boynuzsuzgeyikler Oluşturma zamanı: Temmuz 11, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Temmuz 11, 2008 (düzenlendi) Sözlükte “kuru ot” anlamına gelen haşiş kelimesi, sonraları müslümanlarca uyuşturucu özelliği bilinen Hint keneviri ve bundan elde edilen esrar için kullanılmıştır. Haşhaşiler, haşişi (esrar içen, esrarkeş) kelimesinden türetilmiş topluluk ismidir. Haşhaşi terimi ilk defa XI. yüzyılın ikinci yarısında kullanılmış olup daha sonra Nizari İsmaililerine ad olarak verilmiştir. Haşhaşi hareketinin kurucusu Hasan Sabbah’tır. Hasan Sabbah’ın Selçuklu veziri Nizamülmülk ile Ömer Hayyam’ın arkadaşı rivayet edilmiştir. Bu zayıf bir rivayet olsa da o yıllar için söylenmiş şu söz oldukça yerindedir: “Binli yılların başlarında çağı etkilemiş üç İran’lı vardır. Dünyayı gözlemlemiş olan Ömer Hayyam, dünyaya hükmetmiş olan Nizamülmülk ve dünyayı terörize etmiş olan Hasan Sabbah.” İsmaili harekete giren ve kısa sürede bu hareket içinde sivrilen Hasan Sabbah, Fatımilerin kontrolündeki Mısır’a gitti ve orada iki yıl eğitim aldı. Oradan bir anlaşmazlık sonucu ayrılmak zorunda kaldı. Daha sonra Alamut kalesini rivayete göre 3000 altına satın alan Hasan Sabbah, burada kendi yönetimini kurdu. Yaptırdığı yeni tahkimat ve yiyeceklerin uzun süre bozulmadan saklanabileceği depolarla kaleyi kuşatmalara dayanıklı ve ele geçirilemez hale getirdi. Alamut’tan sonra çevredeki bazı sarp kaleleri de ele geçirmeye başladı. Bundan sonra İsmaililer hızla dailer yoluyla halkı kendi taraflarına çekmeye ve kendilerine muhalif olan din ve devlet adamlarını büyük bir ustalıkla öldürmeye başladılar. Şeyhül Cebel (Dağ Şeyhi) lakablı Hasan Sabah, bu cinayetler için haşhaşla kandırılmış genç fedailerini kullanıyordu. Zeki bir insan olan Hasan Sabbah, Büyük Selçuklu İmparatorluğu ordusunun karşısında tutunamayacağını bildiği için böyle bir yol seçmişti. Devlet içinde terör estiriyor, düşmanlarını profesyonelce işlenmiş cinayetlerle yıpratmaya çalışıyordu. Marco Polo’nun seyahatnamesinde anlattığına göre; Hasan Sabbah Alamut kalesinde gizli bahçeler inşa ettirmişti. Bu bahçeler cennet bahçeleri gibi olup içinde bal, şarap çeşmeleri, envai çeşit meyveler, sebzeler ve de iyi danseden güzel genç kızlar vardı. Haşhaş verilen kendinden geçmiş fedai adayları bu bahçelere götürülür ve her istekleri yerine getirildi. Daha sonra bahçeden çıkarılan delikanlılara girdikleri yerin cennet olduğu ve sonsuza dek orada kalmak istiyorlarsa bunun ancak bir sünninin öldürülmesiyle gerçekleşebileceğini telkin ediyorlardı. Selçuklular, İsmaili tehdidine karşı tedbir almaya ilk kez 1092’de başladılar. Selçuklu Sultanı Melikşah, Emir Arslantaş komutasındaki bir orduyu Alamut’a gönderdi. Bu sırada vezir Nizamülmülk ve kısa bir süre sonra Sultan Melikşah’ın ölüm haberinin de gelmesiyle sefer başarısızlıkla sonuçlandı. Fakat terör devam etti. Bir Arap vakanüvisinin anlattığına göre; “Hiçbir kumandan veya subay evinden korumasız olarak ayrılmaya cesaret edemiyordu. Hepsi elbiselerin altında birer zırh taşıyordu.” Bu yüzden Haşhaşilerden bir tanesinin bile öldürülmesi yetmiş imansız Rum’un öldürülmesinden daha hayırlı görülüyordu. Melikşah’ın ölümünden sonra Selçuklu Devletinin içine düştüğü karışıklıklar Haşhaşilerle ciddi bir mücadeleye girişilmesini önlemiştir. Hatta Sultan Sencer onlarla uzlaşma yoluna gitmeyi tercih etmiştir. Nihayet 1124 Mayıs ayında Hasan Sabbah hastalanarak öldü. Fakat onun ölmesiyle hareket sona ermedi. Ondan sonra gelen Alamut hakimleri İslam’dan tamamen koptular. 2. Hasan İslam şeriatını tamamen ortadan kaldırdığını ilan etti. 1256 yılına gelindiğinde ise doğudan gelen Hülagu önderliğindeki Moğollar önlerine çıkan her şeyi silip süpürdükleri gibi Alamut kalesini de zapt ederek Haşhaşiler’e son verdiler. Haşhaşiler iki yüzyıl boyunca İslam dünyasında terör havası estirmişlerdir. Selçuklu Devleti bir yandan Haçlılarla uğraşırken bir yandan da onlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Ülkenin değerli insanları öldürülmüş, bu da İslam dünyasındaki gelişmeyi frenlemiştir. Ayrıca İslam dünyasındaki mezhep ayrılıkları had safhaya ulaşmış, Şii-Sünni ayrımı kuvvetlenmiş ve Sünni akide büyük bir tehlike altına girmiştir. Batınilik propagandasına karşı koymak, Sünni akideyi korumak üzere Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından Bağdad’da ortaçağın en iyi eğitim kurumları olan Nizamiye Medreseleri kurulmuştur. Haşhaşi kelimesi, haçlılar vasıtasıyla Avrupa’ya Assassin şeklinde taşınmış ve Haçlı literatürü ile Yunan-Yahudi metinlerine bu şekilde girmiştir. Bu kelime suikastçı, katil anlamını da taşımaktadır. Alıntıdır. Şubat 5, 2011 boynuzsuzgeyikler tarafından düzenlendi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
aladar Yanıtlama zamanı: Ağustos 17, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 17, 2008 birinci haçlı seferinin son evresi kudüsün kanlı bir şekil de ele geçiril mesiyle sonbulmuştu.kendini çepe çevre düşmanla bulan kudüs dükalığı kendini savunmak için çeşitli örgütlen meleri desteklemişti.bunlardan birtanesi de 9 şövalyeyle kurulan TAPINAK ŞÖVALYELERİYDİ..KENDİLERİNE ZEYTİN DAĞININ çevresi kararkah olarak verilmişti.orda yaptıkları çeştli kazılar sonucu tamamen gizli sapkınlığa giren bu yoksul tapınakçılar alamutla gizli bir ittifak kurmuşlar dı.bahomet ortak tanrılarıy dı. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Vitriol Yanıtlama zamanı: Ağustos 17, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 17, 2008 Şiî-Sünnî ayrımının temelleri o zamanlara dayanıyor demek ki,yeni bir hadise değil. Ayrıca bu konuyla ilgili Amin Maalouf-Semerkant ve Alamut Kalesi kitaplarında bilgiler bulabilirsiniz.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boynuzsuzgeyikler Yanıtlama zamanı: Aralık 26, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 26, 2008 tapınak şovalyelerinin sapkınlığı tamamen kilisenin iftirasıdır çünkü papa tarikata söz geçiremiyordu ve bir şekilde bertaraf edilmeliydi tarikat ve belgeler yazıldı uydurma kanıtlar oluşturuldu tabi kilisenin bu kanıtlarına inanıp inanmamak size kalmış bir şey Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
gri_gandalf Yanıtlama zamanı: Aralık 26, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 26, 2008 Assasin creed diye bir oyun var. orda Haasan sabah ın adamı oluyoruz... oyun sseverler mutlaka oynamalıdır tarihr gore ayarlanmış bir oyun.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
west Yanıtlama zamanı: Temmuz 25, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 25, 2009 Sahte cennet yaratarak,gençleri uyuşturarak ve verilen emirleri uygulayıp ölünce cennete gidiceksiniz vaadiyle adam akıllı kız bile görmemiş gençleri bakirelerle kandırarak ölüme götüren bir örgüt.Ve bu gençler Kudüs'ün kralı Conrad von (soyadını hatırlayamadım) isimli şahsiyeti öldürmüşlerdir.Sonrada kaçmayıp ölümü beklemişlerdir.Daha doğrusu cenneti.Bu geçler Conrad'ın adamları tarafından derisi yüzülerek ve ateşte yavaş yavaş yanarak öldürülmüşlerdir.Öldürülürken bile yüzlerinde gülümseme vardır.Çünkü cennete gidiceklerine inanıyorlardı. İçler acısı fakat hala bu aşamalı yollar ve öğretiler devam ediyor. İranda ve Iraktaki tetöristler,cennete gitmek amacıyla canlı bomba olup insanları öldürüyorlar. Ve bugün Haşhaşilerin izinden gidip onların takipçiliğini sürdüren örgüt ise El Kaide.El Kaide,cennet vaadiyle 11 Eylül saldırısını planlamış ve başarılı olmuştur.Bu insanlar nasıl böyle şeylere inanır aklım almıyor. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
mollacan Yanıtlama zamanı: Temmuz 25, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 25, 2009 Yüzyıllardır iftira atılan bir tayfa. Haklarında söylenen herşey yalan.Bu iftiraları atan marco polo dur.Ki kendisi Alamut kalesinin yıkıntılarını gördü sadece.Kaleye ismaili olmayan giremezdi bu durumda o zamanda kalenin içini bilen yok.Sonuç söylentiler asılsızdır. Bugün hala yaşıyorlar.Hindistanda İmamları Muhammed Ali agahandır.Yaklaşık 30 milyon dünyada nizari ismaililer.Çok azınlıkta mustaliler vardır. Bilgi edinmek istiyorsanız onların kendi kitaplarını okuyun derim.Özellikle ingilizcesi olanlar kendi sitelerine girsinler.İmamlarının resimlerini bile görebilirsiniz. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
toxty Yanıtlama zamanı: Aralık 20, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 20, 2009 güzel bir paylaşım olmuş.. teşekkürler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
ihaveadream Yanıtlama zamanı: Aralık 20, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 20, 2009 Assasin Creed'de canlandırılan Altair karakteri de bir Haşhaşi(asasin)dir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Hevvez Yanıtlama zamanı: Aralık 20, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 20, 2009 Burası vikipedi sayfası: http://en.wikipedia.org/wiki/Aga_Khan Burası resmi sitelerinden: http://www.theismaili.org/ Buradada konuşması var: http://www.npr.org/templates/player/mediaPlayer.html?action=1&t=1&islist=false&id=6137720&m=6137721 İsmailililer Alevilere benziyen bir mezhep bildiğim kadarıyla. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boynuzsuzgeyikler Yanıtlama zamanı: Aralık 20, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 20, 2009 Hiçimse kendini ve atalarını kötülemez......... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boynuzsuzgeyikler Yanıtlama zamanı: Aralık 26, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 26, 2009 (düzenlendi) Ama Hasan Sabbah ın da yaptıkları nasıl inkar edilir onu da anlıyamıyorum. Aralık 14, 2010 boynuzsuzgeyikler tarafından düzenlendi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
GothicheartS Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2010 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2010 Hasan Sabbah Büyük Selçuklu Devleti zamanında yaşamış olan, tarihin eski ezoterik ve Batıni örgütü fedaayiin (Karşı düşüncedekilere göre de Haşhaşileri) kuran ve ölene kadar liderliğini yapan İranlıdır. İran'da Kum kentinde dünyaya gelmiştir. Zamanın önde gelen okullarında okuma şansı bulmuştur. Ailesiyle birlikte Rey şehrine gittiğinde burada Şii inancının önderleriyle temas etmiş ve Şiiliği benimsemiştir. Dini çalışmalarını geliştirmek için Fatimiler'in hakim olduğu Kahire'ye gitmiştir. İran'a döndüğünde Selçuklu sarayında yüksek bir memuriyetle işe başlayacaktır.Bazı iddialara göre onun aklında daima padişahlık vardır. O padişahlık uğuruna doğup büyüdüğü toprakların bağlı bulunduğu Büyük Selçuklu Devleti'ni yıkıp sultan olmak istemiştir.Bu dönemde ünlü yönetici Nizamülmülk'ün emrinde çalışmaya başlamıştır. Bazı iddialara göre Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah birlikte aynı dönemlerde öğrencidirler ve kim hayatta en çabuk yükselirse diğerlerine yardım edecektir.Ama Nizamülmülk sözünü tutmayınca onuda öldürmüştür. Bu efsanenin doğruluğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır.Çünkü Nizamülmülk ile Hasan Sabbah arasında yaklaşık 40 yıllık yaş farkı vardır. Bundan sonra kesin olarak bilenen ise Hasan Sabbah'ın yoğun dini çalışmalarından sonra örgütlenmeye başladığı ve Alamut kalesini ele geçirip burada üslenmesidir. Sabbah'ın Alamut'u ele geçirişinden de Semerkant (roman)'da bahsedilir.Romanda bunun İsmaililerin kaynaklarında yazdığı belirtilir.Sabbah önce Alamut'ta İsmailiyeliği yayar.Sonra da kaleye gelir ve komutana kaleyi teslim etmesini,kaledeki askerlerin kendi safına geçtiğini söyler.Komutan kalenin kendisine sultan adına verildiğini ve bunun karşılığında üç bin altın dinar ödediğini söyler.Hasan Sabbah bir kağıda bir şeyler yazar ve söylediği şehre gitmesini söyler.Komutan söylenilen şehre gider ve üçbin altın dinarı noksansız alır. İslamiyetin tarihinde yaşamış olduğu farklı mezheplerden biri olan Şiilik mezhebi İran'da yaygındır. Bu mezhepin üyelerinin Selçuklu hakimiyetindeki bölgelerde Sünni yöneticiler tarafından baskıya maruz kaldıklarından dolayı Şiilik gizli olarak kendisini varetmiştir. Hasan Sabbah'ın da mensup olduğu İsmailiyye tarikatının inancına göre 12 imamdan yedincisi olan Cafer öldükten sonra oğlu İsmail'i imam tayin etmiştir. Ancak İsmail babasından önce ölmüştür. İsmailiye tarikatı ise İsmail'in ölmediğini ve gizlenmek için ortadan kaybolduğunu, zamanı gelince geri döneceğini savunur. Bunun haricinde Hasan Sabbah'ın bağlı bulunduğu Nizari kolu ise 18. imam Mustansır'dan sonra ise Musta'li değil Nizari'nin gelmesi gerektiğini savunur.. 1124 yılında ölen Hasan Sabbah öldüğünde arkasında güçlü bir silahlı örgüt ve sadece İran'da değil tüm Mezopotamya'da korkulur bir askeri ve siyasal güç bırakmıştır. Tarikat Moğol istilası yıllarına kadar ayakta kalmıştır. Alamut kalesi ise 1256 yılında civarına gelen Moğol komutanı Hülagû Han tarafından normal yollardan ele geçirilemeyince; o yıllarda yeni keşfedilen petrol; kalenin bulunduğu tepenin altına tüneller kazılarak ve bu tünellerin de içlerinde petrol havuzları oluşturularak ateşe verilerek patlatılmış dolayısıylada imha edilerek ele geçirilmiştir. Pratikte ele geçmesi imkânsız olan oldukça dik, sarp kayalıklar üzerinde kurulmuş olan bu kale; tarihte de pek çok güçlü orduya meydan okumuş konumu ve sert savunması nedeniyle asla ele geçirilememiştir. Semerkant (roman)'da kurgulandığına göre ise kale kendiliğinden teslim olmuştur.Zaten Hasan Sabbah'ın verdiği ruh zayıflamaktadır.Teslim olunduktan sonra kale yakılacaktır.Moğolların hikâyesindeki bir bilgin Alamut kütüphanesindeki kitapları kurtarmak ister.Bir el arabası verilir ve alabileceği kadar alması söylenir.Adam önce Sünni olduğu için Kur'an'ları kurtarır.Sonra da uzun uzun kitaplara dalar.Vaktin geç olduğu konusunda uyarı gelince önündeki kitapları kaparak çıkar.Ve orada dünyadaki bir sürü şey hakkında bilgi içeren ve nüshası bulunmayan bir sürü kitap yanar. Hasan Sabbah ve yandaşlarının da bağlı oldukları Nizari İsmailiyesi’nin günümüzde temsilciliğini Hindistanda yaşayan ünlü Ağa Han ailesi yapmaktadır.Bu da bu düşüncenin Hindistana kadar yayıldığı anlamına gelmektedir. Haşhaşiler 8. yüzyılda İsmaililiğin Nizarî kolundan çıkan bu topluluğun 15. yüzyıla dek faaliyetlerini sürdürdükleri sanılmaktadır. Kapalı bir topluluk olan haşhaşiler radikal bir din akımının takipçileri olarak ortaya çıktılar. Suikasti, Eyyubilere, Selçuklulara ve Abbasilere Tapınak Şövalyelerine Haçlılara karşı siyasi yaptırım aracı olarak kullandılar ayrıca üçüncü haçlı seferi sırasında haçlılara ve tapınak şövalyelerinede suikast yapmışlardır. Avrupa dillerine Haçlı Frankları tarafından taşınan assassin sözcüğünün kökeni haşhaşindir. Kendilerine ed-da’va-t-ul-cedide (yeni dava, yeni öğreti) ya da fedaayiin (Arapça fedailer –bir amaç uğruna kendini feda etmeye hazır olan) derlerdi. Haşhaşiler, Hasan Sabbah'ın 1090 yılında Alamut Kalesi'ni almasıyla kurulmuştur. Hasan Sabbah'ın amacı Selçuklu Devleti'nden intikam almaktı. Bunun için Nizamülmülk ve Sultan Melikşah'ı öldürmek istiyordu(Devlet sarayında kovulma mevzusundan dolayı). Hasan Sabbah, Alamut kalesini aldıktan sonra kalede bazı düzenlemeler yaptı; kalenin asma bahçelerini yeniledi, surlarını güçlendirdi. Hasan’ın gençlik yıllarında bir şeyhin ona haşhaş içirmesiyle haşhaşın büyük etkisinde kalmıştı. Haşhaşla birçok kişiyi kandırabileceğini o zaman anlamıştı. Alamut Kalesi’ni aldıktan sonra Hindistan'dan haşhaş meyvesini getirdi. Dünyanın dört bir yanından köle pazarlarında satılan güzel kadınları aldı. Başlarına bir hanım ağası koyarak onların yetişmesini sağladı. Hasan Sabbah çok geçmeden Alamut'a yakın küçük kaleleri de ele geçirdi. Hazar Denizi’ne yakın büyük bir kale almıştır. Hasan Sabbah’ın bu başarılarına duyan diğer İsmaili tarikatına mensup erkekler, Alamut kalesine akın etmeye başladı. Haşhaşiler kısa sürede güçlenirken Melikşah Nizamülmülk’ü büyük vezirlikten almış, sıradan bir vezir yapmıştır. Melikşah varis kim olacağına karar verirken, tarih 1092 yılına gelmiştir. O zamana kadar eğitilen fedailerden birisi olan İbn-i(Ebu) Tahir, Nizamülmülk savaş hazırlığı yaparken çadırına öğrenci kılığında girip onu öldürmüştür. Haşhaşiler’e yapılacak büyük sefer böylece başlamadan bitmiş olacaktır. Çok geçmeden yine Haşhaşiler tarafından Melikşah da öldürülmüş,Selçuklular’ın çöküşü hızlanmıştır. Daha sonra Sultan Sencer, Haşhaşiler’e bir saldırı yapmayı planladıysa da uyandığında yastığına saplanmış hançeri ve mektubu görünce vazgeçmiştir. Mektupta "İster bizimle ilgili planlarını gerçekleştir, ister bizi rahat bırak, yatak odana kendi evimmiş gibi girebiliyorsam arkanı sağlam tut. İbn-i(Ebu) Tahir". Selçuklular çöküşe geçtikten sonra Haşhaşiler İran’ın kuzeyi, Güney Asya, Orta Asya, Doğu Anadolu, Güney Anadolu ve Irak’ın kuzey bölgelerinde hakimiyet kurmuştur. İran kökenli bu örgüt, bölgeyi hakimiyetlerinde bulunduran ve İsmailileri baskı altına almaya çalışan Selçuklular’a karşı mücadele etmek amacıyla cinayeti sistemli bir saldırı aracı olarak kullanılmaya başladılar. Hedef aldıkları kişiyi öldürme konusunda çok titiz ve başarılıydılar. Eylemlerinin başka kayıplara yol açmama, masum olarak gördükleri diğer bireylere zarar vermemesi konusunda çok dikkatli davranırken, etrafa saldıkları korkuyla elde ettikleri etkin nüfuzu koruyabilmek için cinayetleri genelde halka açık mekanlarda, bilhassa camilerde işlemeyi tercih ediyorlardı. Hedeflerine kılık değiştirerek yaklaşan Haşhaşiler, kurbanlarına kurtulma olasılığı tanımamak için zehir, ok ve yay gibi araçlardan kaçınıp, hançer kullanmayı tercih ediyorlardı. Hiçbir koşul altında intihara girişmeyip hep yakalandıkları kişiler tarafından öldürülmeyi yeğlediler. Hasan Sabbah müritlerine “Biz sadece bir kişiyi öldürmekle kalmayıp, bin kişinin kalbine de korku tohumları ekeceğiz” demiş ve Haşhaşiler’e kurbanı öldürdükten sonra kaçmamalarını, durup beklemelerini tembihlemiştir. Cinayeti de hemen işlememelerini söyleyip kurbanı en iyi biçimde tanıyıp alışkanlıklarını en ince şekilde öğreninceye kadar beklemelerini de söylemiştir. Bir rivayete göre bir Haşhaşin kurbanını öldürmek için birkaç sene kilisenin birinde keşişlik yapmıştır. [[selçuklular, Haşhaşiler’in Alamut Dağı’ndaki kalesini defalarca kuşatmış fakat alamamışlardır. Haşhaşiler; Moğol istilasından nasiplerini almış, 1256 yılında Alamut Kalesi’ni, 1260 yılında Masyaf Kalesi’ni kaybetmiştir ama Haşhaşiler yine de durdurulamamıştır. 1277 yılında bir çok komutana suikast yapmışlar, yine aynı yıl Alamut Kalesi’ni kuşatmışlar fakat alamamışlardır. Ardından 1281, 1292 ve en son 1389 yıllarında Alamut tekrar kuşatılmış ama alınamamıştır. Haşhaşiler’in en son görüldüğü yer, 1402 bir fedainin bir bilim adamını maltaya öldürdükten sonra haşhaşiler ve İsmaililer adına nutuk atmıştır bugün hala İsmaili hocalar gençleri bu öğretilerle yetiştiriyorlar... İngilizcedeki "assassin" sözcüğünün Arapça haşhaşin (afyonkeş) sözcüğünden türediği varsayılır. Hasan Sabbah'ın müritleri, kendilerini "esaslarına bağlı olan" anlamındaki 'Esasiyun' şeklinde adlandırıyorlardı. Bununla birlikte bazılarına göre sözcüğün kökeni Marko Polo'nun 1273'teki Alamut ziyaretini anlattığı anılarında bahsettiği, haşhaştan çok alkollü içecekleri andıran bir uyuşturucudur. Bazı yazarlara göre de sözcük "Hasan'ın takipçileri" cümlesinden geliyordu. Bazıları ise, o çağlarda uyuşturucu kullanımı toplumda kabul görmeyen bir alışkanlık olduğundan "haşhaşin"i, yani toplum dışı ve serseri sözcükleriyle bağdaştırdı. Bir başka deyişle, Hasan Sabbah'ın İsmaili örgütünün bu sözcükle anılması uyuşturucu kullandıklarının ispatı olmayabilir. Bir başka rivayete göre, göreve çıkmadan önce sakinleşmek için haşhaş kullandıklarıydı. Bazıları kullandıkları maddenin bir uyarıcı olduğunu ve savaşta onları çılgına çevirdiğini iddia ederler. Bu maddenin erginleme törenlerinde yeni üyeye ölümden sonra kendisini bekleyen ödülleri göstermek için kullanıldığı da söylenir. Fedaayiinlerin yetiştirilişi "Dokuz Derece" Adaylar, yaşam boyu kendilerini de öğretmenleri kadar önemli kılacak olan, ebedi bilgelik ve gizli güç sahibi olacaklarına inanarak örgüte katılırlar ve dokuz dereceden oluşan bir aydınlanma sürecinden geçirilirler. İlk Derece İlk derecede, öğretmenler adayları, tüm önceden öğrenip kabul ettikleri dinsel ve siyasal düşünce ve yargılardan kuşku duyma durumuna düşürürler. Daha önce kendilerine öğretilen her türlü bilginin önyargılı ve sarsılabilir olduğuna, olası her çeşit tartışma tekniği kullanılarak, inandırılırlar. Arap tarihçi Makrızi'nin aktardığına göre; bunun sonucu, öğrencilerin her sorunun en doğru yorumunu yapabilen tek gerçek bilgi kaynağının öğretmenleri olduğuna inanmaları ve öğretmenlerinin kişiliklerine bağımlı duruma gelmeleridir. Öğretmenler, aynı zamanda, formel bilginin aslında, hazır duruma geldiklerinde öğrenecekleri, gerçek, gizli ve güçlü sırrın sadece bir örtüsü olduğu hakkında sürekli ipuçları verirler. Bu akıl bulandırma tekniği, öğrencinin bir öğretmene körü körüne bağlılık andı içecek hale gelmesine kadar sürdürülür. İkinci Derece Öğrencilere bu derecede, korunması İmama teslim edilmiş olan içrek bilgiler olmadıkça, bu içrek öğretinin basit birer simgesi durumunda olan dinsel kurallar izlenerek Allah'ın rızasına ulaşmanın imkânsız olduğu öğretilir. Üçüncü Derece Bu derecede, gelmiş geçmiş imamların sayısı ve kişilikleri, yedi sayısının maddi ve manevi dünyadaki anlamı aktarılır. Artık, kesinlikle "Onikiimamcı" inanç ve görüşlerden uzaklaşılarak, son altı imamın saygı duyulmaya gerek olmayan, manevi bilgilerden yoksun, sıradan insanlar oldukları öğretilir. Dördüncü Derece Öğrenciye, yedi "Natık" (bildiren-peygamber) dönemleri, onları izleyen altı "Samit" (suskun imamlar) ve her yeni natığın kendinden önce gelenlerin dinsel öğretisini nasıl değiştirdiği öğretilir. Bu eğitim, Muhammed'in son peygamber ve Kur'an'ın da Allah'ın son vahyi olamadığının kabul ettirilmesini içerir ki, tüm bunlar öğrenciyi İslam dininden çıkarır. Bu derecede ayrıca, yedinci ve son natık, "Sahib-ul-Amr" (varlıkların sahibi) İsmail'in oğlu Muhammed'in "Eskilerin Bilimi"ni (Ulum-ul Evvelin) tamamlayıp, içrek öğretinin bilimi olan "Tevil" bilimini (Allegorik yorum) kurduğu aktarılır. Beşinci Derece Bu derecede, geleneklerin tümü terkedilerek, "Sayılar Bilimi" ve "Tevil" uygulamalarının öğretimine başlanır. Sürekli konuşulan konu dindir. Kur'an'ın sözcük anlamına giderek daha az önem verilirken, İslam dininin tüm kural ve koşulları ortadan kaldırılmak istenir. On iki sayısının anlamı ve on iki "hucca" (kanıt) öğretilir. Bu "hucca"lar, imamların propagandasına temel oluşturan ve onların kişisel öğretilerini yönlendiren kanıtlardır. Aynı zamanda, "hucca" sözcüğü, her imam tarafından, baş dai olarak atanan kişilere de ad olarak verilmiştir. Sonradan, oniki "hücce" insan omurgasındaki oniki sırt omuru ile bağdaştırılır; yedi kafa omuru (cervical) ise yedi peygamberi ya da yedi imamı simgeler. Altıncı derece İslam dininin koşulları (namaz, oruç, hac, zekat, kelime-i şehadet) ve tüm diğer ritlerinin allegorik anlamları bu derecede öğrenciye aktarılır. Görünümde uygulanan bu koşul ve ritlerin temelde önemsiz olduğu ve bilgiye ulaşmış kişilerin bunlardan vazgeçebileceği öğretilir. Çünkü bu uygulamalar, kurnaz yasa koyucular tarafından, cahil ve kaba halkı yönetmek için konulmuştur. Yedinci Derece Bu ve bundan sonraki derecelere, öğretinin gerçek yapısı ve amaçlarını kavrayabilen önde gelen kişiler kabul edilir. "Önceden varolan" (Pre-existent) ve "Sonradan ortaya çıkan" (Subsequent) kavramları ve bunların dualist yapısı bu derecede öğretilir ve böylece, kişinin Tek Tanrı öğretisine olan inancının yıkılması amaçlanır. Sekizinci Derece "Önceden var olan"-"Sonradan ortaya çıkan" ikili öğretisi geliştirilir, öğrenci tarafından derinlemesine kavranmasına çalışılır. Ayrıca, en önemlisi, bu iki kavramın da üzerinde, ne adı, ne nitelikleri bilinebilen, hakkında hiç bir bilgi bulunmayan, tapınmak bile mümkün olmayan bir yüce Varlık olduğu hakkında ilk bilgiler verilmeye başlanır. Bu isimsiz Varlık, Zerdüşt inancındaki, "Zervan Akanana"yı (Sonsuz Zaman) andırmaktadır. Ancak, öğretinin bu noktasında, İsmaili'ler arasında farklı anlayışlar, çatışma ve karışıklıklar ortaya çıkmıştır. Yine de, Nuveyri "bu fikirleri kabul edenlerin yeri, dualistlerin ya da maddecilerin yanından başka bir yer olamaz" diyerek tümünü aynı sepete yerleştirmiştir. Bu derecede, öğrenciye peygamber olmak için, mucizeler yaratmaktansa politik, sosyal, dini ve felsefi bir sistem yaratıp uygulamak kabiliyetini göstermek gerektiği öğretilir. Ayrıca, dünyanın sonu, yeniden doğuş, cennet-cehennem gibi allegorik kavramların yanısıra çeşitli "kıyamet" doktrinleri de aktarılır. Dokuzuncu Derece Aydınlanma'nın bu en son derecesinde, tüm dogmatik din kurumlarından sıyrılan kişi artık, en saf ve basit anlamıyla, bir filozof olmuştur. Kendi arzusuna ve keyfine uygun düşen, düşünce sistem veya karışımını istediği gibi kabul etme özgürlüğüne kavuşmuştur. Ayrıntılar Yedinci derece Büyük Giz'in açıklamasını getirir; tüm insanlar ve evrendeki tüm varlıklar aslında bir bütündür, en basit şey bile bu bütünün bir parçasıdır ve bu bütünün yaratma/yoketme gücü vardır. Bir İsmaili olarak birey, kendinde uyanmaya hazır olan bu gücü kullanma şansına sahiptir. Bu nedenle, gücün bir parçası olduğunu kavrayan kişi, insanlığın bu muazzam potansiyelinden habersiz olan diğer bilgisizleri yönetebilir. Bu güç, "Zamanın Tanrısı" (Lord of Time) adı verilen esrarlı varlık sayesinde edinilmiştir. Sekizinci dereceye hak kazanabilmek için, kişi tüm dinlerin bir sahtekarlık olduğuna inanmalıdır. Önemli olan yalnızca birey ve bireysel akıldır; o da ancak, en büyük güç olan imama hizmet ederek mükemmelliğe erişebilir. Dokuzuncu derece, inanç diye bir kavramın mevcut olmadığı, aslında herşeyin "eylem"den ibaret olduğu sırrının açıklandığı son derecedir. Her hangi bir eylemi düşünüp uygulamak da, tüm akıl ve mantığın yegane sahibi olan imamın elindedir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
ReaLPiLLS Yanıtlama zamanı: Aralık 26, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 26, 2012 Çok güzel bir yazıydı acaba alamut kalesi ziyaret edilebiliyor mudur ? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Thyke00 Yanıtlama zamanı: Aralık 26, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 26, 2012 Geçenlerde Dan Brown melekler ve şeytanları okumuştum üstüne bu yazı iyi geldi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
alisa perne Yanıtlama zamanı: Nisan 9, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 9, 2014 Ortadoğuda bu tarz oyunlarlar haşhaş ve benzeri maddelerle zihinleri bozmak, kontrol altına almak çok eski devirlerden beri uygulanır(babil,sümer rahipleri mesela).Hasan sabbahı bu denli korkunç yapan şey bunu programlı yapması.İftira diyen arkadaşlara gelince selçuklu devrinde o kadar mezhep varken(bazıları açıkça mısırdaki şii halifesine bağlı olduğunu belirtiyordu) niye sadece bu adamlara iftira atılsın.Hasan Sabbahın emriyle kendini surlardan aşağı atan ve kalbine hançer saplayan fedaileri bizzat sultanın elçileri görmüş ve Hasan Sabbah'ın sultana bunlardan emrimde 10.000 tane var dediğini nakletmişlerdir.Kaldı ki bu adamlar bizzat sultan ve vezir öldürmüş.Ortadoğu da kendilerine karşı olan bütün devlet adamlarının canına kastetmiş. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.