alınmıştır. 1770 Yılında, Büyük Fredrik, İsa'nın bir Essene olduğunu; 1863'te Ernest Renan Hıristiyanlığın aslında Essenizm olduğunu söyler. 18. ve 19. yüz yıllarda , İsa'yı bir Essene olarak tanımlayan ve çarmıhtan sonra yaşamasını da Essenelere özgü gizli bilgilerden aldığı güçle açıklayan çalışmalar olur. Ölü Deniz Yazıtlarına kadar Essene imajı bellidir: dünyadan el etek çekmiş aşırı dindar kişiler. Yazıtlar onların eseridir. Ecole Biblique ve International Team, bu sakin pasif insan grubunun İ.Ö. 100- 130'da yaşayıp o yazıtları yazdığını ve ilk Hıristiyanlarla bir ilgileri olamayacağını ısrarla vurgular. Ölü Deniz Yazılarının ortaya çıkardığı Essene kimliği ile, Josephus ve ona dayalı geleneksel kabul arasında derin çelişkiler var: -Josephus'un Esseneleri bekâr erkekler toplumudur. Oysa harabelerde çocuk ve kadın iskeletleri bulunmuştur. Ayrıca "Toplum Kuralları" adlı yazıtta, evlilik ve çocuk yetiştirme konuları işlenir. Bu noktada, International Team'in, yazıtların "Secterian" (Tarikat ile ilgili) bölümünü hep gözlerden ırak tutma gayreti anımsanmalıdır. -Hiç bir yazar, Essene takviminden söz etmez. Yazıtlarda, Kumranın güneşe endeksli bir takvimi olduğu ortaya çıkarılmıştır. -Philo ve Josephus'un anlattığı Esseneler kurban törenlerini bilmez. Halbuki harabelerde kurban edilmiş hayvan iskeletleri bulunmuştur; daha önemlisi, "Mabet" yazıtında, kurbanla ilgili kurallar vardır. -Josephus, Essenelerin, Herod Antipas (İ.Ö. 20- İ.S. 39 arası Judea Tetrarkı) ile iyi geçindiğini yazar. Yazıtlarda, Essenelerin, bu Roma kuklası krala karşıt oldukları açıkça bellidir. -Nihayet Josephus ve Philo'nun anlattığı Esseneler, sakin, pasif, bu dünya ile ilgisi olmayan keşişlerdir. Oysa, harabelerdeki buluntular ve "Savaş" yazıtı, Kumran ve çevresine yerleşmiş bu insanların, geleneksel Essene imajından çok, o günlerde bölgede, Roma baskısına ve Roma'nın işbirlikçisi olan Yahudi yaşamına karşı başkaldırıyı yürüten "Zelot" tanımına daha çok uyduğunu gösterir. Burada, Ölü Deniz Yazıtlarının ortaya hangi gerçekleri çıkarabileceği ve Vatikan'ın bunu, Ecole Biblique ve International Team kanalı ile, niçin önlemeye çalıştığını anlamak için, o günlerin ve o çevrenin atmosferine kısaca bakmak gerekir. Yahudiler, en başından beri, dinsel ve laik önderlerin ortaklaşa yönettiği bir toplum olagelmiştir. Dini liderler, Levi kabilesinden Aaron'un halefleri olan Zadok'lardandır; laik liderler, Juda kabilesinden Davud'un halefleridir. Babil sürgünü ve daha sonra İskender ile başlayan Helenistik etkilerin derinleştirdiğiyozlaşma, politik boşluğun ötesinde, dini liderliğin yapısını ve toplum üzerindeki etkisini bozmuştur. Sonunda, İ.Ö. 167'de, Mattathias Maccabeaus, bir Yunan görevlinin kurban konusundaki pagan isteğine karşı çıkarak isyanı başlatır. Maccabeaus ilk Zelot'tur. Oğlu Judas inzivaya çekilir (Musa, İsa ve Muhammed gibi) ve sonra kardeşleri ile beraber, Kutsal Topraklarda, yeniden Musa yasasına uygun düzeni kurar. Maccabeaus'un yandaşları Makkabiler İ.Ö. 76 yılına kadar kontrolu elinde tutarlar. Sonra yine yozlaşma ve Kral Antipas. Yazıtların, "Biblical" ve "Secterian" olarak iki ana bölüme ayrıldığı, Biblical bölümün International Team ve Ecole Biblique tarafından ön plana çıkartılıp, Secterian bölümün gölgede bırakıldığı bilinmektedir. Kutsal Toprakların o dönemdeki havası ve o hava içinde, Kumran topluluğunun gerçek kimliği, yani Essenelerin gerçek yüzü, Secterian bölümlerde verilmiştir: Roma Kutsal Topraklara hakimdir. Herod Antipas kukla bir kraldır. Yahudi bile değildir. Durumunu halka kabul ettirmek için, bir Maccabi prensesi ile evlenmiş, yeterince güçlenince de karısı ve kardeşlerini öldürtmüştür. Dini lider de Roma'nın uydusudur. Dış etkiler, iç yozlaşma, Yahudi toplumunu alt üst etmiş, Kutsal Topraklardaki yaşam Musa kanunlarının dışına itilmiştir. Roma'yı kovmak ve Musa düzenini yeniden kurmak için ölüm-kalım savaşı veren insanlar çıkar...Bunlar Zelot'lardır... Bu noktada, İncillerde ve kilisenin yüz yıllar boyu süregelen araştırmalarında hep gölgede bırakılmış bir isimden söz etmek zamanı geliyor: James!.. İsa'nın kardeşi. Ondan sadece Acts (Nebilerin İşleri) kitabında, bir iki yerde bahsedilir. Kumran yazıtlarında James'in önemli bir yeri vardır ve adı "The Righteus" tur (Haksever). "İlk Kilise"nin (Early Church) önderidir. Milat yılları... Kutsal Topraklar... İlk Kilise veya ilk mabet... Özgür bir ülke ve Musa yasaları için ölümüne savaşan insanlar, Zelotlar. Esseneler, Kumran'lılar... Bunlar İlk Kilise'ye ve onun liderine bağlı, değişik isimlerle anılan aynı insanlar. Sadece Kumran'da değil, Kutsal Toprakların tamamına yayılmış yasa ve "Yol"un savaşcıları… Geleneksel Essene çerçevesinin çok dışında bir topluluk, örgütlü bir güçtürler. Üyelerini, yeni üyeler bulmak, para toplamak için görevlendirir. Suikastler düzenler. İsyanlar tertipler, kaleler kurar, Roma'yı o tarihte 80.000 kişilik bir ordu gönderecek denli ürkütürler. James, bu karışık ortamda bir gün mabette "isimsiz biri"nin başlattığı bir saldırıda linç edilir. İlk din şehidi olarak bilinen St.Stephen, belki de sadece hayal ürünü bir kişidir ve James'ten başkası değildir. Roma'ya karşı başlayan büyük isyanla James'in ölümünün aynı yıllar da olması basit bir rastlantı olmasa gerektir. İsyan başlar. Roma, Kudüsü (İ.S. 68), Kumranı (İ.S. 70), Masadayı (İ.S. 74) yerle bir eder. Zelotlar esir düşmemek için ölümü seçer. Yalnızca Masada'da 960 kişi (erkek-kadın-çocuk) topluca intihar eder. James'in ölümüne dönersek... Mabetteki linç olayında, katilleri seyreden biri vardır. Sadece izleyici olmadığı bellidir. Acts 9-21'de, "İlk Kilise"ye saldırılar düzenlediği anlatılan biri vardır: Saul!... Saul.. Ya da transfigürasyondan sonraki adı ile St. Paul... Adına dünyanın dört bucağında kiliseler yapılmış en büyük Hıristiyan. Daha doğrusu Hıristiyanlığı başlatan, yayan aziz!... Kumran yazıtlarından sonra, Hıristiyanlığın doğuş ve yayılışındaki rolünün ne olduğu sorgulanan Saul... Tarsus'lu Saul bir Yahudidir ama aynı zamanda bir Roma vatandaşıdır. Onu sahnede ilk kez St. Stephen'in (James?) öldürülüşü sırasında görürüz. Bu noktada, James'e mabetteki saldırıyı başlatan "isimsiz biri" nin kimliği de ortaya çıkmaktadır. Acts 9-21'de Saul'un ilk kiliseye saldırılar düzenlediği yazılıdır. St. Stephen'in öldürülme nedeni "Kanun"a karşı gelmektir. Oysa St. Stephen, katillerini "Kanun" u ihlâl etmekle suçlar. Bu paradoksun mantıksal açıklaması şu olabilir: Katillerin arkasındaki güç (High Priest - Haham Başı) Roma otoriteleri ile işbirliği içindedir, İlk Kilisenin önderliğindeki akımı boğmak istemektedir. Saul onların emrinde, fanatik bir İlk Kilise düşmanıdır. Yeni saldırılar düzenlemek üzere, Şam'a giderken göklerden İsa'nın sesi duyulur: "Saul! Niçin bana karşısın?". Büyük değişim (transfigürasyon) meydana gelir… Saul, yeni adıyla Paul artık İsa'nın bir mürididir. İsa'yı sağlığında görüp tanıdığına dair hiç bir kayıt yok. Şam'da üç yıl kalır. Kudüse geri döner. Artık İlk Kilisenin düşmanı değildir. Ama İlk Kilise Paul'ü pek de kabullenmez. Tarsus'a gönderilir. Bir tür sürgündür bu... Topluluğa yararlı olabilirse iyi. Olamazsa, zaten istenmeyen bir kişidir. Paul, Tarsus'ta ve Antakya'da vaazlar verir. Bir ara Kudüsten bir heyet gelip etkinliklerini değerlendirir. İsa ve öğretisi hakkında neyi bilip bilmediği hiç bir yazıda belirtilmemiş olan Paul, İsa'ya mal ettiği bir akım yaymaktadır. "Şeyh uçmaz, O' nu müritleri uçurur" deyimine göre bir İsa yatarı. Tanrı'nın oğlu ve aynı zamanda Tanrı İsa... Kudüs'e geri çağrılır. Yedi günlük arınma ritüelini yerine getirmesi istenir. Söylenenleri yapar. Ama İlk Kilisenin temel ilkelerinden, "Yol"dan sapmışlığı açıktır. Ona göre inanç, "Yasa"dan (Musa Yasası) üstündür. Yargılanmaktan, belki de linçten Roma vatandaşı olduğu için kurtulur. Her Romalı gibi, kendisini Roma İmparatoru önünde savunmak hakkı vardır (neye, hangi suça karşı?...). Roma'ya gider. Paul'ün öyküsünün bundan sonrası pek belli değildir... Aziz Paul!... Roma vatandaşı Paul! Güçlü dostları olan zengin Paul! Kukla hiyerarşi ile yakınlığı bilinen Paul! Kendi insanları arasında tutunma şansı kalmayınca, Romalı muhafızlarla Roma'ya gönderilip tarih sahnesinden silinen Paul! İsa'yı tanımayan, belki de kendine göre bir İsa yaratan Paul!... James'in liderliğindeki İlk Kilise... "Yasa"yı ve Kutsal Toprakları korumak için, toplu intiharlara sürüklenen dava insanları, Zelot'lar... Paul, bu ölüm-kalım savaşının fırtınalı atmosferini "Düşmanınızı Seviniz" anlayışına varacak biçimde, neden pasifize etmiştir? Bu bir yorum farkı mıdır? Yoksa ihanet mi? Romalı Paul, Zelotların savaşını yozlaştırmaya çalışan bir Roma ajanı mıydı? Ölü Deniz (Kumran) Yazıtları, Ecole Biblique ve International Team'in tekelinden kurtarılıp, tarafsız, yani Vatikan etkisinden uzak otoritelerce incelendiği zaman, Hıristiyanlığın kökenini sarsan sorular ortaya çıkmıştır. International Team'in yayınları skandal olarak değerlendirilmiştir. Pek çok yazıtın (belki bilinenden çok) yeraltı dünyasında, antika piyasasında olduğuna, hala keşfedilmeyi bekleyen mağaraların varlığına inanılmaktadır. Bunların tümü toparlanıp, önyargıların dışında incelendiği zaman, belki üç büyük dinin temelleri ve ortak yanları daha iyi ortaya çıkacak, bir tek Tanrı'ya inanan insanlar arasındaki yüz yıllardır süregelen düşmanlığın anlamsızlığı daha iyi anlaşılacaktır. Din kurumunun, onu sahiplenenlerin elinde, ne korkunç bir silâh haline getirilebileceği de daha açıkça ortaya çıkacaktır. Alıntı:2004 hermetics.org Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Kadimo Yanıtlama zamanı: Ekim 2, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 2, 2008 kesinlikle.....hatta biraz cüretkar olursak bütün peygamberlerin kendisinden önceki dinlerle iç içe aynı efsanelere dayanıp yeni dinler oluşturduklarını söyleyebiliriz..... neden cüretkat olsunki sevgili boynuzsuzgeyikler tam yerinde bir yorum yapmışsın dinler arasında bukadar asırı derecede benzerlikler varsa tabikide bir kökten geldikleri besbelli Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boynuzsuzgeyikler Yanıtlama zamanı: Aralık 23, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 23, 2008 safira getirdiğin açıklama için teşekkürler kadimo ayrıca anlatılan nuh ufanı efsanesi bulunan bulgulardan sonra Atlantis 'in batışının efsanelendirilmiş hali olduğu anlaşılıyor.Kaldı ki bu efsane kutsal metinlerin birçoğunda mevcut esseniler de kendinden önceki ve kendilerine en yakın metne bağlı olmak kaydıyla ufak değişikliklerle kendilerine yeni ama eskiye bağlı görüşü benimsetip uygulamışlardır Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
woodoo Yanıtlama zamanı: Aralık 23, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 23, 2008 harıka bı paylasım saolasın Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Secret_Sun Yanıtlama zamanı: Aralık 23, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 23, 2008 dinler arası benzerliklerden bahsetmişken... eski mısır'da erkek çocuklarının sünnet edildiği..tek tanrılı Aten dininin Akheneton'un sayesine uzun bir dönme kabul gördüğü... ankhlarla haçın benzerliği.. vs.vs.. dikkatinizi çekti mi? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boynuzsuzgeyikler Yanıtlama zamanı: Aralık 26, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 26, 2008 tabiki ben nuh tufanını sadece bi örnek olarak verdim fakat o kadar çok dinler arası benzerlik var ki ayrı bi başlık konusu Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
monkeybusiness Yanıtlama zamanı: Ocak 10, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 10, 2009 dinlerin toplum düzenini sağlama amaçlı olduklarını düşünürsek aşağı yukarı aynı olmaları normaldir... bu da farklı bi bakış açısı Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Mayıs 11, 2010 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 11, 2010 İsrail araştırmacısı Doç. Dr. Yaşar Kutluay'ın İslam ve Yahudi Mezhepleri kitabından alınmış konuyla ilgili şöyle de bilgiler var ; İSİYİM MEZHEBİ(ESSENİLER,ESSENES) Peruşim gibi ve hatta ondan daha çok İsiyim'in Hristyanlıkla ilişkili bulunması dolayasıyla konu dine mensup yazarlar arasında çoğu zaman polemiklere vesile olmuştur. Bu mezhebin kuralları ile İlk Kilise 'nin esasları arasındaki benzerlikler yanında , kaynakların eksiklik ve kısırlık kesin hüküm verilmesine engel olagelmiş 1947'de Kumran Yazıtları'nın meydana çıkarılması ile sonsuz tartışmaların sonu geleceği sanılırken , bu yazıtların mahiyeti üzerindeki anlaşmazlıklara yeni tartışma açılmış bulunmaktadır. İsiyim Kelimesi: Kelimenin etimolojisi üzerinde fikir birliği yoktur. İki anlam ileri sürülmektedir. a)Mütavazi ve dindar kişi ve bunları meydana getirdiği topluluk ki, Josephus bir defa bu anlamda kullanılır. b) Sessiz , sakin ve ketum kişi ve bunların topluluğu ki Josephus bazan ve Philo devamlı benimserler. Kökenleri: İsiyim 'in kökeni hakkındaki Yahudi görüşüne göre , bunlar Makabi mücadelelerinden önceki Hasidim'in devamıdırlar. Yunan idarecileri ve Helenistlere (Mityavnim) karşı başarı kazandıktan sonra , Hasidim'in son derece dine bağlı tutumları toplumda revaç bulamamış , onlar da acayip kurallar ve yeni görüşlerle , son derce müfrit bir mezhep kurmuşlardır. Buna göre , Peruşim ile İsiyim'in kaynakları aynı olmak gerekmektedir. Yahudi geleneğide bu görüşü desteklemekte , yanlız Peruşim ve İsiyim , Hasidizm'in birer şubesi mi yoksa İsiyim Peruşim 'den mi ayrılarak ortaya çıkmıştır, belirtmemektedir. Geleneğe göre , bular, Tora'nın Levilliler kitabının ortaya koyduğu kurallara son derece müfrit bir şekilde uyan kimseler olup , kendi elleri ile kazandıklarını, tam bir kominist topluluk halinde paylaşarak, kendilerini dini yaşantı ve çalışmaya vermiş kimselerdir. Mümkün olduğu kadar evlilikten ve bedensel zevklerden kaçınarak göklerin sırlarına vakıf olmaya ve beklenen Mesih'in ne zaman geleceğini öğremeye Uğraşırlardı. Şabat yasaklarına uymakta o kadar hassas davranırlar ki, çocuk Şabat'ta doğarak kutsal günde çalışmak zorunda kalınmasın diye , Çarşamba günleri dışında cinsi temasta bulunmaktan kaçınırlardı. Aralarında kutsallığa göre üç veya dört derece vardı ki Peruşiler bunun sadece ilk derecesini teşkil ederlerdi. Eski Kaynaklarda İsiyim: İsiyim 'e dair en eski bilgiyi İskenderiyeli Philo vermektedir. ''Quod Omnis Probus Liber Sit''(Her İyi İnsan Hürdür) adlı eseri ile , halen kayıp olan fakat Keysaryalı Eusebius'un yaptığı iktibaslarla zamanımıza ulaşmış bulunan ''Apologia Pro Judaeis'' (Yahudileri Savunma)'de İsiyim 'i anlatmaktır. Metinlerin kesin tarihi her ne kadar bilinmiyorsa da . M.Ö 30 ile M.S. 40 arasındaki devrede yazılmış olduğu muhakkkaktır. İkinci kaynak Flavius Josephus'tur. Jewish War ile Jewish Antiquities adlı eserlerinde konuya Philo'dan daha geniş şekilde temas eder . Kitabıı M.S. 70 veya 75 yılllarında tamamladığı bilinmektedir. İsiyim hakkında uzun bir bahiste Romalı Hippoytus'un Zındıklığa Reddiye adlı eserinde bulunmakla beraber , bu yazarın Josephus'tan iktibasla yetindiği kesinlikle bilinmektedir. Yukarıda belirttiğimiz gibi , yeni bulunna fakat Eski Ahid ve Mosoretik metinlerin yazılışından daha önceki devirlerde yazılmış olması bakımından önemi büyük olan Kumran Yazıtlarıda bir kaynak olarak ele alınmaktadır. Bu yazıtların yapıldığı belirtmiştik , konumuzu ilgilendirmediği için bunlar üzerinde durmayacağız . Yanlız şu kadarına işarete deceğizki , halen Ürdün'de uzmanlarca incelenip peyderpey yayınlanmakta bulunan bu yazıtlarda adı geçen mezhebin İsiyim olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. Bulunan kitaplardan biri bu mezhebin kaidelerini , ikincisi tarihi, bir diğeri ahir zamanda aydınlık çoçukları(yani mezhep mensupları) ile karanlık çoçukları (yani fena kuvvetler) arasındaki mücadeleyi anlatır. Mezhebe has bir dulara mecmuasıda bulunup yayınlanan eserler arasındadır. Şimdi kaynakların verdiği bilgileri sıra ile görelim. Quod Ommis Probus Liber Sit: ''Suriye Filistin'ndeki Yahudiler arasında , sayıları dört binin üzerinde olan ve İsiyim denen bir gurup vardır. Bu kelime her ne kadar Yunanca değilsede bence 'kudsiyet' kelimesi ile bir bağlantı kurmak mümkündür. Geçekten bunlar kendilerini Allah'a adamış kimselerdir. Kurban olarak hayvan takdim etmezler, kurban yerine , doğrudan doğruya kendilerini Allah'a teslimin daha uygun olacağını söylerler.Bazıları tarlada çalışırlar, diğerleri de kendilerine huzur ve sukun verecek çeşitli şeylerle uğraşırlar, hem kendilerine ve hem de komşularına karşı faydalı kimselerdir.Altın ve gümüş biriktirmezler, hayatları için zorunlu olanın ötesinde bir şey aramazlar. Hemen hemen bütün insanlar için yanlız bunlar, eşya ve mal sahip olmadan yaşarlar; bu, işlerinin ters gitmiş olmasından ötürü değil, kendilerinin böyle yaşamayı tercih etmelerindendir; böylece kendilerini daha zengin , bolluk içinde ve tutuma riayet sayarlar.Onlar arasında ok, kılıç, harbe , miğfer, zırh, kalkan kısaca savaş araçları ve savaşta kullanılabilecek nitelikte barış zamanı eşyaları yapanları aramak boşunadır. Onları sonunda hırsa yöneltecek en küçük fikirleri , hatta rüyaları bile yoktur.Aralarında bir tek dahi köle yoktur, ama, hepsi birbirinin yardımcısıdır. Köle sahiplerini , sadece yaptıklarının eşitlik prensibi ve adalete aykırı olması dolayısıyla değil, bunun aynı zamanda Allah'a isyan olması sebebiyle ayıplarlar.Tabiat felsefesinde Allaj'ın varlığı ile alamin yaratılışının ötesinde olduğu düşüncesi ile tartışmalrı meydan hatiplerine terk ederler, kendilerini son derece dikkatle ahlak üzerine eğilirler. İlahi ilham ve vahy olmaksızın , kimsenin ortaya koyamayacağı nitelikteki atalardan kalma kanunları ele alırlar.Zahid ve muttaki insanlar olarak nefsin kontrolü, neyin iyi, neyin fena ve neyin değişik olduğu nasıl bilinir, nasıl yapılır konularında çalışıp, Allah'ı fazileti ve insanları severler. Uluhiyetin, fenalığın değil, fakat bütün iyiliklerin sebebi olduğuna inanırlar.'' ''Hiç bir ev hiç birinin değildir. Evleri nereden gelirse ve kim olursa olsun , bütün mezhep üylerine açıktır.'' Apologia Pro Judaeis: ''Bunlara İsiyim denmesinin sebebi dindarlıkları sebebiyledir. Yehuda şehir köylerinde büyük gruplar halinde bulunuyorladı.Fazilet ve beşeriyet sevgisi mertebelerine ulaşmak arzusundadır, bu yüzden aralarında gençlere ve delikanlılara pek rastlanmaz; zira bu yaşlar , olgunluğa erişip de karaktere sahip olunmayan çağlardır.Bütün faaliyetleri cemiyet içindir.Güneş doğmadan çalışmağa başlayıp, battığında bırakırlar.Çok mütevazi yaşarlar, lüksü, beden ve ruh için tehlike sayarlar.Giyecekleri de yiyecekleri gibi basit ve mütavazidir.'' Jewish War: ''Yahudiler arasında üç felsefe ekolü vardır. Birinciler Perişim, ikinciler Sadukim ve üçüncüler de tam azizane bir hayat yaşayan İsiyim'dir. İsiyim ırken Yahudidirler, evlenmeyi hor görürler, fakat yetiştirmek için başkalarının çoçukları ile ilgilenirler, onları kendilerine akraba sayarlar, bu çoçukları kendi adetleri üzere yetiştirmek isterler.Fakat bu, onlar evlilik kurumunu ortadan kaldırmış demek değildir, kadınların fasık olup hiçbirinin erkeğe sonuna kadar sadık kalacağına inanmamalarındandır.Zenginleri aşağı görürler, mezhebe giren kişi bütün servetini diğerleri ile eşit şekilde paylaşır.Hepsi bir şehirde değildir, her yerde bir kaçı birleşip hemen bir koloni meydana getirirler.Seyahata çıktıklarında yanlarına hiçbirşey almazlar. Her şehirde teşkilatın bir görevlisi bilhassa misafirlerin giyim ve diğer ihtiyaçlarını karşılamakla sorumludur.Elbise ve ayakkkabı giyilmeyecek kadar eskimeden çıkarıp atmazlar.Aralarınsa asla alışveriş yapmazlar, ihtiyacı olan bulunandan istediği kadar alabilir.Allah huzurunda davranışları özel bir şekildedir. Güneş doğmadan dünyevi kelam etmeyip, sanki güneşin doğması için yalvarıyormuşcasına kadim dualar okurlar.Bu duadan sonra herkez kendi işinin başına döner , ara vermeden , beşinci saate(yaklaşık sabahın 11'i) kadar çalışırlar, beli bağlı keten elbiseler içinde , aynı yerde tekrar toplanırlar, o halde iken soğuk su ile yıkanırlar. Bu temizlenmeden sonra , yanlız kendi inançlarından olanlara özel bir binaya girerler.Yemek zamanı fırıncı herkeze bir somun dağıtır, herkez bir çanak yiyecek alır.Yemekten önce birisi dua okur, duadan önce yemeği yemek yasaktır, yemeğide bir dua takip eder, başta ve sonda , hayat veren Allah'a şükredilir. Yemekten sonra , biraz dinlenip sonra akşama kadar yeniden çalışmaya girişirler. Akşam yemeğide aynı şekilde olur, varsa misafirler de sofraya alınır, konuşmalarda sıraya uyulur.'' Faziletleri:''Kendilerini bağladıkları iki şey vardır: Yardım ve şefkat, Yardıma muhtaç herkezin yardımına koşmak isterler.Kızgınlık ve öfkelerine hakim olurlar, yemin etmekten sakınırlar. Kendisine inanılmayan kimselerin Allah'ı şahit göstermesini çirkin gördüklerinden yemin etmeyi, yalan söylemekten kötü sayarlar. Beden ve ruh münasebetlerinden bahseden eski kitaplara üstün bir ilgi gösterirler. Buralardan , hastalıklardan korunmayı, tedavi yollarını ve taşların şifalarını öğrenirler.'' Mezhebe Giriş:''Mezhebe girmek isteyenler derhal kabul edilmezler. Aday bir yıl bekler. Aynı tarzda hayat yaşaması teklifinde bulunurlar. Kendisine bir balta , peştemal ve bir beyaz elbise verilir. Bu süre içinde yeterliliğini isbat eden aday , biraz daha kendilerine yaklaştırılır, temizlik yıkanmasına iştirak ettirilir, fakat henüz tamamen kabul edilmiş değildir. Yeterliliğini isbattan sobra iki yıl kontrol altında tutulur, eğer bunda iyi not almışsa gruba girer.'' And:''Mezhebe kabul edilen kimse , müşterek yemeğe el sürmeden , kardeşleri huzurunda dini and içer. Önce Alllah'a karşı sadakatle hizmet edeceğine , sonra insanlara karşı adaleti gözeteceğine , hiç kimseye ne kedi arzusu ve ne de başkasının emri ile fenalık etmeyeceğine , kötülükten nefret edip hep beraber adalet için mücadele edeceğine yemin eder.Herkeze daima doğru davranacağına , Allah rızası olmaksızın , sırf iktidar uğruna kimse ile mücadele etmeyeceğine , ödevinde uygunsuzluk yapmayacağına , giyiminde ihtişam ve gösterişe kaçmayacağına yemin eder. Daima gerçeği sevip yalancıları reddedeceğine , ellerini hırsızlıktan , ruhunu kötü kazançlardan uzak tutacağına , mezhep mensuplarından hiç bir gizlemeyip, ölüm tehdit ve baskısıda olsa dışardakilere hiçbir şey açıklamıyacağına yemin eder. Kehanetleri:Aralarında bazıları kendilerini kutsal kitapları, peygamberlerin sözlerini incelemeye vermişlerdir. Bunlar gelecek hakkında bazı kehanetlerde bulunur ve nadiren yanılırlar. Evlilik Nizamı: İsiyim'in bir kolu diğerleri ile adet ve geleneklerinde müşterek olmakla beraber, yanlız evlenme konusunda ayrılmıştır. Bunlar şuna inanırlar: Evlenmeyen kimseler kendilerini hayatın çok önemli bir bölümünden mahrum ederler, yeni nesil üretmekten geri kalılar. Buna uyanlar ise , insan neslinin , dolayısıyla İsiyim mezhebinin ortadan kalmasına sebep olurlar.Kadınları üç ay süresimce gözlem altında tutarlar, üç defa aybaşı halinden kurtulduklarını ve böylece çoçuk yapmaya muktedir olduklarını görürü sonra evlenirler. Kadınlar hamile kaldıklarında cinsi temasda bulunmazlar, böylece zevk içi değil , çoçuk doğması zorunluluğu sebebi ile evlendiklerini göstermiş olurlar.Kadınlar ketenlere sarınarak , erkekler peştemal giyerek yıkanırlar. Jewish Antiquities: İsiyim mezhebi mensupları herkese, Allah'a güvenmeyi öğretmekten hoşlanırlar. Keza ruhun ölümsüz olduğunu beyan ile doğruluğun mükafatı için mücadelenin zorunlu olduğunu söylerler. Bütün faziletleri arasında doğrulukları övülmeye değer . Benzerleri ne Yunan ne de barbar dünyasında vardır. Bütün kazançlarını bir yere koyarlar. Yaşayışları arasında en küçük fark yoktur. Dört binden fazla insan böyle yaşamaktadır.Kadın almaz köle edinmezler, köleliği adalete aykırı bulurlar. Pliny: M.S. 79 yılında ölmüş olduğu bilinen Pliny de ''Tabi Tarih' adlı eserinde İsiyim'den bahsetmektedir.M.S 70'de sona eren Yahudi Savaşları sırasında Titus'a refekat ettiği muhtemel bulunan bu yazar, İbraniler'in Tu Denizi, batılıların Ölü Deniz dedikleri Lut Gölünden bahsederken şöyle demektedir: İsiyim , Deniz'in batısında , kendileri ile sahil bölgesi arasında biraz mesafe bırakmışlar, bunların kendilerine has müstesna bir durumları vardır; kadınsız , parasız , hurma ağaçları altında yaşamaktadırlar. Engada (bügün Ayn Gedi) Josephus'un bu mezhebin M.Ö. 146 yılında Peruşim ve Sadukim ile beraber varlığını bildirmesi ve Pliny'nin de yerlerini söylemesi , diğer etraftan Kumran mağralarında bulunan ve M.Ö 150 ile M.S 50 yılları arasında tarihlenenn yazıtlarda adı geçen mezhebin İsiyim olduğuna şüphe bırakmamaktadır. Josephus'un aynı yerde anlattığına göre , mezhep , meşhur I. Aristobulos (M.Ö.104)'un zamanında M.S.66-70 yıllarındaki Yahudi Savaşları'na kadar faaliyet göstermiş, dağılmaya zorlanması ile ortadan kalkmıştır. Kumran Yazıtları: Onlar cemaaat halinde yiyecekler , ibadet edecekler ve beraber düşüneceklerdir. Mürid , ruhu ve bedeni ile tamamen topluma aittir.Josephus'un anlattığı mezhep saliklerinin her gün ve çeşitli zamanlarda yıkamaları zorunluluğu aynen anlatılmaktadır.Philo ve Josephusu'un anlattığı doktrine ait hususlar, tamamen Kaideler Kitabı'nda yazılır.Kumran yazıtlarının çeşitli yerlerinde geçen Goral(kader) kelimesinin kullanılışından da anlaşılıyor ki , bunlarda koyu bir kadercilik görüşü hakimdir. İnsanlar daha doğmadan bile aydınlık ve karanlık taraflardan birine aittir. Kaderleri ebediyen tesbit edilmiştir. bu yıldızlarda da yazılmıştır. Kader herşeyin başıdır. Kaideler ve Dua Kitaplarında Allah'ın Kadir-i Mutlak'lığı yanında insanın hiçliğini belirten pek çok pasaj vardır. İnsanın kaderi tamamen O'nun elindedir. Bununla beraber mezhep mensubu bir ''Aydınlık Oğludur'', buda Allah'ın onu seçmesi sayesindedir. Philo ve Josephus tarafından hiç zikredilmeyen , vücudun yeniden dirileceği inancı yanında , Nihai mahkeme , Dünyanın ateşle tahribi ve sonu temaları sık sık görülür.Melek inancı bakımından Peruşim'den ayrılmakla beraber görüşleri daha teferruatlıdır. Meleklerden kutsal yaratıklar, şerefliler, göklerin oğulları, semavi varlıklar , ebedi varlıklar , kutsallar şeklinde bahsettikten sonra onları yaptıkları işlere göre de isimlendiriler: Işıklar prensi,Karanlık Meleği, Geçeklik Meleği, Tahrir Meleği, Mastemah(Şeytan) gibi. Bunlardan ayrı bir sınıfı Muhafız Melekleri, Himaye Melekleri (ki bunlarad ismen de sayılır: Gabriel Mihael Rafael, Suriel ve Uriel) İsimlerden anlaşılan ödevlerinden başka , meleklerin dünyanın sonunda kötükle açılan savaşta iyilerin yanında yer alacakları zikredilir Önemli bir yeride Mesih inancı tutmaktadır. Tesniye'de geçen ''Onlar için kardeşleri arasında senin gibi bir peygamber çıkaracağım , sözlerimi onun ağzına koyacağım ve ona emredeceğim , herşeyi onlara söyleyecek.'' emrinden hareketle bu konu üzerinde çok dururlar. İfadelerinden Mesih'i her an bekler gibi bir durumları vardır.Kısaca ifade etmek gerekirse diyebiliriz ki, gerçek Philo ve gerekse Josephus'un bu mezhep hakkında verdikleri bilgilerle Kumran yazıtlarından öğrenilenler arasında pek büyük fark bulunmamaktadır. Bu bakımdan Kumran Mezhebi ile İsiyim'in aynı şey olduğu hususunda ki görüşe katılıyoruz. Bunu belirtttikten sonra bu mezhep üzerindeki aktüel tartışmaları kısaca nakledelim. İSİYİM İLE HRİSTİYANLIK ARASINDAKİ MÜNASEBETLER Kumran'da bulunan metinlerle ilk Hristiyan Kilisesi teşkilatı arasında heyecan verici paralellikler bulanlar vardır. Hristiyanlığın ilk devirlerinin ne kadar mutlak karanlık içinde bulunduğu hatırlanacak olursa , tesbit edilen paralelliğin bu din mensubu ilahiyatçı ve bilginleri ne kadar heyecanlandıracağı kolaylıkla anlaşılır. Bulunan paralellikler şöyle sıralanabilir: 1-Filistin'de ki ilk Hristiyanlar ile bu mezhep mensupları topluluklarını aynı kelime ile adlandırmaktadırlar:Eda(Topluluk) 2-Mezhebi idare eden oniki kişilik idareci grubu ile , on iki havari arasında benzerlik vardır. 3-Oniki kişilik idarecinin üçü daha yüksek mevki sahibidir; bu kilisenin üç direği Yakob, Kifas ve Yohanna'yı hatırlatmaktadır. 4-Mezhepte düzenli bir teşkilat halinde ''Mevakrim'' (Müfettişler vardır ki bu, Grekçe Episkopoi yani Bişopların tam karşılığıdır. 5- Mezhep mensupları kendilerini ''Çölde yol hazırlayanlar'' diye tarif ederlerki aynı kelimeleri Vaftizci Yahya'da Ahd-i Atik'den alarak kendi vazifesini tarif ederken kullanmıştır. 6- Bu güne kadar Yunanca metinler halinde ulaşan ilk Kilisenin apostolik kuruluşuna ait dökümanlar tekarar İbrani veya Arami dillerine tercime edilecek olrsa ifadeler arasında büyük benzerlikler ortay çıkmaktadır. Bulunan yazıtların M.Ö.II.Yüzyıl'a tarihlenmesine rağmen mezhebin kurucusu ile İsa'nın aynı şahıs olsuğunu ileri sürenler dahi çıkmıştır. Bununla beraber tartışmalar ve asıl önemlisi yazıtların tasnif ve okunması henüz bitmemiş olduğu için bu mezhebin Hristiyanlık'la ilgisinin ne olduğu , daha doğrusu Hristiyanlığa olan etkisinin ne dercede bulunduğu hususunda hüküm vermeğe imkan yoktur. Esas olan şudur ki, ilk Kilise İsiyim'den çok şey almıştır. İSİYİM'İN SONU Titus'un 70 yılında son Yahudi direnişini kırarak Mabed'i tahribine kadar Lut gölü kenarında varlıklarını devam ettirmekte olduklarını bildiğimiz İsiyim'in, Bundan sonraki tarihi karanlıklar içindedir.1897 yılında Kahire'de Geniza adlı Karai sinagogunun mehzeninde bulunan bazı dökümanlarda , Şam'da oturan , teşkilat veya yaşayışları İsiyim'e benzeyen bir mezhepten bahsedilmektedir. Mabed'in tahribinden sonraki devirde Filistinde 'ki Yahudiler dünyanın dört bucağına sürülürlerken , bunlar da Suriye'ye gönderilmiş olabilir fikri hatıra geliyorsa da , Rabbinik Yahudiliğe mensup olanlar , bulunan dökümanların sahte olduklarını , Karailer tarafından uydurulduklarını iddia ile sıhhatlerini kabul etmemektedirler. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Demian Yanıtlama zamanı: Mayıs 11, 2010 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 11, 2010 Oniki havari, oniki idareci, oniki imam, avrupa birliğinin bayrağında oniki yıldız, cennetin oniki kapısı, yeni kudüsün oniki kapısı, her bir kapıda birerden oniki melek, oniki kavim, oniki çeşme,vs vs vs nedir bu oniki yav? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Vuh Yanıtlama zamanı: Ağustos 9, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 9, 2011 Esseniler hakkında Ruh ve Madde yayınları tarafından basılan "Esseniler ve Sırları" kitabınıda tavsiye ederim. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Mart 5, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 5, 2013 1947 yılında, Ölü Deniz Kıyısında Kumran'da, çobanlık yapan bir Bedevi'nin kaybolan hayvanlarını ararken girdiği mağarada bulduğu yazmalar bilim ve teoloji dünyasını alt üst etmişti. Bu yazmalar, tarihe Ölü Deniz Yazmaları olarak geçmiştir. Yazmalar, 1947 yılında çoban tarafından bulunmasından sonra, Kudüs Üniversitesi'nin eline geçmiş ve bu mağaralarda araştırmalar başlamıştır. 1958 yılına kadar süren çalışmalarda birçok yazmanın yanı sıra arkeolojik başka bulgulara da rastlanmıştır. 10 yıl süresince 11 mağarada yapılan kazılar 800 kadar yazmanın ve birçok parçanın gün ışığına çıkmasını sağlamıştır. Bunlar arasında Tevrat'ta geçen metinler bulunduğu kadar bulunmayanlar da mevcuttur. Metinler daha çok deri üzerine yazılmış olmakla birlikte papirüs ve bakır üzerine yazılmış metinler de vardır. Bu metinlerin dilleri İbranice, Arami dili ve yerel dillerdir. Bu belgeler aynı zamanda bunları yazan topluluğun inançları ve yaşayışları hakkında da bilgi vermektedir. Bu metinleri bir Yahudi topluluğunun yazdığına kuşku yoktur. Bu topluluk Esseniler olarak düşünülmektedir. Metinlerin yazılış tarihleri de metinlerin bir topluluk tarafından yazıldığını ve saklandığını göstermektedir. Yazıtlar iki genel bölüme ayrılıyor: "Biblical" (Dinsel) ve "Secterian" (Tarikatla ilgili). Metinlerin en eskisi M.Ö. 250 en yenisi ise M.S. 68’e tarihlenmektedir. M.S. 68 tarihi aynı zamanda Kudüs'e giden Roma ordularının Kumran kentini yıktıkları tarihtir. Çıkan yazmaların arasında bu tarikatın kurallarını belirleyen yazmalar da vardır. Bunların arasında bu topluluğun Tanrı ile yeni bir ahit yaptığına ilişkin yazmalar da vardır. Kanunlar yazmasında bu tarikatın kuralları ile ilgili ayrıntılı bilgi sahibi olabiliyoruz. Yazmalara göre bu topluluk İsrail halkından çıkma, katılmak isteyen ve akıl ve disiplin sınavlarını verebilen herkese açıktı. Tarikata girenler için, artık yeni bir hayata başladığına ilişkin törenler yapılmaktaydı. Esseniler, Kudüs’teki Hasmon egemenliğini reddeden ve tapınak ayinlerine katılmayan muhalif bir topluluktu. Haklılıklarının anlaşılmasının Mesih’in gelişi ve kötü güçlere açılacak ve zaferle sonuçlanacak bir savaşa bağlı olduğunu düşünüyorlardı. Ölü Deniz Tabletleri, sürgün sonrası Eski Ahit döneminden beri bilinen iki ana temayla yaşayan bir topluluğu anlatır. Bu temalar, kıyamet ve Mesih beklentileridir. Hıristiyanlık öncesi ve Hıristiyanlık dönemlerinde yazılmış apokrifler ve hepsi Hıristiyanlığın kabulünden sonra ortaya çıkan ve bazıları Hıristiyanlık inançlarının karşısında olan dini kaynaklar Mesihi birbirlerinden çok farklı algılamaktadırlar. Yine Kumran’da, Esseniler’in bir Mesih beklentisi açıkça ifade edilmektedir. Esseniler, M.Ö. 500 yıllarından itibaren Filistin'le Mısır arasındaki Yahuda Krallığı bölgesinde yaşadıkları söylenen Yahudi mezhebidir. Esseniler farklı düşündükleri kuralcı Farisilerle sürekli mücadele içinde olmuşlardır. İsrail Krallığı yıkıldıktan sonra 12 kabile dağılmıştır. Kabilenin bir bölümü Pers tarafında bir bölümü de Mısır tarafında kalmıştır. Sürgün yıllarında Musevi dini Kuzeyde Zerdüşt ve Sümer, Güneyde ise Mısır ve Helen etkisiyle değişikliğe uğramıştır. Mısır Yahudileri İskenderiye okulunu kurmuşlardır. Düşünceleri Helen ve Mısır doktrinleriyle bir senteze gitmiştir. Böylelikle Musevilikte iki ana eksen ortaya çıkmıştır: Filistin Okulu ve İskenderiye Okulu. Zaman içinde giderek Esseniler’in oluşturduğu İskenderiye okulundan bir grubun ayrılarak John (Vaftizci Yahya) ve Hz. İsa‘nın başı çektiği Hıristiyanlığa dönüştüğü söylenmektedir. Esseniler bölgede yaşayan en esrarengiz topluluklardan biri idi. Bazı araştırmacılar Esseniler’in bölge dışından, hatta Hindistan’dan etkilendiklerini söylerler. Bunun dışında Esseniler’in Pythagoras ve Orpheus öğretilerinden etkilenmiş bir topluluk olduğunu da söyleyenler vardır. Ancak Esseniler’in o bölgede ezoterik bir doktrini benimseyen Mısır inanç sisteminden de etkilenmiş bir Yahudi topluluğu olduğunu kabûl etmek daha doğru olur. Esseniler inançları, görüşleri, aralarındaki “kardeşlik” bağı, toplumsal kuralları, ritüelleri ve kesin kuralları ile ezoterik bir topluluk görüntüsü vermektedir. İnançlarına göre, ruh ölümden sonra göğe çıkacak, ebedi mutlu yaşam başlayacaktır. Bir manastır disiplini içinde öğrenim görür, topluca yer içer, ibadet eder, ritüellerine uygun biçimde yıkanırlarmış (vaftiz). Esseniler’in uyguladığı; arınma töreni vaftiz törenine benzeyen ve suyla yapılan bir törendi. Bu sembolik bir arınmadır. Bu törenin etkili olabilmesi için kişinin kalbinin de temiz olması gerekmektedir. Bir önemli tören de topluluk yemeği idi. Yemek konseyden on kişi hazır bulununca toplanabiliyor ve ekmek ve şarabın kutsanmasıyla gerçekleşiyordu. Ana ilkeleri, kardeşlik sevgisi, yardımlaşma ve gerçeğin arayışı idi. Osiris Mabedinde inisiye olan Hz. Musa yeni dininde Saabi inançları ve Osiris dininden yararlanmıştır. Dinini yaymak için seçilmişleri inisiye etmiş ve bunlara “kabul edilmişler” anlamında Kabalacılar denmiştir. Bunlar Musa’nın ezoterik dinini yaymışlardır. Kabalacılardan zorunlu göçler sırasında Yahuda Çölünde kalanlara Esseniler denmiştir. Birçok kaynağa göre Hz. İsa da bir Esensidir. Esseni öğretisini daha basitleştirerek anlattığı ve insanlığa ifşa ettiği belirtilir. Hz. İsa’nın öğretilerine en yakın İnciller Thomas İncili ve Yohanna İncilidir. Bu iki İncil’de ezoterik ifadeler mevcuttur. Esseni kelimesinin kökeni bir görüşe göre Aramice Hase (aziz, saf) kelimesinden türemiştir. Philon da “Essaoi” kelimesinin Grekçe Ösioi (aziz, dindar) kelimesi ile ilişkili olduğunu söylemiştir. Bu kelime hakkında bir başka görüş ise hassaim (sessiz) kelimesinden türediğidir. Esseniler, kendi inançları hakkında dışarıya sessiz kalmışlardır. Sürekli yapılan “vaftiz”ler, beyaz giyinmeleri, kanlı kurban törenlerine karşı olmaları ve Güneş’e ilişkin kültleri mevcut idi. Yazıtlarda, Kumran’ın güneşe endeksli bir takvimi olduğu ortaya çıkarılmıştır. Esseniler güne dua ile başlar, gün içinde çalışırlar ve günü yine dua ile bitirirlerdi. Yahya’nın uyguladığı suyla vaftizin, İ.Ö. II. yüzyılda Lut gölü çevresindeki Esseniler tarafından uygulandığı bilinmektedir. Bu ve başka bazı nedenlerle Yahya ve İsa’nın Esseni inisiyasyonundan geçtiği ve en üst derecelere kadar ilerledikleri savı güçlü bir şekilde öne sürülmektedir. Esseniler Hristiyanlığın doğuşu ile birlikte esrarengiz olarak tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Son zamanlarda yapılan araştırmalarda da Kumran topluluğunun Esseniler’den oluştuğu yönündeki savlar daha da kuvvetlenmiştir. Hristiyanlığın kökeninde Esseniliğin olduğu bir gerçektir. Aziz Pavlus da Esseniler’den etkilenmiştir. Hz. İsa ve yaşamı konusunda en ayırt edici ve gerçekçi bilgi onun Esseni tarikatında yetişmesidir. Birçok kaynağa göre, öğretisi Kabala temelini benimsemiş Esseni tarikatının öğretisidir. İsa'nın kardeşi James’in Kumran yazıtlarında önemli bir yeri vardır ve adı "The Righteus" tur (Haksever). "İlk kilise"nin önderidir. Bu detaylı araştırılması gereken bir konudur. Esseniler, ilk kilise'ye ve onun liderine bağlıdırlar. Yasa ve "Yol"larının savaşçılarıdırlar. Yazıtlarda, Esseniler’in, Roma kuklası krala karşıt oldukları açıkça bellidir. James, bir gün mabette linç edilir. Roma'ya karşı başlayan büyük isyanla James'in ölümü aynı yıllardadır. Roma, Kudüs’ü, Kumran’ı ve Masada’yı yerle bir eder ve Esseniler sessizce tarihin sayfalarındaki önemli yerlerini alırlar. “Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak.” Hz. İsa Berk Yüksel Kaynakça: “Esseniler” Thamos “İsa’nın Doğumuna Yakın Zamanlarda Yahudi Dini” Erhan Altunay Wikipedia internet ansiklopedisi İnisiyatik Topluluklarda Özünü Tanıma Çalışmaları Tarihsel süreç içinde gerçek inisiyatik uygulamalar yapan ezoterik öğretiler kendi üyelerine kozmik denilebilen, dünyayı da aşan bazı evrensel bilgiler öğretiyorlardı ve bu bilgiler inisiyatik sır olarak kendi aralarında saklı kalıyordu. Oysa günümüzde tüm sırlar açığa çıkmış olduğu için herkes kendi kendinin inisiyatörü olabilmekte ve kendi kendini çeşitli kaynaklardan araştırma yaparak eğitebilmektedir. Ezoterik öğretilerde inisiyasyon yoluyla kendilerini geliştirmeyi amaçlayanlar doğayla tamamen uyum içinde yaşamayı bir tür ibadet şekline getiriyorlar, uyum ve esneklik gösterebilmede en üst noktalara geliyorlar, evrenle ve yasalarla toplu bir ahenk içine girebilme onlarda bir yaşam uygulaması haline dönüşüyordu. Günümüzde ise bu tip uygulamalar "bireysel gelişim" adı altında incelenmekte ve birey, eğer dilerse kişisel inisiyasyon yoluyla, kendi içselliğinde saklı olarak varolan özü canlandırabilmektedir. Bu bir "iç gerçekleşme yani kendi özünü, aslını tanıma çalışmasıdır”. Bu nedenle, ezoterik inisiyasyon uygulayan kişinin, karakter ve ruhsal güç olarak belirli bir takım özellik ve eğilimlere baştan sahip olması gereklidir. Hemen hemen her uygarlıkta kendine özgü bir inisiyasyon anlayışı vardır. İnisiyasyon asli olarak bir tür “yola giriş” anlamına gelir. Bir öğrenim yoludur. Nefsini tanımada ve terbiyede, aynı zamanda eşyayı tanımada, onun kökenini bilmede ve anlamada gereken bilgileri elde edebilmek ve uygulamaları yapabilmek için bir yol ve bir gidiş tespitidir. İnisiyasyon'nun Batı dillerindeki karşılığı olan "initiation" sözcüğü, Latince'deki "initium" sözcüğünden türemiştir. "Initié" ise aslında "yola koyulmuş, başlamış" demektir. Ezoterizmde en önemli kavram "İnisiyasyon" dur. Ezoterizm (Batıniyye, İçeriklik), bilgilerin ve görgülerin kapalı bir topluluk içinde ve aşamalı olarak verildiği çalışma ve öğreti sistemidir. Öze ait temel gerçeklerin, onları anlayabilecek yetenek ve bilgide olan kişilere aktarılabileceği görüşü ezoterik sistemin temelidir. Günümüzde bu aktarım, eğilimi olmayan insanların kendini tanıma gibi kapsamlı bir konuyla çok uzun süre meşgul olamayacakları genel bilgisiyle herkese açılmıştır. İnisiyasyona ruhsal bir tesirin nakledilişinde hazır olmak da diyebiliriz. Bu ruhsal tesirin kişiden kişiye, toplumdan topluma nakledilmesi gerekmektedir. Bu bir tür ruhsal zincir ağı kurmak gibidir. Zaten bütün inisiyatik çalışmaların özü, ruhsal tesirin bir taraftan alınıp, bir tarafa naklinden ibarettir ve nakil işlemini kolaylaştıracak bütün çalışmalar inisiyatik çalışmalardır. İnisiyasyonun ne olduğu hakkındaki bu kısa girişten sonra inisiyatik bir topluluk olan Esenniler ve onların ezoterik görüşlerine şöyle bir göz gezdirebiliriz. Ölü Deniz Yazmaları 1947 yılında, Ölü Deniz Kıyısında Kumran'da, çobanlık yapan bir Bedevi'nin kaybolan hayvanlarını ararken girdiği bir mağarada bulduğu yazmalar bilim ve teoloji dünyasını alt üst etti ve konunun tartışmaları halen sürmekte. Tarihe Ölü Deniz Yazmaları olarak geçecek olan bu yazmaların sırrının çözülebildiğini söylemek için ise daha çok erken!… Yazmaların bulunmasından sonra, bu belgeler Kudüs Üniversitesi'nin eline geçti ve mağaralarda araştırmalar başlatıldı.1958 yılına kadar süren çalışmalarda bir çok yazmanın yanı sıra arkeolojik başka bulgulara da rastlandı.10 yıl süresince 11 mağarada yapılan kazılar 800 kadar yazmanın ve bir çok parçanın gün ışığına çıkmasını sağladı. Bu metinlerin aşağı yukarı dörtte biri kadarı Tevrat'ta geçen metinlerdir. Ancak yazmaların pek çok yeri okunamadığı için bunları yeniden derlemek çok zor oldu, bazı bölümler ise derlenemez şekilde bozuldu. Metinler daha çok deri üzerine yazılmış olmakla birlikte papirüs ve bakır üzerine yazılmış metinler de vardır. Bu metinlerin dilleri İbranice, Arami dili ve yerel dillerdir. Belgeler aynı zamanda bunları yazan topluluğun inançları ve yaşayışları hakkında da bilgi vermektedir. Bu metinleri bir Yahudi topluluğunun yazdığına kuşku yoktur. Bu topluluk genellikle Esseniler olarak düşünülmektedir. Metinlerin yazılış tarihleri de metinlerin bir topluluk tarafından yazıldığını ve saklandığını göstermektedir. Metinlerin en eskisi MÖ 250 en yenisi ise MS 68 tarihini göstermektedir. MS 68 tarihi aynı zamanda Kudüs'e giden Roma ordularının Kumran kentini yıktıkları tarihtir. Son zamanlarda yapılan araştırmalarda da Esseniler’in Kumran’da yaşadığının ortaya çıkması, Kumran topluluğunun Esseniler’den oluştuğu yönündeki savları kuvvetlendirmiştir. Esensiler hakkında daha kapsamlı genel bilgileri içeren yayınlar da mevcuttur. Düşüncenin gücü ve kozmik enerjilerin doğru ve yararlı kullanımı bilgisinin ışığı altında bu ilginç topluluğu ve onların ezoterik yaşam felsefelerini biraz incelemek konunun meraklıları için sanırız ilginç olacaktır. Tarihin sararmış yaprakları arasına girerek günümüzde incelediğimiz, araştırdığımız, kuantum fiziğinin de ilgi alanına giren bazı konuların daha önce de incelenmiş ve anlatılmış olduğunu bilmenin, araştırmacılara ayrı bir coşkusu vereceğini düşünerek Esseniler’in enerji beden ve düşüncenin gücü gibi konulardaki temel görüşlerinden kısaca söz etmek istiyoruz. Esseniler insan yaşamının fiziksel, zihinsel, duygusal, sosyal, kültürel, doğa ile ilişki ve kozmosla ilişki olmak üzere yedi kısma bölünebileceğine inanırdı. İnsanın bir faal, yani hareket eden fizik bedeni, bir duygu bedeni ve bir düşünce bedeni olduğunu bilirlerdi. Bizler de aynı şeyleri ifade etmek için fiziki astral ve mantal beden terimlerini kullanıyoruz. Düşünce bedenin en yüksek kudreti bilgeliktir. Duygu bedeninki sevgidir. Faal yani fizik bedenin işlevi ise düşünce bedenin bilgeliğini, duygu bedenin sevgisini kişinin dünyasal ve semavi güçlerinin kullanımında sosyal ve kültürel açıdan harekete çevirmektir. Demek ki fizik beden bir ifade bedeni. Her şeyin tezahür ettiği bir yer. Fizik bedende ifadesini bulamayan birçok duygu ve düşünce demek ki fazla kıymet ifade etmiyor. Hep içimizden "Ben seni seviyorum, ben herkese acırım" demek gibi. Bu duyguları fizik bedende ifade ettirebilmeliyiz. Yüksek bir bedensiz varlık, "Hislerinizin kıymetini bilin. Bu hisler sizi kainatla bir araya getirebilecek yegane vasıtanızdır" demişti. Çünkü fizik bedenin, madde kainatıyla olan bağlantılarında yorum ve enerji alışverişi yapmak hususunda kullandığı bütün kanallar hislerimizden geçmektedir. Bu yüzden amacımız duygularımızı öldürmek, yok etmek değil, kontrol altına alabilmektir. Duyguları bir yola sokup hep bir arada tutmaya çalışmak, bir kontrol mekanizması yaratıp onların hepsiyle birlikte yaşamayı öğrenmek gerekir. Düşünce bedenin en yüksek kudreti bilgeliktir, hikmet sahibi olmaktır. Öğrenmiş olunan yasaları bir hükümle uygulayabilmektir. Gerek kendimize, gerek tabiata, gerekse kozmosa ait kanunları bir arada tutabilmek, yeri ve zamanı geldiğinde kendi hükmümüzle, yani kendi içimizden gelen bir kudretle onları uygulayabilmek bilgelik demektir. Kendimiz, doğa ve kozmos arasındaki üçlü dengeyi kurduktan sonra yerli yerinde kanunları ortaya koymak ve uygulamak bilgelik gerektirir. Hükmettiğimiz bilgi doğaya da, insana da, kozmosa da uymalıdır. Esseniler insanın evrende yalnız başına bir varlık olmadığını, her biri tıpkı insanın ki gibi tekamül eden, faal bedene sahip, başka gezegenlerde de varlıklar bulunduğunu biliyorlardı. “İnsanın kozmosun bir birimi olması için kendisine benzer başka ünitelerin de olması gerekir. Bütün faal bedenlerin birbirine karşı soy bağları vardır ve birbirlerini etkilerler. Bu açıdan her kişinin bedensel sağlığı ve zindeliği gerek kendisine gerekse dünyadaki ve diğer gezegenlerdekilere de bütünün sağlığı ve esenliği açısından yaşamsal önem taşır” diye düşünüyorlar ve yaşamlarını bu bilgilere göre düzenliyorlardı. Essenilerin faal beden dedikleri fizik bedene olan yaklaşımları diğer geleneklerden oldukça farklıdır. Örneğin Grekler, eski Yunanlılar bedeni estetik özelliklerinden, oran ve güzelliğinden dolayı yüceltirler. Romalılar da bedeni, basit olarak devletleri fethetmek için güç aracı olarak görürdü. Orta çağ Hıristiyanları ise bedeni aşağılardı. Fakat Esseniler biliyorlardı ki, yüz binlerce yıldır tekamül eden fizik bedende yaşam ve kozmosun bütün kanunları tezahür etmektedir. İçinde bütün evrenin anahtarı bulunmaktadır, “Beden Mikrokozmostur”. Ve beden adını verdiğimiz bu mikrokozmos iyice tanınmadan, uygulama yapılmadan, onunla gerçek bir ahenk ve işbirliği içine girilmeden, enerjileri kullanmak gerçek manasıyla öğrenilmeden ince sevilerde yüksek enerjili kullanımlardan söz etmek pek mümkün değildir. Yükseliş basamaklarının hızını arttırmak isteyen beden-zihin-ruh bütünlüğü üzerinde son derece ciddi uygulamalar yapmalı ve enerji bedenleri ile ahenk içinde olmalıdır. Esenniler’de gerçekten uygulama yapan diğer ezoterik topluluklar gibi disiplin ve uygulamanın önemini her fırsatta hatırlatan kadim bilgelik yolcularıydılar. Zihin ile Barışma Esseniler’de öğretinin özü zihin ile barışmada yoğunlaşmaktaydı. Zihin düşüncenin yaratıcısı idi. Düşünce, hem duygudan hem de hareketten daha üstün bir güçtü çünkü her ikisini de yönlendiriyordu. Bir kişinin düşüncelerinin bütününe düşünce bedeni de denilirdi. Yeryüzündeki düşünen yüz milyonlarca varlığın düşüncelerinin tümü gezegenin düşünce bedenini oluştururdu. Ve evrendeki üstün ve evrensel değerler taşıyan, ilkeli düşüncelerin bütünü ise bir kozmik düşünce bedenini veya denizinioluşturur diye kabul ederlerdi. Tüm bu ifadeler birliği, beraberliği, tekliği ifade ediyor. Dünyanın düşünce bedeni bizim düşüncelerimizden meydana gelen bir beden ama farkında değiliz. Düşüncelerimiz kendi aralarında çok büyük bağlantı halindedir. Sempati bağlarıyla oluşan telepati sayesinde bazen bunu fark edebiliriz veya yakınlarımızla yaşarız. Milletleri, aileleri meydana getiren de mantal bedenlerimizin, mantal düşünce alanlarımızın farkında olmadığımız bağlantılarıdır. Kuantum fiziği açısından düşüncenin önemini de Metaforsayfamızda Kuantum Düşünce Süreçleri ve özellikle de Atomların Dalga Formları ve Düşüncenin Şekillenmesi adlı yazıda belirtmiştik, daha detaylı bir araştırma için yeniden incelenebilir Esenniler’e göre düşünce bedeninin bireysel işlevi, düşünce gücünü kullanıp kişinin duygu bedenindeki duygu akımlarını, faal bedenindeki hareketlerini hatta reflekslerini yönlendirmekti. Düşünce bedeni bu yönlendirmeyi yapabilir çünkü hem duygu hem de faal bedeni kapsar. Gezegensel işlevi de, gezegensel düşünce bedenine asil ve yüceltici düşünceler katmaktır. Yani dünyanın huzuru, barışı, global bir idareye kavuşması, mantal bedene gerçekten asil ve yüceltici bilgiler katmakla mümkün olur. Bu amaçla zihnimizin işleyiş şeklini pozitif değerler üstüne kurmak bizim yararımızadır. Atom altı parçacık düzeyine inilince katı maddenin yok olduğunu gözlemliyoruz, modern fizik bu konuda spiritüel öğretileri destekliyor. Dalga-parçacık ikilemine yani kuantum fiziğine göre de atomaltı parçacıklar gözlemciye göre dalga ve parçacık oluyorlar. Düşünce gücümüzle onları da etkiliyoruz. Bir bireyin düşünceleri; etrafında manyetik kutbu çevreleyen manyetik alana benzer bir güç alanı yaratır. Kişinin düşünceleri bu güç alanının içerisine sürekli olarak aktarılmakta ve dışarıya gönderilmektedir. Ve ayrıca bir parçası olduğu gezegensel düşünce bedeniyle de, düşünce akımlarını sürekli olarak almaktadır yani enerjinin alınışı,verilişi gibi… Bütün bireysel varlıklar kendilerini saran ve kendilerinin de katkıda bulundukları bu gezegensel düşünce atmosferi içinde yaşamakta, düşünmekte, hissetmekte, hareket etmektedir. Katkıda bulunduğu ve dışarıya yansıttığı düşüncelerden dolayı kendisi sorumludur. Düşünce bedeninin üçüncü işlevi olan kozmik işlevin ilk etapta yerine getirilmesi mümkün değildir. Dünyayı çevreleyen gezegensel düşünce atmosferi kozmik düşünce okyanusunun çok cüzi bir parçacığını oluşturmaktadır. Kozmik düşünce okyanusuna erişen düşüncelerin, belirli gezegenlerin çekiş güçlerini aşacak derecede üstün nitelikli olmaları gerekir. Sadece en yüksek düşünce akımları, gezegensel güçlerin çekiminden kurtulup sonsuz kozmik düşünce okyanusu ile birleşebilme özelliğine sahiptir. Kozmik Düşünce Okyanusu Esennilere göre kozmik düşünce okyanusu, İlahi İrade Kanunlar’ının mükemmelliğini ve mutlak kudretini temsil eder. Kozmik düşünce okyanusu her zaman vardı ve her zaman da var olacaktır. Mükemmelliğin ve Mutlak Kudret’in temsilcisi olan kanunlar ise Güneş sisteminde bulunan herhangi bir gezegenden daha eskidir. Hatta Güneş sistemi, galaksi veya mega galaktik sistemlerden de eskidir. Kozmik düşünce okyanusu sonsuz kozmik yaşam denizi içerisinde kozmik ve geleneksel bütün tekamül evrelerini yönlendirir, bu yönlendiriş Yasa Koyucu’nun mutlak iradesiyle mümkündür. Bizim kendi aramızda meydana getirdiğimiz düşünce bağlantısı dünyanın düşünce alanını meydana getiriyor. O alan diğer varlık alanlarıyla birleşip bu gezegen için bir düşünce okyanusu yaratıyor. Ve bu, tekamül evrelerini yönlendiriyor. Yani bütün değişimler, başkalaşmalar, yeryüzünde dönüşüm adına ne varsa, bu kozmik düşünce okyanusunda, birikmiş enerjinin ilahi yönlendirilmesi vasıtasıyla olmakta yani gezegen olarak ne ekersek onu biçmek zorundalığımızı yaşama indirmekte... Hiç kimse İlahi İrade Kanunlar’ının dışına taşamayacağı için de kendi düşüncelerimizle ürettiğimiz pozitif veya negatif değerlerle sık sık karşılaşıyoruz ve buna da “İlahi Tecelli veya Kader” adını veriyoruz. Ama o tecellinin ilmekleri hepimiz tarafından tek tek örülüyor ve global anlamda gezegensel olarak pozitif veya negatif ihtiyaçlarımız çeşitli olaylar, buluşlar, yardımlar veya doğal afetler, istenmeyen olaylar dizisi şeklinde karşımıza çıkıyor. "Ne yaparsanız yapın dönüşünüz banadır." ifadesinde de bu olgu saklı olarak vardır. Bizler okyanusta bir damlayız, damla olarak aktık, bir yerlere indik-çıktık, ama sonunda o damla olarak okyanusa katılacağımızı hep bildik. Bu biliş ve katılışın fiziksel bir katılış olması şart değildir; katılışı bir düşünce, bir mantal halinde birleşme olarak kabul etmek mümkündür. Kuantum fiziğini ve atomaltı parçacıkların her an her yerde olabilme halini yeterince araştırdıktan sonra okyanusa karışma eylemini de, evrenle bütünleşen, ahenk içine girebilen ilkeli ve olumlu düşüncelerin kozmik düşünce okyanusuna katılımı olarak düşünmek mümkündür. Esseniler insanoğlunun sadece küçük bir azınlığının düşünce bedeninin muazzam kapasitesinden yararlandığını bilirdi. Günümüzde ise düşünce bedenler hala rasgele kullanılmaktadır. Zihinlerden, hiçbir şuurlu müdahale olmaksızın, neredeyse sonsuz ve kontrolsüz bir düşünce, fikir ve bağlantılar dizisi adeta otomatik bir şekilde akıp durmaktadır. Ancak bu yüzeysel düşünce unsurları bile, duygu ve faaliyet bedeninden geçen bütün atomlara ve hücrelere girip onları türlü titreşimlere sokan kuvvetli güçler yaratabilirler. Bu titreşimlerden de düşüncenin özelliğine göre ahenkli veya ahenksiz bir tür psişik radyasyonlar yani etkiler yayılmaktadır. İnsan kanunların şuurlu idrakine varamazsa farkında olmadan onlardan sapar çünkü etrafı sapmaya sevk eden ahenksiz güçler ile çevrilidir. Kuran’daki iğva kavramı da bunu ifade eder. Bu ahenksiz güçler yine insan düşüncelerinden meydana gelmiş birtakım alanlardır. Bir insan ne zaman düşük seviyede bir düşünce yaratsa ve kabul etse, dünyasına da düşük seviyeli bir gücü kabul etmektedir. Belaya, kötülüğe yönelik eğilimimizi işte böyle arttırıyoruz. Dolayısıyla kısıtlayıcı, negatif veya ahenksiz bir düşünceye sahip olan her birey bütün gezegene zincirleme yayılan tepkiyi yaratmakta ve daha da çok sapmaya, olumsuzluğa ve ahenksizliğe neden olmaktadır. Arınma programlarının önemi işte bu noktada büyük önem kazanıyor, kendimizi ve alanımızı korumak için bazı tedbirlerin alınmasına, ‘ruhsal detoks uygulama’ ya da ‘arınma programı ile kendini koruma’ adını da veriyoruz. … Büyük Esseni üstatları, inisiyelerine bu ahenksizlik dalgalarını kişi daha ilk ahenksiz düşünceyi yaratmaya başlamadan önce kökünden nasıl durduracağını öğretiyorlardı. Ayrıca insanın kanunlar ile çalışmada özgür olduğunu ve böylece iç dünyasında ve dış dünyada gittikçe artan ahenk ve mükemmelliğin yaratılabileceğini de biliyorlardı. Bugün bizlerde olumsuz düşünceleri kontrol etmek hatta daha başlarken yakalayıp, dikkati başka bir konuya çevirmek, nefes egzersizleri yapmak, kısa bir meditasyon, yürüyüş gibi sade ve doğal metodlarla kendi kendimize yardım etme gücüne sahip olduğumuz bir noktadayız. Eski inisiyelerin en saklı ve derin sırları dediğimiz konularına ait kitapları günümüzde, her kitapçıda bulup okumak ve uygulamak olasılıklarına sahip olduğumuzu bir kere daha hatırlamakta yarar var gibi gözüküyor. Çağımız şikayet etmekten vazgeçip eyleme yönelme çağı… Ancak eylemde bulunanlar çeşitli kapıları aralama imkanı bulabiliyorlar, her şey öyle hızlı ve akıcı ki! … ‘Bu uygulamaları Esseniler yaparmış bizim için çok zor‘ demek yerine basit bir iki metodla işe başlama cesareti gösterenler, bir zincir gibi diğer halkalarla da bağlantının mümkün olabildiğini deneyimleme imkanı bulabilirler… Geçmişin tüm inisiyatik sırlarının önümüzde apaçık bulunduğu bu dönemde bizlerde; eğer dilersek kendi bireysel gelişimimiz için önem atfettiğimiz ruhsal gelişim bilgilerini daha fazla araştırabilir, düşünebilir ve uygulama yaparak sonuçlarının ne olup olmadığını gözlemleyebiliriz. Dev bir laboratuar sayılan gezegenimiz, olumlu ya da olumsuz tüm düşüncelerimizi yaşama geçirmek için bir araştırma merkezine benzemektedir. Yapacağımız deneyimler birinci derecede bizi ve kendi yol haritamızı ilgilendireceği için özenli, dikkatli ve sevecen adımlar atmak önce bize sonra da bilgi alış-verişi yaptığımız her şey üzerinde de bir olumlu veya olumsuz bir etki yaratacaktır. Olumlu ve olumsuz her etki de sonuçta sahibine geri döneceğinden şanslı ve şanssız olmak, yaşamına iyi veya kötü şeyleri çağırmak konusunda sanırız bizlere de hayli iş düşmekte… Kaynak: Ergün ARIKDAL - Ruh ve Madde ciltleri Yayın Tarihi: 21.Ekim.2008 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.