Jump to content

Sahibini Arayan Mektuplar ; Ümit Yaşar Oğuzcan


schizophrana

Önerilen Mesajlar

Bu şehirde sevmeyen, ya da seni tanımayan yaşadım demesin.

Ölüler susmasını bilmeli....

 

 

Sahibini Arayan Mektuplar'dan en sevdiklerim.

 

Ümit Yaşar Oğuzcan ve o'nun ayrılığa yüklediği anlamlar başka hiçbir şairde bulamadığım duyguları yaşatıyor bana.

 

 

 

1.MEKTUP

 

Geceydi...Bütün insanların çırılçıplak olduğu bir zamandı.

Onları düşünüyordum; gümüş tepsilerdeki kristal kadehlerden zamanı

yudumlayan insanları düşünüyordum. İrili ufaklı aynaların karşısında enseleri

bembeyaz kadınlar boyanıyordu.

 

Uzun uzun parmakları vardı kadınların ..Öpülmeye alışmış olgun dudakları vardı. Kocaman kocamandı kalçaları.

O kadınları düşünüyordum.

Bir kurt bir geyiği kovalıyordu yüreğimde. Geyik soluk soluğaydı, yorgundu,

bitkindi. Karların üzerinde akıp giden bir yıldız gibiydi. Koşuyordu. Koşmak

kurtuluş değildi belki, ama bir ümitti. Koşmalıydı.

Oysa birer namlu ağzıydı kurdun gözleri. Avına güvenle, şehvetle yaklaşıyordu.

Yeni bilenmiş, sedef saplı bıçaklara benziyordu dişleri , bütün dileği et ve kandı.

İstese geyiğe hemen yetişebilirdi, ama uzasın istiyordu bu şehvetli koşu,

bu bütün damarlarına yayılan sarhoşluk bitmesin istiyordu.

Ben seni düşünüyordum. Çünkü geceydi. Sevişme zamanıydı insanların.

Yalnızdım. Beni kuşatan duvarlar birer beyaz çarşaftı bu saatte. Kapılar

tüylü, yumuşak battaniyelere benziyordu.

Ben seni düşünüyordum. Kim bilir ne güzeldin soyunduğun zaman? Nasıl kadındın?

Nasıl öpüşürdün kim bilir? Nasıl kadın kadın kokardı her yerin? Tutup avuçlarıma

sığdırıyorum seni, gözlerime, dudaklarıma sığdırıyorum.

Sensiz kahrolmak vardı. Seninle yaşamak vardı dolu dizgin.

Seninle her gece birbirimizi yenilemek vardı odalarda.

Odalara sığmamak vardı. Bir sel gibi taşmak vardı gecelerden.

Elimi uzatsam tutabilirdim seni. öyle yakındın. Zamana kokun sinmişti.

Belki de uzaktan günlerce koşsam yetişemezdim sana. Zamana kokun sinmişti.

Tuttum resmini indirdim duvardan.

Duvar ağlamaya başladı.....

 

 

4.MEKTUP

 

Senden hiç ayrılmamak vardı. Zamanı durdurmak, bütün saatleri

parçalamak vardı. İsyan içindeydim. Neydi bu çaresizlik?

Bizi çepçevre saran bu dört duvar neydi?

Bir ara Tanrıyı düşündüm, peygamberleri, dinleri, kitapları düşündüm.

Boş inançlarımız mıydı çaresizliği yaratan?

O bizim eserimiz miydi? Öyleyse neden bizden büyüktü, güçlüydü?

Bunca yıl neyi aramış, kimi özlemiştim? Madem ki benim olmayacaktın

neden seni karşıma çıkardılar? Kim yaptı bunu? Bu kötülükler

kimin eseri? Tanrının işi yokta bizi mi görsün? Öyleyse kime inanacağız?

O kitaplar ki sabırdan bahsediyor. Ama ne kadar? Nereye kadar?

O dinler ki duadan bahsediyor. Kime, niçin ve ne zaman?

O peygamberler hiç sevmediler mi?

Ben sana inanıyorum kitaplara değil.

Ben seni istiyorum. Dua değil. Sabır değil.

Artık gideceksin , biliyorum, vakit geç oldu. Yatakta izin kalacak,

havada kokun ve yastığın üzerinde bir iki tel saçlarından.

Telaş içinde giyinmeye başlayacaksın.

diyeceğim, düzelteceksin. Dudaklarını boyarken, eğilip ensenden

öpeceğim. İçin sevgiyle dolacak. Gözlerin ışıl ışıl

diyeceksin, yine geleceğim.>

Ya gelmezsen? Hayır hayır geleceğine inanıyorum.

Yine gideceğini bilmek kötü. Dayanılmaz bir şey bu.

Hatırlıyorum; elini uzattın, dedin ve gittin.

Gözden kayboluncaya kadar baktım arkandan, sonra kapıyı kapattım,

bir başka kapı açıldı yalnızlığa.

Yürüyemiyordum, oturamıyordum. Yattım, uyuyamadım. Sanki

yerçekiminden kurtulmuştum, boşluktaydım, ağırlığım kalmamıştı.

Elimde, tam nabzımın üzerinde bir saat işliyordu her şeyden habersiz.

Çıkardım, duvara çarptım, parçalandı ve durdu.

Fakat sadece saatin sesiydi kaybolan.

Yoksa zaman ilerliyordu..

 

5.MEKTUP

 

Ayrılık diye bir şey yok. Bu bizim yalanımız. Sevmek var aslında, özlemek var,

beklemek var. Şimdi nerdesin? Ne yapıyorsun? Güneş çoktan doğdu. Uyanmış

olmalısın. Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi? Öyleyse ayrılmadık.

Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz

 

 

Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum. Önce beklemekten. Ömür boyunca

ya bekliyor ya bekletiyor insan. İkisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın.

Bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar, sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini..

Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını, kanunlara saygı göstermesini, insanları

sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar. Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun.

Ya o? Ya o? İnsanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat, çocuklarından saygı

ve bir parça huzur bekliyor, saadet bekliyor yaşamaktan. Zaman ilerliyor, bir gün o da

ölümü bekliyor artık. Aradıklarının çoğunu bulamamış, beklediklerinin çoğu gelmemiş

bir insan olarak göçüp gidiyor bu dünyadan. İşte yaşamak maceramız bu.

Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak ve yaşayıp beklerken ölmek!

Özleme bir diyeceğim yok. O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası.

O nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı. O tek güzel yönü bekleyişlerimizin.

İnsanlığımız özleyişlerimizle alımlı, yaşantımız özlemlerle güzel.

Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin. Bir kokusu var bütün çiçeklere

değişmem. Bir ışığı var. bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz.

Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam; seni özlediğim içindir. Beklemenin korkunç

zehiri öldürmüyorsa beni; seni özlediğim içindir. Yaşıyorsam; içimde umut varsa,

yine seni özlediğim içindir.

Seni bunca özlemesem; bunca sevmezdim ki!

 

 

7.MEKTUP

 

Bugün bir yalnızlığa düştüm yine..

 

Başımı ellerimin arasına aldım, sessizce ağlamaya başladım. Önümde yarıya gelmiş bir konyak şişesi ''Beni iç'' diye fısıldıyordu, ''Beni iç'' Sonra yalvarmaya başladı: ''Ne olur'' dedi ''Ne olur haydi iç beni.'' Bir bardak doldurdum, tepeme diktim. Şişe rahatladı, sustu.

 

Hani ellerimiz birbirine değince nasıl oluyorduk? İşte öyle oldum. Hani bakışlarımız buluştuğu zaman, bir başka türlü atması vardı yüreklerimizin, onu hatırladım. Sonra bir tren hareket etti. Sabahtı. Karşı karşıyaydık. Konuşuyorduk. Ben sevmek diyordum durmadan. Gözlerim gözlerine soruyordu. ''Seviyor musun?'' diye. Hep evet diyordu gözlerin, ellerin, dudakların hep evet diyordu.

 

Oysa ki bir çok hayır diyen insanlar vardı çevremizde. Örneğin: bir çocuk hayır, diyordu, bir kadın, bir adam, bir başkası hayır diyordu. Hayır`lar arasında ezilmeye mahkumdu evet`lerimiz.

 

Tren ilerliyordu. Gözlerin gözlerime soruyordu ne olacak diye. Sigara üstüne sigara yakıyordum, kadeh kadeh içki içiyordum; fakat bilmiyordum ben de ne olacağını. Bizi sürükleyen bir akıntıydı. Durduramazdık onu, hükmedemezdik ona. Bir anafora rastlayıp yok oluncaya kadar akıp gidecektik işte. Peki anafor nerdeydi? Uzak mıydı? Belki çok yakındı kim bilir. Biz onu göremeyecektik. O gözlerimizi kör ettikten sonra saracaktı bizi buz gibi kollarıyla.

 

Tren ilerliyordu. Pencereden deniz görünüyordu. Denize akşam güneşi vurmuştu. Renk renk kayıklar gördük kıyılarda. Denize taş atan çocuklar gördük. Uzakta bir balıkçı ağlarını topluyordu.

 

Ve tren ilerliyordu. Kadere yaklaşıyorduk. Bir alacakaranlık bastı zamanı. Gözlerim gözlerindeydi. Ellerini tuttum. titredin. Acı acı bir düdük öttü. Bir şeyler koptu içimizden. Sonra tren durdu, indik, yollarımız ayrı ayrıydı.

 

Şimdi o gün verdiğin yalnızlığı yaşıyorum...

 

 

14.MEKTUP

 

Er geç beni affedeceksin. Bir şey beklemeden, bir şey istemeden affedeceksin. Sevgin seni oraya götürecek. Düşe kalka ilerleyeceğin yollarda, taşlar kanatacak ayaklarını. Issız, karanlık ormanlardan geçeceksin yapayalnız. Sonra bir bataklık başlayacak gözün alabildiğine. Omuzlarına kadar yapışkan çamurlara saplanacaksın. Durmadan yağmur yağacak üstüne, iliklerine kadar ıslanacaksın, üşüyeceksin. Ahtapot elleri gibi uzun, pis sarmaşıklar dolanacak ayak bileklerine. Dört yanında kara bataklık kuşları dönecek çığlık çığlığa. Geçmiş zamanı düşüneceksin. O bir daha yaşanılmaz günleri, geceleri düşüneceksin. Bataklığın son bulduğu yerde zift gibi koyu bir gece başlayacak geçmiş gecelere benzeyen. Yürüyeceksin, ağır ağır ilerleyeceksin zamanın ve gecenin ortasında. Keskin bir rüzgar çıkacak, merhametsiz kırbaçlar gibi parçalayacak yüzünü.

 

Sonra bir dağ yamacına varacaksın, bitkin ve perişan.. Uzaklarda cılız bir ışık göreceksin. Sen yaklaştıkça büyüyecek, sıcak kollarıyla saracak seni. Fakat, sen o ışığın olduğu yere hiç bir zaman varamayacaksın ve bu gerçeği anladığın anda yıkılacaksın, korku ve ümitsizlik saracak yüreğini, ağlayacaksın.

 

İşte o zaman beni düşüneceksin, çektiklerimi, senin için katlandığım şeyleri düşüneceksin. Bulutlar dağılacak. Seni nasıl sevdiğimi, nasıl yüceleştirdiğimi, nasıl erişilmez ışık haline getirdiğimi birer birer anlayacaksın.

 

Onun için beni affet demeyeceğim sana. Er geç anlayacak ve affedeceksin. Bunu biliyorum. Karşılaşmamız kaderdi belki. Ama çektiğimiz çiledir, bizi birbirimize yaklaştıran, o korkunç ümitsizlik, büyük çaresizliklerdir.

 

Acılarımızı yitirmeyelim..

 

 

 

 

15. Mektup

 

Gözlerine baktığım zaman susmanın bir sebebi olmalı. Bana kendini anlat. Korkularını, dileklerini söyle bana. Aşktan ne bekliyorsun? Dostluk mu? Al, istediğin kadar... Yüreğimi apaçık önüne seriyorum işte! Orada sevdiğin, isteğin ne varsa al, senin olsun. Sana arzularımın ötesinden sesleniyorum.

 

Aydınlık! Sen en güzel aydınlık! Bizi bırakma. Kalplerimizde girmediğin köşe kalmasın. Çek, kurtar bizi insan yaratılışımızın korkunç karanlığından. İçimizde, ta derinlerde kükreyen o vahşi hayvanı sustur. Düşüncelerimizi tırmalayan o kanlı pençeden kurtar bizi. Unutulmuşların dünyasında biz unutmak istemiyoruz.

 

Haydi sevdiğim sen de aç yüreğini. Dostluğun o ölümsüz ışığı dolsun içine. Saçlarımı okşadığın zaman, annemin eli sanmalıyım ellerini. Dudaklarından yalnız aşkın hazzını değil, dostluğun doyulmaz içkisini de içmeliyim. Bana önce insanlığımı öğret, bana unutmamayı öğret. Seni hiç unutmak istemiyorum.

Bilinmeyen içkilerin en zevk dolu sarhoşluğunda yaşayalım seninle. Kurtulalım bu korkulardan, bu çaresizliklerden.

 

Beni hiç unutmayacaksan sev, usanmayacaksan sev. Birlikte yaşadığımız her dakika ömrümüzün bir yılına bedel olmalı. O dakikaları hatıraların sonsuz mezarlığına gömeceksek hiç yaşamayalım.

 

Önce zamandan kurtulmalıyız öyleyse. Birbirini yenilemeli saatlerimiz. Yarın bu günü aratmamalı. Yerçekiminden kurtulurcasına aşmalıyız zamanı seninle. O dost zamanı, o dostça zamanları.

 

Bana "gel" dediğin an; mesafeler de anlamını kaybetmeli. Yolları dakikalarla, günleri kilometrelerle ölçmemeliyiz. Beraberliğimiz, bütünlüğümüz hiç bitmemeli. O hiç sönmeyen dostluk ateşinin çevresinde hep böyle elele, dizdize olalım. Ne yağmur söndürmeli o ateşi ne rüzgar. Yüreklerimiz hep böyle ışıl ışıl olmalı alevlerinde.

 

Hadi sevdiğim, sen de aç yüreğini. Bana kendinden bahset. Hep ben ol, durmadan ben ol istiyorum. Dudaklarım kurudu bak! Bir yudum su ver güzelliğinin pınarından. Acıktım dersem iyiliğinle doyur beni. Üşüyorsam; yalnız dostluğunun ateşinde ısınsın ellerim.

 

Benim olma demiyorum. Ama önce ben ol. İnan, ben hep sen olacağım, baştanbaşa sen olduğum için.

 

Aşkta kaybettiklerimizi dostlukla tamamlayalım. Gel, aydınlık, bizi bekliyor..

 

 

 

19.MEKTUP

 

En güzel beraberlik seninle olmak diyorum, nasıl en korkunç yalnızlık sensiz olmaksa... Biraz önce buradaydın. Aradan geçen zaman henüz kokunu bile dağıtamadı. Oturduğun koltukta ağırlığının izi duruyor. Dokunduğun her yerde sıcaklığın var, baktığın her şey de aydınlığın.

 

Gittin mi? Ben şimdi yalnız mıyım? Duvarlar üzerime yıkılıyor, yüzümde parçalanıyor aynalar, resim çerçeveleri. Tarifi mümkün olmayan bir boşluk içindeyim. Gözlerim kapıda, belki yine gelirsin diyorum. Uzaktan ayak sesleri geliyor. Sen değilsin gelen biliyorum, ama yine de bir ümit var içimde vazgeçemediğim.

 

Bir sigara yakıyorum ve seni arıyorum dumanın havada çizdiği şekillerde. Sonra ne yapacağını bilmeyen ellerime bakıyorum bir zaman. Ellerim hala ayrılırken ellerine temas etmenin hazzı içinde şaşkın ve kararsız. Oysa , o ellerle şimdi şiirler yazabilirim senin için, sana yokluğumun dayanılmazlığını anlatabilirim.

 

Zaman hayli ilerledi. Evine varmış olmalısın. Kulağım telefon sesinde. Beni aramanı bekliyorum. Telefonun her çalışında umutla uzanıyor ellerim ahizeye. Oysa hep bir başkası çıkıyor karşıma. Kahroluyorum. Senden başkasının varlığına değil, sesine bile tahammülüm yok artık.

 

Ağır dayanılmaz saatler geçiyor. Nihayet senin sesin telefonda. Beni anlayan, o özlemli kısık sesin. ''Nasılsın'' derken bile yüreğimi heyecanla dolduran, kanımı tutuşturan sesini işitmenin sevinci sarıyor her yerimi. Hiç bitmesin istiyorum konuşmamız. Senden başka bir şey düşündüğüm yok, dünya umurumda değil. Konuşuyor konuşuyoruz ve

 

Hırsla ve kinle bakıyorum bir zaman. Sonra sevdiğin bir plağı çalmak geliyor aklıma. Birden seviniyorum. Herşeye rağmen yine seninleyim, ne iyi. Beşinci senfoniyi dinliyorum. Odayı orkestranın güçlü, tanrısal sesi dolduruyor. Hiç ayrılmadığımıza ve ayrılmayacağımıza inanıyorum. Yüzyılların ardından bir Beethoven sesleniyor, isyan ediyor zamana. Ve sonra bir başka plakta Schumann ağlıyor, ben ağlıyorum, uzaklarda sen ağlıyorsun. Aşkın ve sanatın ölümsüzlüğüne bir kere daha inanıyorum.

 

Artık seni sevdiğime pişman değilim.

 

 

21.MEKTUP

 

Nerdesin? Günler var ki beni aramadın, yazmadın. Senden gelecek bir mektubu bekledim boşuna. Önceleri içim umutla dolu, postacının kapımı çalmasını bekledim. Satırlarınla aydınlanmasını bekledim bu karanlığın. Saatler saatleri, günler günleri kovaladı. Gitgide büyüdü verdiğin yalnızlık, yüreğim kahırla doldu. Ümit etmenin mutlu heyecanları, yerini tarifsiz bir hüzne bıraktı. Kocaman, kalabalık bir şehirde yapayalnız kaldım işte. Nerdesin?

 

Beni unuttun demiyeceğim. unutmadığını biliyorum.Ama düşün ki, benden uzaklaştığın her kilometre, sana olan sevgimi bir kat daha arttırdı. Senden başka bir şey düşünemez oldum. Geri döndüğün zaman , eminim şaşıracaksın. Böylesine mesafelerle büyüyen, zamanla derinleşen bir aşkın karşısında olmak kimbilir ne kadar değiştirecek seni.. Yüzünde pembelerin en güzeli, gözlerinde ışıkların en parlağı ile sevilmenin çok çok sevilmenin hazzını yudum yudum içeceksin. Sevilen bir kadının mutluluğunu seyredeceğim sende. Sevdiğim kadının ölümsüzlüğünü yaşayacağım.. Nerdesin?

 

Dün evinin önünden geçtim. Perdelerin kapalıydı, dolu doluydu gözleri pencerelerin. Kapın sanki bir daha hiç açılmayacak gibi kapanmıştı sokağın yüzüne. Kimbilir odalar, eşyalar ne haldeydi sensiz. Her dakika ayaklarının güzelliğiyle mest olan halılar ne yapıyordu şimdi? Ya kokuna ve sıcaklığına alışmış yatağın ne haldeydi? Baktım sen yoktun, duvarlar kararmıştı. Sokağından yaşayan bir ölü gibi geçtim ve bir hüzün anıtı halinde bıraktım evini. Nerdesin?

 

Meğer ne doldurulmaz bir derinlikmiş yokluğun. Kaderde bu sensizlik de varmış. Her insanın yüzünde sana benzeyen bir şey aramak da varmış. Sesini duymak varmış şarkılarda. bütün kitaplarda seni okumak varmış. Meğer ne dayanılmaz bir şeymiş yokluğun. Kağıtlara seni yazmak varmış, renk renk düşünmek varmış seni, çiçek çiçek koklamak varmış. Artık hiç yazmasan da olur hiç gelmesen de.. Meğer ne türlü bir ölümmüş yokluğun.

 

Bir daha nerdesin demiyeceğim. Bendesin artık. Dudaklarımın değdiği kadehlerdesin. Serin yağmurlar getiren bulutlardasın. Kah denizlerdesin, kah rüzgarlardasın. Uzaktasın ama yine bu şehirdesin.

 

Gittiğine inanmıyorum. Gel demiyeceğim...

 

SON MEKTUP

 

Bugün bendeki resimlerini ve mektuplarını yakıyorum. Küllerini sana göndereceğim.

 

İşte! Hepsi önümde duruyor. Şu resim çekilirken karşında ben vardım, hatırladın mı? Üzerini ''Seni daima seveceğim'' diyerek imzalamışsın. Bu seni en çok anlatan resimdi biliyorum. Bana en yakın olduğun resimdi... Karşında ben vardım, gözlerin gözlerimdeydi... İçin benimle doluydu, bakışların gibi. Önce bu resmini yakacağım, bu en çok sen olan resmini. Sonra da diğerlerini yakacağım. Hepsi birer birer kıvrılıp kül olacak sonunda.

 

Ya mektupların? Her birini çok çok öptüğüm mektupların... Satır satır içimde çakılı duran mektupların. Onlar da yanacak. Senden madde olan hiçbir şey kalmasın bende, istemiyorum. İçimde bıraktığın eziklik yeter artık. Artık seninle değil, verdiğin acılarla avunacağım. Seni bütün arzuların üzerinde, bütün özlemlerin ötesinde seveceğim artık. Sensiz bir dünya yaratacağım senden. Dünya duracak ama sen durmayacaksın. Zaman bitecek, ama sen bitmeyeceksin. Bir gün bütün çiçekleri solacak bahçelerin, yıldızlar ışık vermeyecek, güneş doğmayacak hiç. Ama sen solmayacaksın, sen eksilmeyeceksin. Seni maddenin dışına çıkarıyorum. Ölümsüzlüğün kapılarını açıyorum sana.. Anlamıyor musun?

 

Daha düne kadar her yerini ayrı ayrı seviyordum. Ellerini tuttuğum zamanlar ürperirdim, başım dönerdi gözlerine bakınca. Dudakların her öpüşte yeniden dünyaya getirirdi beni. Al işte, hepsini sana bırakıyorum. Güzelliğin de senin olsun dişiliğin de.. Göreceksin, bir gün her yerin şu mektuplar, şu resimler gibi kül olup dağılacak. Bir tel bile kalmayacak saçlarından. Niceleri gibi sen de göçüp gideceksin bir gün.. Önce güzeliğin terk edecek seni. Ellerin buruşacak, belin bükülecek, ak pak olacak saçların. Boş bir çuvala döneceksin. Gözlerinde o vahşi pırıltı kalmayacak, bütün ateşi sönecek dudaklarının...Ama ben o halinle bile seni terketmeyeceğim. Çünkü benim içimde hep bugünkü gibi kalacaksın. Taptaze, sımsıcak ve korkunç güzel! Yalnız benim gözlerimde bir manası olacak bakışlarının. Ben yok olduğum zaman da satırlarımda yaşayacaksın. Hiç ihtiyarlamadan, hiç değişmeden, hiç tükenmeden... Adım adınla anılacak, adın adımla..

 

Mektuplarınla resimlerini yakacak gücü kendimde bulamasam, o zaman da kendimi yakardım. Şu herkeste seni gören gözlerimi, şu her yerde sana koşan ayaklarımı ve şu her zaman sana yazan ellerimi yakardım. Tenimden yükselen alevler ta Allaha kadar uzanır, ona çaresizliğimi anlatırdı. Seni güçsüz, zayıf bir insan tarafından sevilmenin hayal kırıklığına uğratmamak için, şimdi benim yerime, senden kalanları yakacağım. Ben yaşadıkça, varlığım bütün çaresizliklere meydan okuyacak. Unutma; seni sevdiğim için ölebilirdim, seni sevdiğim için yaşayacağım. Biraz sonra mektuplarınla resimlerni tutuşturacak bir kibrit çöpü gibi çekiliyorum hayatından. Her şeyiyle onu sana bırakıyorum. Hayatın senin olsun. İstersen hayatım da.. Ama sen kendinin bile olamayacaksın artık. Ben yaşadıkca, adım söylendikçe...

 

Seni bensizliğe ve kendimi sana mahkum ediyorum..

 

Ümit Yaşar Oğuzcan

1961

Kaynak: Derleme

 

 

--------------------

 

Özlemeyi bile güzel hale getiren satırlar

 

 

 

Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak ve yaşayıp beklerken ölmek!

Özleme bir diyeceğim yok. O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası.

O nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı. O tek güzel yönü bekleyişlerimizin.

İnsanlığımız özleyişlerimizle alımlı, yaşantımız özlemlerle güzel.

Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin. Bir kokusu var bütün çiçeklere

değişmem. Bir ışığı var. bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz.

Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam; seni özlediğim içindir. Beklemenin korkunç

zehiri öldürmüyorsa beni; seni özlediğim içindir. Yaşıyorsam; içimde umut varsa,

yine seni özlediğim içindir.

Seni bunca özlemesem; bunca sevmezdim ki!

 

 

 

 

Ve ne diyor bir diğer mektupta ;

 

İnsan sana kan taşıyan bir damar olamayacaksa bu şehirde yaşamamalı....

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

2. Mektup

Aramak... Ömür boyunca aramak...

Yalnız seni aramak... Paslı teneke kutularda, küf kokan

dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, ağaç diplerinde,

Sonra vapurlarda, trenlerde hep seni aramak.

Belki bu şehirde değilsin. Ne çıkar? Seni arıyorum ya.

Belki de ayni sokakta evlerimiz, sabahları

beni görüyorsun işime giderken.

Sonra akşamı bekliyorsun, alacakaranlığı...

Beni bekliyorsun ya da bir başkasını, bir başkasını...

Hiç gel demiyeceğim sana. Aramak neredeyse

ben oradayım. Ayaklarım ne güne duruyor?

Yok yok birden karşıma çıkma.

Kaç, saklan. Seni aramak istiyorum.

Git bu şehirden haydi git. Dağlara çık, o uzak dağlara.

Rüzgârların krallığında hüküm sür. Baktın ki oraya da

geldim, yine kaç. Başını al, açıl denizlere.

Gemilerin en güzeli, en büyüğü dilediğin limana

götürmeli seni, dilediğin yere demir atmalı.

ben küçük bir balıkçı kayığı ile

peşinden gelsem yeter. Seni arıyorum ya ..

Bir yıl, beş yıl, on yıl değil; beşikten mezara kadar

aramalı insan ama ne aradığını bilmeli.

yaklaşıp uzaklaşmalı aradığından. Okyanus dalgaları

üstünde bir küçük tekne gibi alçalıp yükselmeli.

Yalınayak koşmalı yollarda, ayaklarını sivri taşlar

kesip kanatmalı. Çöllerden geçmeli yolu, yanmalı kavrulmalı.

Sonra gözün alabildiğine ak, soğuk ülkelere düşmeli.

Buzlar kırılmalı ayaklarının altında,

üstüne kar yağmalı.

bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni.

Ayaklarını Afrika'dan getirip bir kâğıt üzerine yapıştırmalıyım,

saçların Sibirya'da bir mabudun gözleri olmalı, ellerin İtalya'da bir

heykelin elleri.

Bulsam da seni parça parça bulmalıyım.

Yine de bir yerin eksik kalmalı.

yeniden yollara düşmeliyim, onu aramalıyım.

Ve tam seni tamamladığım anda ölmeliyim.

6. Mektup

Bugün bir yalnızlığa düştüm yine. Başımı ellerimin

arasına aldım, sessizce ağlamaya başladım. Önümde

yarıya gelmiş konyak şişesi '' beni iç '' diye

fısıldıyordu '' beni iç. '' Sonra yalvarmaya başladı;

'' Ne olur dedi ne olur haydi iç beni.''

Sonra bir tren hareket etti. Sabahtı.

Karşıkarşıyaydık. Konuşuyorduk. Ben sevmek diyordum

durmadan. Gözlerim gözlerine soruyordu:

''seviyormusun?'' diye. Hep evet diyordu gözlerin,

ellerin, dudakların hep evet diyordu. Oysaki bir çok

hayır diyen insanlar vardı çevremizde. Örneğin Bir

bardak doldurdum tepeme diktim. Şişe rahatladı, sustu.

Hani ellerimiz birbirine değince nasıl oluyorduk? İşte

öyle oldum. Hani bakışlarımız buluştuğu zaman, bir

başka türlüsü atması vardır yüreklerimizin onu

hatırladım.

bir çocuk hayır diyordu, bir kadın, bir adam ve bir

başkası, bir başkası hayır diyordu. Hayırlar arasında

ezilmeğe mahkumdu evet'lerimiz.

Tren ilerliyordu. Gözlerin gözlerime soruyordu ne

olacak diye. Sigara üstüne sigara yakıyordum kadeh

kadeh içki içiyordum, fakat bende bilmiyordum ben de

ne olacağını. Bizi sürükleyen bir akıntıydı.

Durduramazdık onu, hükmedemezdik ona. Bir anafora

rastlayıp yok oluncaya kadar akıp gidecektik işte.

Peki anafor nerdeydi? Uzakmıydı? Belki çok yakındı

kimbilir. Biz onu görmiyecektik. O gözlerimizi kör

ettikten sonra saracaktı bizi buz gibi kollarıyla.

Tren ilerliyordu. Pencereden deniz görünüyordu. Denize

akşam güneşi vurmuştu. Renk renk kayıklar gördük

kıyılarda. Denize taş atan çocuklar gördük. Uzakta bir

balıkçı ağlarını topluyordu.

Ve tren ilerliyordu. Kadere yaklaşıyorduk. Bir

alacakaranlık bastı zamanı. Gözlerim gözlerindeydi.

Ellerini tuttum, titredin. Acı acı bir düdük öttü. Bir

şeyler koptu içimizden.

Sonra tren durdu, indik, yollarımız ayrı ayrıydı.

Şimdi o gün verdiğin yalnızlığı yaşıyorum.

Ümit Yaşar OĞUZCAN

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

4. mektup ve aslında hepsi cok hoslardı bu tür hikayeler imkansız askların sızısıyla yakıyoru yüregimi ahh ask cehennem yerine sen giriverseydinn yüreklere eminim daha bi can yakıcı olurdu cezalar . karsılıksız sevmek yada severken kavusamamak :(

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Okuduğunuz için ben teşekkür ederim esas. Oğuzcan aşka , özleme ve ayrılığa çok büyük anlamlar yükleyen nadir şairlerimizden. Zaman zaman arabesk cümlelere rastalasak da en sevdiğim şair ünvanını Cemal Süreya ile birlikte taşır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...