raskolnikov Oluşturma zamanı: Temmuz 12, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Temmuz 12, 2008 çağdaş Fransız yazınındaki en esrarengiz ve etkili kişilerden biridir. Çalışmaları; felsefi eleştiri (ya da tamamen anti-felsefi) makaleleri ve kitaplarının yanı sıra roman ve récit yazımını da kapsar. Üniversite ortamı dışında çalışan son yüzyılın önemli edebiyat kuramcılarından biridir. Blanchot, 22 Eylül 1907 tarihinde Fransa'da köylü bir katolik ailede doğdu. 1984 yılının Kasım ayında Le Nouvel Observateur'da yayınlanan kısa bir özgeçmiş metninde Blanchot, hayatının önemli anlarını arkadaşlarına rastladığı dönemlerle anlatır: emmanuel levinas, georges bataille, rene char ve Robert Antelme. Arkadaşlık Blanchot'un sürekli yinelenen bir konusudur. En uzun süren ve gelişen arkadaşlığı emmanuel levinas'la olanıdır. Emmanuel Levinas, 1925'te tanıştıkları Strasburg Üniversitesi'nde Blanchot'la birlikte doktora öğrencisiydi. Levinas Litvanyalı Yahudi bir filozoftu. Çalışması, varlığın ahlaksal boyutlarının baskısıyla ilgili bir Batı düşünüşü kritiği oluşturmaktı. Blanchot'un 1945 sonrası çalışması özellikle Levinas'ın Totality and Infinity kitabının 1961'de yayınlanmasından sonra Levinas'ınkiyle üstü kapalı bir diyalog oluşturmuştur. Aynı zamanda Nazi'nin Avrupa Yahudileri soykırımını Batının yapısını çok önemli, korkunç bir şekilde açığa vurma ve sonrasında gelen bütün düşünce ve yazında zorunlu söz etme konusu olduğu fikrini onunla paylaşıyordu. 1930'ların başında üniversiteden sonra, Blanchot Journal des Debats'ın yazı işleri kadrosunda dış politik ilişkilerde yazı işleri sorumluluğunu üstlenerek işe alındı. Fransa'nın gelecekteki çöküşünü tahmin ederek, bu sefer Fransız monarşisinin yenilenmesi hareketiyle ilgili doğruya uzak gazetelerdeki özellikle Combat'taki çeşitli yazılarla da meşgul olmuştur. Genç Blanchot, modern materyalist kültüre karşı Hitler'in Alman Devleti'nin büyüyen tehlikesinden Fransa'nın tek kurtuluş olanağı olarak kendini gören bir Fransız faşizmiyle birleşen koyu milliyetçi ve Katolik bir tutum aldı ve anti-komunist olmasının yanında anti-kapitalistti. Gazete, 1940'ta Fransa'nın düşüşüyle askeriyeyle işbirlikçi bir yayın organı haline gelince editörlükten çekilmesine rağmen, Blanchot 1944'te batana kadar Journal des Debat'te kaldı. Blanchot gazeteye sadece haftalık edebi köşe yazısı şeklinde katkıda bulunmaya devam etti. Savaş ve Fransa'nın işgali, genç, uç sağcı Blanchot'un çöküşünü güçlendirdi. 1945 sonrası ortaya çıkan bir ateist, hayattan çekilmiş ve harekete geçtiğinde sürekli uç sol siyasette yeralan kişidir. Savaş yılları Blanchot'un franz kafka'dan ve 1940'ın sonlarında arkadaş olduğu Georges Bataille'den etkilendiği ilk kitapları Thomas l'obscur (1941) ve Aminadab (1942) yayınlanmasına tanık oldu. 1958 yılında Blanchot Paris'e döndü. ''Bütün geçmişi redediyorum ve günümüzün hiçbir şeyini kabul etmiyorum'' cümlesi 1958 yılında Dionys Mascalo'ya yazdığı mektuptaki sözcüklerdir ki Blanchot'un 20 yıl boyunca sürecek politik suskunluğuna işaret etmiştir. Blanchot'un yalnızlığı ve yazma dışında topluma girmeyi reddi, ona özgü bir mistik ve ün etkisi yarattı. Gizli bir fotoğrafı bile (bir süpermarketin dışında arabanın yanında dikilen uzun bir figür) geniş çaplı ilgi ve söylentinin nedeni oldu. Bununla birlikte, Blanchot'un kendini soyutlaması halkla ilişkilerinde iş bağlantılarını önlemedi. 1990'larda, onun kendi 90'larında, Blanchot gay çiftlerin haklarını destekledi ve Fransız göç politikasına karşı çıktı. Maurice Blanchot, 20 Mart 2003'de öldü. kaynak:uludagsozluk ...................................... Bir Yazı Düşünürü İçin Potre Çalışması Maurice Blanchot, 2 Dünya Savaşı sonrası Avrupa edebiyatının özgün, gizemli, derin figürü. Romanları ve anlatılarıyla sınırlandırılıp bakıldıgında bile onu konumlamak kolay olmuyor: Beckett, Klossowski, Robbe-Grillet arasında kayan, bir tür ele geçirilemeyen bir nokta. Bu yönünü Türkiye’de yeni yeni keşfediyoruz: Dilimize kazandırılan “Karanlık Thomas” ile. Bizi burada ilgilendiren, daha çok öteki Blanchot: Önümüze örnegi pek bulunmayan bir yazın düşünürünü getiren denemeci, eleştirmen, okur. Önce, görünebildiği ölçüde, “kişi”ye bakmak gerekiyor belki de. Görünebildiği ölçüde derken, bir eğretilemenin peşine takılıyor değilim: Blanchot’nun (1907 dogumludur), bugüne dek yayınlanan tek fotografi, 1980’lerin ortasinda Le Nouvel Observateur muhabirinin teleobjektifle yakaladığı bir enstantanedir (sonradan Gergedan’da da yer aldı), ne ki o silüetin sahiden yazara ait olduğundan da emin değiliz. Salinger’ı da, Pynchon’u da önceleyen, belki Michaux’dan esinlenmiş bir tavır. şu farkla: Blanchot yalnızca medyadan hep uzak durmakla yetinmemiş, hiçbir toplumsal etkinliğe katılmayarak bir yazı ermişi olarak hayatını sürdürmüştür. Bu açıdan bakıldığında, atipik bir münzevi ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz Dergilerde düzenli olarak görünmüş, kitaplarını peşpeşe yayımlamaktan geri durmamış, kısacası gündemden uzak durmamıştır. Okur Blanchot, alışverişini geçmişle sınırlı bir alana kaydırıp Montaigne gibi mesafeli durmayı seçmemiştir. Gününün yazarlarını, kitaplarını en son döneme kadar yakın takipte tuttuğu göze çarpar. İnsan da büsbütün çekilmiş değildir aslında: Yılların içinden Bataille, Klossowski, Lévinas, Jabès, Derrida, Jean-Luc Nancy gibi farklı kuşaklardan şair, yazar ve düşünür1er ile kurduğu koyu dostluk ilişkilerini koruyup ge1iştirerek geçmiştir. Bataille’in ölümünün ardından yazdığı olağanüstü bir denemede, “Dostluk’ta, sıkı diyaloğun kurallarını, ilineklerini kurcalar. Blanchot, şair kutbu Char’ın duruşunu benimseyerek, metropol odaklı bir dünyaya taşra uzaklığından bakar. Geri duruşunda, bu nedenle, bir kopuş isteğinden çok bir ayar optiği aranması doğru olur. Yazın düşünürü olarak Blanchot’nun ayrıcalıklı önemi de temelde bu ayar optiğine bağlıdır. Bir hısımlık zinciri kurmaya yönelmek gerekirse, onun perspektifini öncüllerinden Valery ye Heidegger’inkine, ardıllarından Derrida’ya yakın görmek eldedir. Hiç kimseye benzemediği söylenemez Blanchot’nun, gene de en fazla kendisine benzediğini unutmamak akıllıca bir değerlendirme olur. Blanchot’yu neredeyse özel bir duruma getiren faktörlerin başında, olgun döneminde verdiği ürünlerin koşutunda deneme/eleştiri bağlamında yaşanan ge1işme1er ve onun bu konudaki tavrı gelir. 1960lardan başlayarak, başdöndürücü bir hızla geIişen ‘metin bilimi”, bilindigi gibi Barthes’dan Eco’ya, Greimas’tan ‘l’odorov’a, analitik yak1aşımın egemen olmasına yol açmıştı. Yapısalcılık, yapıçözümcülük, Frankfurt Okulu’nun ça1ışmaIarının ışığında Marxçı Estetik, Lacancı Ruhçözümleme okulu dilsel aygıt’ın sökülüşünü birincil düzlemde ele almışIardı. Blanchot, buna karşıIık, bir bakıma yorumsamacıların, yorum bilgisi dolayinda konumlanmayı seçenlerin yakınında seyrettiği söylenebilecek bir çizgide yol almayı, yazına ve sanata, o kişisel güzergahından bakmayı bekinerek sürdürdü. İşin tuhafı, analitik bakışa karşı olmamanın ötesinde uzak da durmamasıydı: Tam tersine, o kanattan besleneceği ölçüde beslendi, hiçbir sonuca, yol yordama, arayışa kapamadı penceresini. Bütün bu özellikleri, Blanchot’nun özgünlüğünü belirleyen mayaya yeterince ışık tutmuyor elbette. Buraya kadar, Blanchot’nun içinde yaşadığı dünyayla, kültür ortamıyla ilişkisini kaba çizgilerinde vermeye, onun yapıtını nasıl bir çerçevenin icinde gerçekleştirdiğine, peteğine nereden nektar topladığına dikkat çekmeye çalıştım. Yazı gerçekliğine, ayraca alınmış bir etkinlik olarak yazına (zaman zaman, sınırları genişleterek ‘ars’a, sanatsal uzama) yönelik bakışıyla, Blanchot’yu post-metafizik bir yazı düşünürü saymak abartılı bir yorum olmaz, sanıyorum. Metafizik geleneği Nietzsche’nin içinden aşma çabasındaki Heidegger’le komşuluğunun belirgin kanıtlarından biridir bu. (Önce Heidegger’in, ardından da Paul de Man’ın etrafında açılan mahkemesiz ‘dava’lardan biri, kimi gençlik yazıları nedeniyle Blanchot’ya da yöneltilmiştir). Yazının ve yazarın varlıksal koşulu, Söz’ün Yazı’ya uzanan Yol’u Blanchot’nun yapıtında sık sık vazgeçilmez duraklar halinde işin içine girerler. Kimdir yazar? Sessizlik’ten Sözü nasıl çekip çıkartır? Kişi-dışı bir söze, kendisinden taşan, kopup giden kişi ötesi bir yazıya nasıl davranır? Denilebilir ki, Blanchot, yorulmak nedir bilmez biçimde, bir metinden ötekine, bir kitaptan bir başka kitaba aynı soruların pençesinde kalmış, kalmak istemiştir. Yazar’ın boşluktan, sessizlikten Anlam’ı çekip çıkarma deneyimi: Rilke’de, Kafka’da, Beckett’te, Durasta, en çok da Mallarmé’de biçimlenen bir arı yalnızIık’tır deşifre etme çabasına girdiği. Enis Batur, 1993. Maurice Blanchot / Yazınsal Uzam. YKY, 1993 ........................... "gerçek korkutmuyor beni. sırrımı ele vermek gibi bir endişem yok. ama sözcükler bugüne dek hiç istemediğim kadar güçsüz ve kurnazdılar. bu aldatıcılık bir uyarı biliyorum: gerçeği rahat bırakmak daha soylu bir davranış olurdu. onu saklı tutmak gerçeğin yararına olurdu. ama sorunu birazdan kökünden çözeceğimi umuyorum. sorunu kökünden halletmekte soylu ve önemli bir davranıştır." Maurice Blanchot Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.