Jump to content

Mesih Planı'nın Sonu Ve Ahir Zaman...


whitepower

Önerilen Mesajlar

"... Bu (dini) hareketler, bütün dünyada müminlere de inançsızlara da sekülerizmin altın çağının sonunun geldiğini düşündürüyor. Sanki (Din), modernleşmenin, Aydınlanma'nın belirlediği bir çağın getirdiği değişimlere karşı hamlede bulunuyor, intikam alıyor gibi..."

 

— Gilles Kepel. Din Dünyayı Yeniden Fethediyor.

 

Mesih Planı, 14 ve 15. yüzyılda, İspanya'da hummalı bir mistik çalışma içine giren Yahudi Kabalacıları tarafından tasarlanmıştı. Plan, Yahudi egemenliğinde bir dünya anlamına gelen Mesih'in yeryüzüne inişi için, Kutsal Kitap'ta yazılı olan kehanetlerin bizzat Yahudilerin eliyle gerçeğe dönüştürülmesini öngörüyordu. İlk kehanet olan Yahudilerin dünyanın dört bir yanına dağılması, bizzat Kabalacılar tarafından provoke edilen İspanya sürgünü ile uygulamaya kondu. Sürgünün başladığı sırada bilinmeyen denizlere doğru yelken açan bir başka Kabalacı Kristof Kolomb, öteki Kabalacı dostlarının da desteğiyle, Plan'ın bir başka parçasını yerine getirmeyi hedeflemişti; hem Yahudilerin "yayılması" için dünyanın bir başka yanını keşfetmek hem de bu yeni toprakları Yahudiler için bir güç merkezi haline sokmak. Yahudilerin dünyanın dört bir yanına dağılmaları ile ilgili kehanet, Menasseh Ben Israel gibi Kabalacıların yerinde müdahaleleri ile 1650'lerde büyük ölçüde tamamlandı.

Mesih Planı'nın bu kehanetsel kısmı devam ederken, bir yandan da stratejik yönü işliyordu. Bu stratejik yön, temel olarak, Yahudilerin önündeki düşman güçlerin tasfiye edilmesine yönelikti. Yahudiler, Kutsal Topraklar'ın kendilerine ait olduğunu reddeden, aksine onlara pek iyi bakmayan güçleri ortadan kaldırmak zorundaydılar. Bunu yapmadan, ikinci büyük kehaneti gerçekleştirmeleri, yani dünyanın dağıldıkları dört bir ucundan Kutsal Topraklar'a dönmeleri de mümkün değildi. Ortadan kaldırmaları gereken güçlerin başında da, Katolik Kilisesi geliyordu. Yahudileri "İsa'nın katilleri" olarak gören, Kutsal Topraklar üzerindeki hak iddialarını ve "Seçilmiş Halk" öğretilerini kesinlikle tanımayan Kilise müstakbel bir Yahudi egemenliğinin önündeki en büyük engeldi. Yahudiler ancak Kilise'nin otoritesini yıkarlarsa Avrupa'nın yönetiminde etki sahibi olurlar ve bu durumda da Avrupa'yı kendilerini Kutsal Topraklar'a döndürmek ve bunun için de Kutsal Topraklar'ı İslam egemenliğinden çıkarmak için kullanabilirlerdi.

Ancak Kilise'ye karşı tek başlarına mücadeleye başlamadılar. Bazı hıristiyanları da yanlarına çekmişlerdi. Aslında bunlara hıristiyan demek de doğru değildi. Haçlı seferleri sonucunda gittikleri Kudüs'te Kabala'nın büyüsüne kapılarak hıristiyanlıktan uzaklaşan bu şövalyeler, yani Tapınakçılar, bir süre sonra "kafir"likleri nedeniyle Kilise tarafından hedef alındılar. Papa tarafından yasadışı ilan edilmelerinin ardından da, Yahudilerle tarihi bir İttifak kurarak Kilise'ye karşı asırlar sürecek bir mücadele başlattılar. Bu mücadele, aslında Mesih Planı'nın İspanya'daki Kabalacılar tarafından tasarlandığı 1400'lü yıllardan da önce başlamıştı ama kısa süre sonra Mesih Planı'na eklendi ve Plan'ın bir parçası oldu.

Tapınakçılar ve Yahudiler arasındaki İttifak, Kilise'yi yıkabilmek için önce bazı Papa düşmanı dini akımlar oluşturdu; John Wycliffe ve John Huss'unkiler gibi. Bu denemelerin ardından daha köklü bir değişim olan Hümanizm geldi. Kilise doktrinine ters bir dünya görüşü üreten büyük Hümanistlerin hepsi, Kabala'ya karşı olağanüstü bir ilgi duyan ve Tapınakçı geleneğe bağlı kişilerdi. Hümanizmi Rönesans ve daha da önemlisi Reform izledi. Doğrudan İttifak tarafından üretilmiş olan Reform hareketinin en önemli hedefi, Katolik Kilisesi'nin siyasi gücünü yok etmekti. Bu arada etkili bir "Tevrat'a dönüş" hareketi başlatarak hıristiyanları M. Tevrat hükümlerini ki bunların arasında Yahudilerin "Seçilmiş Halk" ve Kutsal Topraklar'ın sahibi olduğu inançları da vardı sorgusuz sualsiz kabul etmeye mecbur bıraktı. Bu "Tevrat'a dönüş" hareketinin en radikal temsilcisi olan Püritenler, Anglo-Sakson kültürü üzerindeki etkileriyle, Mesih Planı'nın Tapınakçılar kadar önemli destekçileri olacaklardı.

Reform'u izleyen Aydınlanma çağı ve Kilise'ye karşı girişilen siyasi saldırılar Fransız Devrimi, İtalyan ulus-devletinin kuruluşu gibi Papanın siyasi gücünü neredeyse tümüyle yok etti. Bu uzun mücadele sonucunda, Batı'da Kilise'nin otoritesi altında işleyen Katolik Düzen tamamen yıkılmış ve onun yerine Yeni Seküler Düzen (Novus Ordo Seclorum) kurulmuştu. Bu, Batı'nın artık Mesih Planı için kullanılabilir hale geldiğini gösteriyordu. Nitekim Kabalacılar bunun üzerine ikinci büyük kehaneti, yani Yahudilerin Kutsal Topraklar'a dönüşünü, öteki adıyla "Sürgünlerin Toplanması"nı başlattılar. Kabalacılar tarafından formüle edilen Siyasi Siyonizm hareketi, 19. yüzyılın sonunda, Kabalacılar'ın yolunu izleyen ırk bilinci yüksek laik Yahudiler tarafından uygulamaya kondu. Bu, aynı zamanda, Yahudi toplumu içindeki dindar olmayan elementlerin de, yeterli bir ırk bilincine sahip oldukları takdirde, Mesih Planı'na destek olabileceklerini gösteriyordu.

Ancak Kutsal Topraklar'a dönülebilmesi için, oradaki Osmanlı egemenliğine son verilmesi gerekiyordu. Siyonistler ilk önce Osmanlı'yla anlaşmayı denediler ama Halife Abdülhamid'in sert tepkisi onları daha kesin çözümler aramaya itti. Halife'yi düşürebilmek için ona karşı gelişen seküler ve ulusçu muhalefeti, İmparatorluk sınırları içinde özellikle de Selanik'te yaşayan Yahudiler ve de mason locaları yoluyla örgütleyip desteklediler. Halife'nin tahtından indirilmesinin ardından da olaylar çorap söküğü benzeri birbirini izledi. Askeri darbeyle iktidarı ele almış ve gözünü bürüyen hırstan dolayı savaşmak için bahane arayan paşaları kullanarak, İmparatorluğu I. Dünya Savaşı'na sokmak ve İngiltere'yle savaştırarak Kutsal Topraklar'ı İngiliz egemenliğine sokmak zor olmadı.

Filistin İngiliz egemenliğine girip bir de İngilizler orada bir "Yahudi vatanı" kurmayı vaadedince, Siyonizm, Mesih'in gelişinin büyük kehanetine, yani Sürgünlerin Toplanmasına ağırlık verdi. Ancak ortada bir sorun vardı, "sürgünlerin", özellikle de rahatları yerinde olan Avrupa Yahudilerinin Filistin'e dönmeye pek niyetleri yoktu. Bu sorun için doğrusu teknik yönden oldukça mantıklı olan bir çözüm bulundu. Avrupa'da gittikçe yükselen aşırı sağcı ve ırkçı akımlarla örtülü bir işbirliği yapılacaktı. Çünkü bu akımlar, kendi ülkelerinde "ırk saflığı" oluşturmak istiyorlar ve bu nedenle de başta Yahudiler olmak üzere azınlıkları sürgün etmek gerektiğini düşünüyorlardı. Siyonistler de bu Yahudileri Filistin'e götürmek istediklerine göre, iki taraf arasında doğal bir paralellik kurulmuş oluyordu. Bu paralellik bir ittifaka dönüştü ve Nazi Almanyası ile yapılan işbirliği sayesinde Filistin'e yapılan göçte büyük bir artış sağlandı. Naziler'in Yahudileri göç ettirmek için kullandıkları antisemit propagandalar ise tüm dünya Yahudilerine, diasporanın güvenilir olmadığı yönünde bir telkin olarak kullanıldı. II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru üretilen Soykırım masalı ise hem Yahudiler hem de Yahudi olmayanlar için Kutsal Topraklar'a göçü onaylamayı sağlayacak önemli bir psikolojik baskıydı.

Her şey kehanetlerdeki gibi gerçekleşti. Yahudiler, bu işe gönüllü olarak yardım eden milletlerin aracılığıyla Filistin'e taşındılar ve burada bir devlet kurdular. 1967'de ise Kudüs'ün tamamını, dolayısıyla Süleyman Tapınağı'nın mekanını 19 yüzyıllık bir aradan sonra ele geçirdiler.

Filistin cephesinde bunlar olurken, bir yandan da dünyanın en büyük politik ve askeri gücü olmaya doğru giden ABD üzerindeki denetimlerini de gittikçe artırıyorlardı. Sahip olduğu Püriten mirası sayesinde Amerika onların egemenliğine girmeye son derece uygundu. Bu egemenliği tam olarak kurabilmek içinse, Amerika içinde çeşitli örgütler oluşturdular. Masonluğu Eski Dünya'dan Amerika'ya onlar taşıdı. Bunu kendilerine bağlı diğer örgütler izleyecekti. Bu arada ilginç bir manevra daha yaparak, kendi kıtasının dışına adım atmayan Amerika'yı emperyal bir güç haline soktular, onu "yayılmaya" zorladılar. Amerikan emperyalizmini körüklemek ve de kontrol altında tutabilmek için, yüzyılın başlarında CFR'yi oluşturdular. Amerikan dış politikasını Yahudi önde gelenleri için bir "taşeron" haline getirmeyi amaçlayan bu örgütün dışında, yüzyılın ikinci yarısında, Amerika'nın İsrail'e olan desteğini denetlemek için başta AIPAC olmak üzere çeşitli lobi kurumları ürettiler. Etkileri öyle arttı ki, sonunda Amerika, "goyim olmayan" bir hükümet, yani bir Yahudi hükümeti tarafından yönetilmeye başladı.

Dünyanın iki "goyim olmayan" hükümeti, yani İsrail ve ABD, 20. yüzyıl içinde bir de Üçüncü Dünya'da büyük bir savaş verdi. Çünkü Üçüncü Dünya halkları, bu ikilinin önderliğinde kurulmuş olan Dünya Düzeni'ne karşı doğal bir muhalefet oluşturuyorlardı. Sosyal Darwinizm temeli üzerine kurulu olan Düzen, dünyayı yönetenler ki bunlar en başta Yahudiler, sonra da onlarla ittifak içinde olanlardı ve yönetilenler olarak ayırıyordu ve Düzen'in tabiatı, yönetenlerin yönetilenler üzerinde baskı kurmasını gerektiriyordu. Nitekim böyle de oldu. ABD-İsrail ikilisi, ki bu ikilide baskın taraf gerçekte İsrail'di, özellikle yüzyılın ikinci yarısında Üçüncü Dünya halklarına karşı büyük bir savaş başlattılar. Üçüncü Dünya ülkelerinde, kendi halklarını işkence ve soykırıma tabi tutan diktatörler başa geçirildi, iç savaşlar körüklendi. Bu, bir anlamda yeryüzünün Mesih'in gelişi için hazırlanmasıydı. Çünkü Mesih geldiğinde, Yahudi inanışına göre, tam bir Sosyal Darwinistik düzen kurulacak ve tepesinde Yahudilerin yer aldığı bir hiyerarşi oluşturulacaktı. Yahudilerin beklediği bu Mesih, aslında Kuran'da anlatılan Firavun ahlakının bir benzeriydi ve "gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı" (Kasas Suresi, 4) ayetinde tarif edilen türde bir bozgunculuğun faili olacaktı. Yahudi önde gelenleri ise Mesih gelmeden önce de egemenlik için elden gelenin yapılması gerektiğini düşündükleri için, bu bozgunculuğu özellikle Üçüncü Dünya'da ısrarla sürdürdüler.

Ancak özellikle son yıllarda ortaya çıktı ki, Düzen'in felsefi dayanaklarına karşı çıkan tek önemli güç İslam'dı. Öteki din ya da ideolojiler Yeni Seküler Düzen'e itaat etmeyi kabul etmişlerdir ve bu Düzen'i eleştirecek bir zihin yapısına sahip değildiler. Bu nedenle, Düzen'in patronları, yani İsrail güdümlü "Anti-İslami Enternasyonel", kendisine bir numaralı hedef olarak İslam'ı ve Müslümanları seçti. Dünyanın farklı bölgelerinde Müslümanlara karşı girişilen saldırıların hep İsrail ile bağlantılı oluşu, bunun açık bir göstergesidir.

Bu durum, Mesih Planı'nın stratejik yönünün, Yahudi önde gelenlerinin kontrolündeki Düzen ile Müslümanlar arasında bir çatışma gerektirdiğini göstermektedir. Samuel Huntington'ın gündeme getirdiği "Medeniyetler Çatışması" tezinin yakın gelecekte Batı ve İslam medeniyeti arasında büyük bir çatışma öngörmesi bunun bir başka ifadesidir. Gerçekte İslam dünyası ile Batı arasında pek çok ortak değerler ve inançlar bulunmasına rağmen, yapay bir şekilde "Medeniyetler Çatışması" kavramı oluşturulmuş ve öne sürülmüştür.

Bu noktada ilginç bir gerçekle daha karşılaşıyoruz: Mesih Planı'nın kehanetsel yönü de, Yahudilik ve İslam arasında gerçekte her iki İlahi din de baürış yanlısı olmasına rağmen bir çatışma gerektirmektedir. Mesih'in gelişi için gerekli olan kehanetler birbiri ardına gerçekleştirilmiştir ve bugün yerine getirilmesi gereken son bir kehanet vardır; Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşa edilmesi. Siyasi Siyonizmi formüle eden Kabalacı Hirsch Kalischer'e göre ve diğer Kabalacıların da kabul ettiği gibi Yahudilerin Kudüs'ü ele geçirdikten sonra yerine getirmeleri gereken son kehanet budur ve bunun da yapılmasının ardından Mesih'in gelişi an meselesi olacaktır. İşte Mesih Planı'nın Müslümanlar ile Yahudileri karşı karşıya getiren kehanetsel yönü buradadır, çünkü Tapınak'ın inşası için, onun eski yerinde bugün duran iki İslam mabedinin, Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra'nın yıkılması gerekmektedir. Bu ise dünya Müslümanlarının asla kabul etmeyeceği bir harekettir. Konuyla ilgilenen pek çok uzmanın söylediği gibi İsraillilerin Tapınak Tepesi'ndeki (Temple Mount) İslam mabetlerini yıkmaları, büyük olasılıkla bir çatışmanın başlangıcı olacaktır. (Kuşkusuz bizim temennimiz, böyle bir çatışmanın asla yaşanmaması ve hem Yahudiler hem de Müslümanların Kutsal Topraklar'da barış içinde yaşamalarıdır.)

Peki İsrailliler bu son kehanet hakkında ne düşünmektedir? Yahudiler, Tapınak'ı yapmak için İslam'ın üçüncü kutsal mekanını yerle bir etmeyi hedeflemekte midir?

 

 

Tapınak'ın İnşasına Doğru?...

 

1984 yılının 27 Nisanında İsrail'de oldukça ilginç bir örgütün varlığı ortaya çıktı. Machteret Yehudit (Yahudi Çetesi) adındaki örgütün üyeleri, Arap yolcularla dolu olan beş yolcu otobüsünü havaya uçurmaya yönelik bir plan yapmış ama son anda olayın ortaya çıkması üzerine tutuklanmışlardı. Ancak daha önce gerçekleştirdikleri önemli eylemler vardı; 1980 yılında Batı Şeria'daki iki Arap belediye başkanının arabasına bomba koyarak öldürmüşler, 1983 yılında ise Hebron kentindeki İslam Koleji'ne silahlı bir saldırı düzenleyerek üç öğrenciyi öldürmüş, otuzüç tanesini de yaralamışlardı.

Ama kısa bir süre sonra, Machteret Yehudit'in tüm bunlardan çok daha büyük bir eylemi gerçekleştirmek üzere olduğu öğrenildi. Örgüt, Doğu Kudüs'ün, Müslümanların Harem-i Şerif, Yahudi ve hıristiyanların ise Tapınak Tepesi (Temple Mount) adını verdikleri mevkinde yer alan iki İslam mabedini Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra havaya uçurmak için çok sofistike bir plan hazırlamıştı. mabetlerin mimarı yapısı üzerinde profesyonel bir inceleme yapılmış, Golan Tepeleri'ndeki bir askeri garnizondan bol miktarda patlayıcı çalınmıştı. Kubbet-üs Sahra'yı etrafa zarar vermeden havaya uçurabilmek için, 28 ayrı patlayıcı Kubbe'nin belirlenmiş yerlerine yerleştirilecekti. Gerekirse Mescid-i Aksa'yı korumakla görevli silahsız Müslüman nöbetçileri vurmak için ucuna susturucu takılmış Uzi'ler ve göz yaşartıcı bombalar edinmişlerdi. Operasyon, yirminin üzerinde Machteret Yehudit militanının katılımıyla gerçekleşecekti.

Machteret Yehudit'in iki önemli lideri vardı, Yeshua Ben-Shoshan ve Yehuda Etzion. İsrailli yazar Ehud Sprinzak, The Ascendance of Israel's Radical Right adlı kitabında bu ikilinin kimliklerini incelerken, birer Kabalacı oluşlarına, özellikle de hareketin ruhani lideri sayılabilecek olan Yeshua Ben-Shoshan'ın Kabala üzerindeki derin çalışmalarına dikkat çekiyor. Bu iki Kabalacı'nın bir diğer ortak özellikleri ise İsrail radikal sağının en önemli politik organizasyonu ve "Kabalacıların partisi" olan Gush Emunim'e bağlı oluşlarıydı. (Gush Emunim için bkz. 8. bölüm.) 1

Ancak bu ikili, Ehud Sprinzak'ın yazdığına göre, Gush Emunim'in asıl çizgisinden sapmış olan genç Kabalacılardı. Gush Emunim'in büyükleri, dönemin en büyük Kabalacısı sayılabilecek olan Haham Zvi Yehuda Hacohen Kook'un "itidal" çizgisine bağlı kalmışlar ve Mescid-i Aksa'yı imha girişimlerine karşı hep "daha zamanı değil" diyerek karşı çıkmışlardı. Bu iki genç Kabalacı ise Gush Emunim içindeki dini hiyerarşiyi bozarak, kendileri gibi düşünen radikallerle birlikte kendi başlarına Tapınak'ı yıkmaya karar vermişlerdi. Bu, tarihteki "sahte Mesih" hareketlerine benzeyen bir durumdu; Yahudi tarihinde sık sık boy gösteren "sahte Mesih"lerin çoğu, büyük Kabalacıların yürüttüğü uzun Mesih Planı'nı beklemekten sıkılmış ve kendi başlarına işe soyunmuşlardı. Nitekim Gush liderleri de Machteret Yehudit olayını böyle yorumladılar. Yeshua Ben-Shoshan'ın hocası olan Kabalacı hahambaşı Yoel Ben-Nun, öğrencisini tarihteki sahte Mesihlerin en ünlüsü olan Sabetay Sevi'ye benzetmişti.2

Zaten Yeshua Ben-Shoshan'ın daha önce de Gush çizgisine göre sivri kaçan bazı açıklamaları olmuştu. Ehud Sprinzak, Yeshua Ben-Shoshan'ın Gush liderlerinin inandıkları ama açıkça söylemeyi sakıncalı buldukları bazı konuları fütursuzca gündeme getirdiğini söylüyor. Bunların başında yakın gelecekte kurulacak olan "ideal İsrail Devleti" projesi vardı: Yeshua Ben-Shoshan, Tapınak'ın yeniden inşasının ardından, İsrail'in, 70 bilge Kabalacıdan oluşan Sanhedrin kurulu tarafından yönetilecek bir Yahudi teokrasisine dönüşeceğinden söz etmişti. Bu, Gush liderlerinin de hesapladıkları şeydi ama bunu açıkça söylemeyi asla uygun bulmamışlardı.3

Kısacası, Machteret Yehudit'in üyeleri, herkesin yapmak istediği bir işi, sabırsızlıkları nedeniyle, uygun olmayan bir zamanda yapmaya kalkmışlardı. Bu nedenle, aslında, gerek Gush Emunim gerekse İsrail hükümeti, Machteret Yehudit'e ve eylemine gizli bir sempati ile bakmışlardı. İsrail mahkemesi, kanunlara göre suç oluşturan bu eylemi doğal olarak cezalandırdı ama mahkeme kararından bir gün sonra, Başbakan Yitzhak Şamir, Machteret Yehudit üyeleri için şöyle diyebiliyordu: "Hepsi harika insanlar ama bir hata yaptılar." Gush Emunim'in önde gelen ismi Haham Moşe Levinger de eylemin teorik olarak doğru ama zamanlama yönünden yanlış olduğu yönünde görüş bildirdi.4

Amerikalı Yahudi gazeteci Robert Friedman, Machteret Yehudit olayının derinleme bir incelemesini yapmıştı. Verdiği ilginç bilgiler vardı: O dönemde İsrail basınındaki yaygın bir iddiaya göre İsrail'in iç güvenlik servisi Shin Bet, Machteret Yehudit'in daha önceki eylemlerini Arap belediye başkanlarının öldürülmesi, İslam Koleji'nin taranması gibi biliyorlardı ve buna rağmen de örgüte hiçbir müdahalede bulunmamışlardı. Friedman'ın yorumuna göre, İsrail otoriteleri aslında örgütün Mescid-i Aksa'yı yıkma planından da haberdar oldukları halde bir süre onlara engel olmamışlar, ancak olayın basına sızması ve sonuçlarının da çok tehlikeli olacağını farketmeleri üzerine Machteret Yehudit'i durdurarak üyelerini tutuklamışlardı. Yitzhak Şamir'in örgütün üyeleri için "harika insanlar" deyişi ya da onları hapse mahkum eden yargıcın kararı açıklarken "bu insanlara yurtseverlikleri nedeniyle saygı ile bakılması gerektiği" şeklindeki garip sözleri, hep bu isteksiz engel oluşun göstergeleriydi. Üst rütbeli İsrail subayı Avi Yitzhak, İsrail yönetiminin Machteret Yehudit'e uzun süre engel olmadığını, çünkü "üst düzey politik ve askeri yöneticilerin, örgütü, demokratik bir devletin yapamayacağı eylemleri yapabilmesi için muhafaza ettiğini" söylemişti. Friedman, "Machteret Yehudit olayı içinde İsrail hükümetinin parmağı vardı ama bunun oranı hiçbir zaman bilinemeyecek" diyor.5

1985 yılında, hapisteki Machteret Yehudit üyelerinin serbest bırakılması için etkili bir kampanya başlatıldı. Kampanyanın en ateşli destekçileri Knesset üyesi politikacılardı. Her partiden, hatta "solcu ve laik" ve sözde barış yanlısı İşçi Partisi'nden bile çok sayıda Knesset üyesi bu "harika insanları" hapisten çıkarmak için çalıştılar. Sonuçta birbiri ardına gelen aflarla hepsi serbest bırakıldı.

Sonuç olarak, Harem-i Şerif'teki İslam mabetlerini yıkarak, yerine Mesih Planı'nın son kehaneti olan Tapınak'ı inşa etmeye çalışan Machteret Yehudit'in gerçekte Kabalacılar (Gush Emunim) ve İsrail hükümetinin izniyle oluşturulmuş bir örgüt olduğunu, ancak örgütün biraz aceleci davrandığı için durdurulduğunu söyleyebiliriz.

Dolayısıyla, Machteret Yehudit'in İslam mabetlerini yıkma planının engellenmiş olması, İsrail yönetiminin bu mabetlerin varlığından memnun olduğu anlamına gelmemektedir. Nitekim bugün İsrail yönetimi, daha dolaylı bir yoldan Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra'yı yıkma yolundadır. Bunun için, bu iki kutsal mabedin altının oyulması yoluna gidilmiştir; ufak bir sarsıntı sonucunda "kendiliğinden" yıkılmaları beklenmektedir. Haftalık Aksiyon dergisi, "İsrail Mescid-i Aksa'yı yıkıyor!" başlığıyla verdiği bir haberde bu konuya değinmişti. Aksiyon'un haberi şöyleydi:

... Yahudilerin Mescid-i Aksa'ya giremiyor olması, Mescid-i Aksa'nın güvenlikte olduğu anlamına gelmiyor. Yahudiler, Müslümanlar için mukaddes olan bu mekanın altını kazı çalışmaları adı altında oyarak, bir şekilde çökertmeye ve kendilerince eskiden orada mevcut olan Tapınaklarını yeniden inşa etmeye çalışıyorlar. Bunun için plan ve projeler bile hazırlamışlar.

Yahudilerin bu konudaki çalışmalarını, Mescid-i Aksa'nın mihrap yönündeki penceresinden aşağı bakınca rahatlıkla görebiliyorsunuz... bu bölgede çok sayıda buldozer ve hafriyat araçları çalışıyor... bu kazı alanının görüntülerini çekmeye çalışırken, çok sayıda İsrail askerinin, başlarında beyaz gömlekli bir arkeologla beraber Mescid-i Aksa'ya doğru ilerlediklerini gördük... Bir kapıdan Mescid-i Aksa'nın altına giriverdiler. Aksa'nın içinde namaz kılan Müslümanların bizlere söyledikleri 'bunlar bir gün bizi Aksa ile birlikte göçürecekler' sözleriyle neyi kastettiklerini şimdi anlıyorduk... kazı çalışmalarının yapıldığı mahale inip bilgi almak istiyoruz, ancak Müslüman olduğumuzu anlayınca yaklaşmamıza bile izin verilmiyor. Filistinli Müslümanlar da bu mahale giremedikleri için onlar da kazının hangi boyuta ulaştığı ve Mescid-i Aksa'nın altının ne kadarlık kısmının oyulduğunu bilmiyorlar.

İsrail, Mescid-i Aksa'ya karşı doğrudan bir saldırıda bulunduğu takdirde... İslam ülkelerinin topyekün cephe almasından çekiniyor... (bu nedenle) tarihi kazı yapıyor gibi göstererek, kendiliğinden çökecek bir hale gelmesi için uğraşıyor. Böylece ülke olarak kendisini geri çekecek ve üzerine bir sorumluluk almadan hedefine ulaşmış olacak.6

Tapınak'ın inşa edilmesi için İslam mabetlerinin yıkılması konusunda, Yahudiler yalnız değiller. Tarihsel müttefikleri de bu konuda onlarla aynı düşünceleri paylaşıyor. Amerikalı Evanjelikler, Tapınak'ın inşası konusunda her zamanki gibi "kraldan çok kralcı" tavrını gösteriyor ve bunun için İsrail'e her türlü desteği veriyorlar.

Amerikalı gazeteci Grace Halsell, Prophecy and Politics adlı kitabında Evanjeliklerin Tapınak'ın yeniden inşa konusunda İsrailliler'e verdikleri örgütlü destekten ayrıntılı olarak söz ediyor. Kitabın "Provoking a Holy War" (Kutsal Savaş Kışkırtmak) başlıklı bölümünde, büyük olasılıkla Müslümanlar ve Yahudiler arasında büyük bir savaş başlatacak olan Mescid-i Aksa'yı yıkma ve yerine Tapınak'ı inşa etme çabalarından bahsediliyor. Halsell, Amerika'daki ilginç bir kurumdan bahsediyor: Kudüs Tapınağı Vakfı. Terry Reisenhoover adlı petrol zengini bir Evanjelik tarafından yönetilen vakfın diğer üyelerini de az, sayıda Yahudi dışında Evanjelikler oluşturuyorlar. Vakfın amacı ise Müslüman mabetlerini yıkmaya çalışan radikal İsraillilere yardım etmek. Reisenhoover kendisini "yeni Nehemya" olarak tanımlıyor. Nehemya, ilk yıkılışının ardından Kudüs'ü inşa eden tarihsel Yahudi kahramanı...

Kudüs Tapınağı Vakfı'nın ikinci adamı ise genel sekreter olan Stanley Goldfoot adlı eski bir Stern teröristi. 1940'lı yıllarda Siyonist terör örgütü Stern'in saflarında King David Oteli'nin bombalanması gibi kanlı eylemler gerçekleştiren Goldfoot, Tapınak'ın inşası için büyük çaba harcayan Yahudilerden biri. Ancak ilginç bir durum var: Goldfoot bir ateist. Ancak buna rağmen Eski Ahit'ten ayetler göstererek Kudüs'ün Yahudilere ait olduğunu ve burada Müslüman mabetlerinin bulunmasının kabul edilemez olduğunu söylüyor. (Bu ilginç durumun nedenini 4. ve 8. bölümlerde birlikte çözmüş, dindar olmayan ırkçı Yahudilerin dini kaynaklara büyük bir bağlılık duyduklarını ve Mesih Planı'na büyük destek verdiklerini incelemiştik.) Goldfoot'un yardımcısı Yisrael Meida, şöyle diyor:

Bu bir egemenlik sorunu. Tapınak Tepesi'ni kontrol eden, Kudüs'ü de kontrol eder. Ve Kudüs'ü kontrol eden, tüm İsrail diyarını kontrol eder... Burası İsrail'in diyarı, İsmail'in değil.7 Yahudiler Müslümanları mutlaka Tapınak Tepesi'nden (Harem-i Şerif) süreceklerdir. Şimdiki nesil yapamazsa, bir sonraki nesil bunu yapar.8

Kudüs Tapınağı Vakfı, Tapınak'ı inşa için fiili olarak uğraşan İsraillilere büyük destek veriyor. Vergiden muaf olan vakıf, bu konu için yıllık yaklaşık 100 milyon dolar bağış topluyor. Para, İsrail'e, Tapınak'ın yeniden inşası için yürütülen projelere aktarılıyor. Vakfın finansal yönden desteklediği grupların başında, İsrail'deki Ateret Cohanim adlı yeshiva (tekke) geliyor. Ateret Cohanim, 1970'lerin başında, Kabalacı ekolün en büyüğü sayılan Zvi Yehuda Hacohen Kook'un Merkaz Harav adlı yeshiva'sının bir uzantısı olarak Kudüs'te kuruldu. Gush Emunim'in önemli kalelerinden biri olan Ateret Cohanim'in en önemli özelliği ise Tapınak'ın yeniden inşasıyla birlikte yeniden başlatılacak olan eski Tapınak ritüelleri üzerine yoğunlaşmış olması. Merkaz Harav'daki Kabalacılar, Tapınak'ın inşasının çok yakın olduğunu düşünüyorlar ve bu nedenle de Hz. Süleyman döneminde Tapınak'ta yapıldığına inandıkları ayinleri hayvan kurban edilmesi, çeşitli tütsüler vs yeniden eksiksiz biçimde uygulamak için öğrencilerini Ateret Cohanim'de hazırlıyorlar. Ateret Cohanim'in yöneticilerinden Kabalacı Haham Shlomo Chaim Hacohen Aviner Tapınak'ın önemini şöyle belirtiyor: "Unutmamalıyız ki, sürgünlerin toplanması (diaspora Yahudilerinin İsrail'e getirilmesi) ve devletimizin kuruluşunun tek bir kutsal amacı vardır: Tapınak'ın yeniden inşası. Piramidin tepesinde, Tapınak bulunmaktadır." 9

Kudüs Tapınağı Vakfı, Amerikalı Evanjeliklerden topladığı bağışları işte bu Kabala merkezine yolluyor. Vakıf, 1984 yılında Mescid-i Aksa'yı havaya uçurmak üzerindeyken tutuklanan Machteret Yehudit'le yakın ilişki içindeydi. Hatta daha sonra mahkemeye çıkartılan Machteret Yehudit üyelerinin avukatlarının bir kısmının paraları da vakfın fonundan ödenmişti.

Kısacası, İsraillilerin Mescid-i Aksa'yı yıkmaya yönelik herhangi bir girişiminin, sayıları 50 milyon civarında olan Amerikalı Evanjelikler tarafından güçlü bir biçimde destekleneceğine kuşku yok.

Yahudilerin öteki tarihsel müttefiği olan masonluğun bu konuda da Yahudilerin yanında yer alıyor olması, olayın bir başka önemli boyutudur. Tüm ideolojisini, sembollerini ve ritüellerini Süleyman Tapınağı'na dayandırmış olan masonluk açısından, Tapınak'ın yeniden inşası, yeryüzündeki en büyük hedeflerden biridir. Bu konu üzerinde masonik kaynaklarda da zaman zaman durulur ve Tapınak'ın yeniden inşasının örgütün temel amaçlarından biri olduğu vurgulanır.

2. bölümde incelediğimiz gibi gerçekte Tapınak Şövalyeleri'nin devamından başka bir şey olmayan masonluğun daha farklı bir yaklaşım içinde olması düşünülemez zaten. 2. bölümün sonunda Tapınakçılar'ın bir dünya egemenliği hesabı yaptıklarına ve bunun için de 2000 yılını belirlediklerine değinmiştik. Umberto Eco şöyle diyordu: "Tapınakçılar, iki bin yılının, onların Kudüs'ünün başlangıcını belirleyeceğini düşünüyorlar: Bir yeryüzü Kudüs'ü." Eco, ayrıca, konunun uzmanlarından Gauthier Walther'in de, La Chevalerie et les Aspects Secrets de I'Histoire adlı kitabında, "Tapınakçılar'ın erki ele geçirme planının 2000 yılında gerçekleştirilmesinin öngörüldüğünü" söylediğine dikkat çekiyordu.

Kuşkusuz Tapınakçılar'ın sözkonusu "yeryüzü Kudüs'ü" planı, Kabalacılar'ın yürüttüğü Mesih Planı'ndan başka bir şey değildir. Ve eğer Tapınakçılar ve de onların modern versiyonları olan masonlar bu "yeryüzü Kudüs'ü"nün 2000 yılında başlayacağını hesaplıyorlarsa, İsrail'in Mescid-i Aksa'yı yıkmasına da canla-başla destek olacaklardır. Çünkü "yeryüzü Kudüs'ü"nün, yani Kudüs'ten yeryüzüne yayılacak Mesihi Yahudi egemenliğinin anahtarı, Kudüs'teki Tapınağın yeniden inşasıdır.

Evanjeliklerin ve özellikle de masonluğun Tapınak'ın yeniden inşası için Yahudilere vereceği destek ise bu işi başarmak için teknik yönden oldukça yeterlidir. Evanjelik ya da mason çevrelerinin dışında, İslam'la bir "medeniyetler çatışması" içine girecek olan Batı dünyası, genel olarak, bu olaya sıcak bakacaktır. Sonuçta, görünen odur ki, İsrailliler iyi bir zamanlama ve "biz istemeden oldu" gibi bir açıklama ile Mescid-i Aksa'yı ortadan kaldıracaklar ve yerine kısa sürede eski Tapınak'ın bir kopyasını inşa edeceklerdir. Kudüs'teki Kabala tekkesi Ateret Cohanim'de Hz. Süleyman zamanında Tapınak'ta yapıldığı öne sürülen tören ve ritüellerin provalarının yapılıyor oluşu boşuna değildir.

İsrail'in gerek Ortadoğu'da gerekse dünya ölçeğinde İslami güçleri zayıflatmak, mümkünse yok etmek için giriştiği savaşın arkasındaki mantıklardan birisi de Tapınak'ın yeniden inşası olabilir. Kuşkusuz Yahudi Devleti Mescid-i Aksa'yı yıktığında Müslümanlarla karşı karşıya geleceğini bilmektedir ve şu an yürüttüğü anti-İslami programın bir amacı da, kaçınılmaz olarak savaşacağı bu gücü önceden mümkün olduğunca zayıflatmak olarak yorumlanabilir.

Uzun yıllar Kudüs'te çalışan Amerikalı arkeolog Gordon Franz, bu konudaki gözlemlerine dayanak şöyle diyor:

Emin olduğum bir şey varsa, Tapınak'ı yeniden inşa etmeyi hedefleyen Yahudilerin o iki camiyi mutlaka yıkmak istiyor oluşlarıdır. Bu yıkımın nasıl olacağı konusunda kesin bir fikrim yok ama olacaktır. Yıkacaklar ve burada onun yerine bir Tapınak inşa edecekler. Ne zaman, nasıl yapılacak bilmiyorum ama yapılacak.10

Houston İkinci Baptist Kilisesi'nden rahip James E. DeLoach ise tüm Yahudilerin camileri yıkıp Tapınak'ı inşa etmek istediklerini, ancak bunu Machteret Yehudit gibi radikal yöntemlerle değil, Aksiyon'un haberinde yer alan şekilde yapacaklarını söylüyor: "Şu bir gerçek; tanıdığım bütün Yahudiler o camilerin yıkıldığını görmek istiyorlar. Ama bana söylediklerine göre, bu yıkım, Tanrı'dan gelecek bir hareketle, örneğin bir depremle ya da ona benzer bir şekilde gerçekleşecek." 11

İsrail'in bir şekilde Harem-i Şerif'teki İslam mabetlerini yıktığını ve Tapınak'ı inşa ettiğini varsayalım. Bu durumda Mesih için gerekli tüm kehanetler yerine getirilmiş ve 500 yıllık Plan sona ermiş olacaktır.

Peki, Mesih gelecek midir?

 

 

Mesih ve Hz. Süleyman

 

 

Tüm bu kitap boyunca Kabalacılar'ın nasıl bir zihin yapısına olduklarını, nasıl bir egemenlik öngördüklerini ve ne tür yöntemler kullandıklarını inceledik. Mesih Planı'nı tasarlayan ve nesilden nesile uygulamaya devam eden bu "Siyon Bilgeleri", Yahudi egemenliğinin ancak Mesih'in gelmesiyle gerçekleşeceğini düşünüyorlar ve bunun için de kutsal kaynaklarda yer alan kehanetlerin birer birer gerçekleşmesi gerektiğine inanıyorlardı. Ancak bu kehanetlerin oluşması için oturup beklemediler; Kabala'dan çıkardıkları "tekniğe" göre, bu kehanetleri kendi elleriyle, ya da kendilerine itaatkar olan ırk bilinci yüksek Yahudileri ve kendi otoritelerine boyun eğen Tapınakçı/masonları kullanarak gerçekleştirebilirlerdi. Bu Kabala tekniği ile, Yahudilerin dünyanın dört bir yanına dağıtılması ve sonra da Filistin'e götürülmesi, Yeni Seküler Düzen'in (Novus Ordo Seclorum) kurulması gibi büyük işlerin başarıldığını önceki bölümlerde birlikte keşfettik.

Bu nedenle, 500 yıllık Mesih Planı'nın nihai hedefi olan Mesih'in yeryüzüne inişi konusu da Kabalacılar için bir sorun olmayacaktır. Kolaylıkla, kendi kendilerine bir Mesih üretir, aralarından birini, en kıdemlisini, Mesih ilan edip Yahudi toplumunun önüne sürebilirler.

Nitekim tarihteki sahte Mesih hareketleri bunu doğrulamaktadır. Yahudi tarihinin farklı dönemlerinde ortaya sahte Mesih'ler çıkmıştı. Ancak bunların en önemlileri, Ortaçağ'ın sonlarında patlak veren üç büyük hareket, yani Jacob Frank, Solomon Molcho ve Sabetay Sevi adlı üç Mesih taslağının önderliğindeki Mesih hareketleriydi. Bu üçlünün ortak özelliği ise birer Kabalacı oluşlarıydı. Ancak hepsi de büyük Kabalacıların çizgisinden sapmış ve Mesih Planı'nın uzun gelişimini beklemekten sıkılarak kendi kendilerini Mesih ilan ederek Plan'ı hızlandırmayı denemişlerdi. Kuşkusuz başarısız oldular; sabırsızlık Mesih Planı'yla hiç uyuşmayan bir özellikti çünkü. "Giriş" bölümünde de, Mesih'in gelişini "hızlandırmak" için bilinmeyen bazı Kabala ritüellerini uygulamaya çalışan üç Kabalacının bu disiplinsiz tavırlarını hayatlarıyla ödediklerine değinmiştik.

Ama tüm kehanetler yerine getirildikten sonra ortaya bir Mesih çıkarmak Kabalacılar için sorun değildir ve olmayacaktır. Önemli olan, bu Mesih'in misyonunun ne olacağı, 500 yıldır gelişi için çalışılan bu liderin ne tür bir yol izleyeceğidir.

Bu konuyu incelerken karşımıza çıkan ilk önemli bilgi, Mesih'le Hz. Süleyman arasındaki Yahudilerce kurulan benzerliktir. Yahudi literatüründe konu ile ilgili olarak verilen bilgilerin başında, Mesih'in Hz. Süleyman'a olan büyük paralelliği dikkat çeker. Yahudiler, Hz. Süleyman'ın elde ettiği büyük askeri ve siyasi gücün, Mesih'le birlikte yeniden gerçekleşeceğini, Hz. Süleyman zamanındaki İbraniler gibi kendilerinin de tüm Kutsal Topraklar'a hakim olup, daha da ötesinde, dünyayı yöneteceklerini düşünürler. Mesih'in Hz. Süleyman'ın soyundan geleceği yönündeki inanç, bu iki insan arasında kurulan paralelliğin bir sonucudur. Mesih zamanında Hz. Süleyman'ın yıkılmış Tapınağının yeniden inşa edileceği ve Mesih'in bu Tapınaktan tüm Kutsal diyarı yöneteceği yönündeki beklentiler de, Yahudilerin zihninde kurulmuş olan Mesih ve Hz. Süleyman arasındaki paralelliğin birer sonucudur.

Ancak bu noktada çok önemli bir gerçekle karşı karşıyayız. Yahudiler, bekledikleri Mesih'i Hz. Süleyman'ın bir benzeri olarak düşünmektedirler, ancak onların zihnindeki Hz. Süleyman gerçek Hz. Süleyman değildir. Kuran'da "Ve onlar (Yahudiler), Süleyman'ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi; ancak şeytanlar inkâr etti..." (Bakara Suresi, 102) ayetiyle, Yahudilerin Hz. Süleyman hakkında "şeytanlar" tarafından üretilen yalan ve iftiralara inandıkları haber verilmektedir. "Giriş" bölümünde de değindiğimiz gibi Yahudiler sözkonusu çarpıtma sonucu, bir peygamber ve Allah'ın örnek bir kulu olan Hz. Süleyman'ı çok farklı biçimde algılamaktadırlar. Onlar Hz. Süleyman'ı bir peygamber olarak kabul etmezler. Hz. Süleyman'ı Yahudi ırkını başarılara taşımış bir "kral" olarak görmektedirler. Ve bu sapkın bakış açısının en önemli unsurlarındanbirisi de, Hz. Süleyman'ın elde ettiği gücün ki bu güç, Kuran'da bildirildiği gibi rüzgarları kontrol etme, madde nakli gibi yetenekleri içermektedir, büyü ile elde edildiğine inanılmasıdır. (Hz. Süleyman'ı tenzih ederiz.)

Oysa gerçek çok farklıdır. Hz. Süleyman, kendisine atılan iftiranın aksine, elde ettiği güçleri ve siyasi iktidarı "büyü" ile elde etmiş değildir. Bunlar kendisine Allah'ın verdiği birer lütuftur. Allah, Kuran'da belirtildiği üzere, Hz. Süleyman'ın emrine cinleri vermiş ve o da bunları bir takım mucizevi işler gerçekleştirmek için kullanmıştır. Kuran'ın farklı surelerinde, Hz. Davud'a ve oğlu Hz. Süleyman'a verilen sözkonusu olağanüstü güçler ve bunun karşılığında onun Allah'a şükredişi anlatılır. Neml Suresi'nde şu şekilde bildirilmektedir:

 

Andolsun, Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik: "Bizi inanmış kullarından birçoğuna göre üstün kılan Allah'a hamdolsun." dediler. Süleyman, Davud'a mirasçı oldu ve dedi ki: "Ey insanlar, bize kuşların konuşma-dili öğretildi ve bize her şeyden (bol bir nimet) verildi. Gerçekten bu, apaçık bir üstünlüktür." Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı ve bunlar bölükler halinde dağıtıldı. (Neml Suresi, 15-17)

 

Sebe Suresi'nde geçen konuyla ilgili ayet ise şöyledir:

 

Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik); erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin izniyle iş gören bir kısım cinler vardı. Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından taddırırdık.

Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. "Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın." Kullarımdan şükredenler azdır. (Sebe Suresi, 12-13)

 

Enbiya ve Sad Sureleri'nde ise Hz. Süleyman'ın emrine verilen şeytanlar (şeytani cinler) hakkında şöyle buyrulmuştur:

 

Süleyman için de, fırtına biçiminde esen rüzgara (boyun eğdirdik) ki, kendi emriyle, içinde bereketler kıldığımız yere akıp giderdi. Biz her şeyi bilenleriz. Onun için denizde dalgıçlık yapan ve bundan başka iş(ler) de gören şeytanlardan kimseleri de (emrine verdik). Biz onların koruyucuları idik. (Enbiya Suresi, 81-82)

 

(Süleyman dedi ki) "Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin." Böylece rüzgarı onun buyruğu altına verdik. Onun emriyle dilediği yöne yumuşakça eserdi. Şeytanları da; her bina ustasını ve dalgıç olanı. Ve (kötülük yapmamaları için) sağlam kementlerle birbirine bağlanmış diğerlerini. "İşte bu, bizim vergimizdir. (Ey Süleyman) Artık sen de hesaba vurmaksızın ver ya da tut." Şüphesiz, onun Bizim katımızda gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır. (Sad Suresi, 35-40)

 

Kabalacılar, tümüyle İlahi olan bu olayları, sözde "büyü" ile açıklamakta ve tüm bunlara şeytani bir yorum getirmektedirler. Giriş'te de vurguladığımız gibi Bakara Suresi'nin102. ayetini tefsir eden İslam alimleri bu konuya dikkat çekmişlerdir. Elmalılı Hamdi Yazır, Hz. Süleyman hakkında yapılan bu iftirayı anlatıyor ve "şeytan"ların "... ey insanlar, bilmiş olunuz ki, Davud oğul Süleyman, bir sihirbazdı. Cinleri ve şeytanları, rüzgarları hep sihriyle emri altına alırdı. O neye ulaştı ise sihir ilmiyle ulaştı" dediğini bildiriyor. Ayrıca bu iftiranın Yahudilerce kabul görmesinin ardından, Yahudilerin de aynı gücü elde etmek için büyüyle yoğun biçimde ilgilenmeye başladıklarını yazıyor. Bir başka tefsirde, Safvetü't-Tefasir'de bildirildiğine göre, Peygamberimiz (s.a.v.)'ın Yahudilere Hz. Süleyman'ın da bir peygamber olduğunu söylediğinde, Yahudiler şaşırarak "O, sadece bir sihirbazdı" demişlerdir.

Bu durumda Yahudilerin kafasındaki Mesih kavramı, aslında Hz. Süleyman'ın tam tersi özelliklere sahip bir insandır; Hz. Süleyman gibi Allah'a teslim olmuş bir kul ve peygamber değil, seküler bir iktidar kurmuş bir "büyücü"... Bu ise bir "Mesih" değil, gerçekte bir "deccal"dir. (Deccal: Büyük yalancı, büyük saptırıcı, insanları sapıklığa, çürümeye, inkara sürükleyen yalancı lider).

Yahudilerin bekledikleri Mesih'in gerçekte bir deccal, İslam kaynaklarında söylendiği gibi bir Mesih-i Deccal olduğunu az sonra inceleyeceğiz. Ama öncelikle bu konuda bize ışık tutan bir örneğe bakmakta yarar var.

Az önce tarihteki sahte Mesih hareketlerine değinmiştik. Bu hareketlerin, disiplinsiz de olsalar, Kabalacılar tarafından yönetilmiş olması bizim için son derece önemlidir. Çünkü bu "sahte Mesih" Kabalacılar kuşkusuz Mesih'le ilgili kehanetleri çok iyi biliyorlardı. Kendilerini Mesih ilan ettiklerinde de, asıl Mesih'in yapacağı şeyleri yapmaya çalıştılar. Bu nedenle, bu sahte Mesihlerin eylemlerini inceleyerek, günümüzdeki Yahudilerin bekledikleri hatta "ayak seslerini" duydukları asıl Mesih'in neler yapacağını önceden kestirebiliriz.

Sahte Mesihler içinde en önemli olanı, Yahudilerin de kabul ettiği gibi Sabetay Sevi'dir. 17. yüzyılın ortasında Osmanlı İmparatorluğu içinde Yahudi tarihinin en önemli sahte Mesih hareketini başlatan ve başarısızlığının ardından da farklı bir taktik izleyerek müritleriyle birlikte görünüşte Müslüman olan Sevi'ye bir göz attığımızda, Yahudilerin bekledikleri Mesih'in gerçekte bir deccal olduğunun işaretlerini görebiliyoruz. Çünkü Sevi de kendi çapında küçük bir deccaldir.

 

 

Sabetay Sevi ve "Günahın Kutsallığı" Teorisi

 

 

Türkiyeli Yahudilerin kendi cemaatlerine yönelik olarak yayınladıkları haftalık Şalom gazetesi, "Sabetay Sevi" başlıklı uzun bir araştırma dizisi yayınlamıştı. Yomtov Bensason ve Erol Levi Coşkun'un hazırladığı araştırmada Sevi'nin Mesihlik macerası, bunun Kabala'yla olan ilgisi ve Sevi taraftarlarının "mumsöndü" ayinleri anlatılıyordu. Sefarad kökenli olan Sevi'nin kendisinin Mesih oluşuna ikna oluşu şöyleydi:

19 yaşında haham payesini alan Sabetay 40 yaş kısıtlamasına rağmen Kabala'yı öğrenmeye başlar. Bu öğrenimi, davranışlarında büyük değişiklikler yaratır. Uzun süren oruçlar tutar, sık sık, kışın bile denize girer. Ailesi kendisini iki kez evlendirir. Zohar'ın (Kabala'nın temel kitabı) etkisi ile temiz kalmak istediğinden her iki eşine de elini sürmez ve boşanır. Yirmi yaşlarında sara nöbetleri geçirmeye başlar... Söylediği dualar ve şarkılar hayranlık uyandırır. Şarkılarının bir kısmı erotiktir...

Gerek doğum tarihinin, gerek isminin, Kabala'nın İbrani harflerine verdiği değerlerle hesaplandığında çok ilginç neticeler vermesi; hastalığı, Polonya'daki Chmielnicki katliamı ve Zohar'da Maşiah'ın (Mesih) 1648 yılında geleceği inancı, Sabetay'ı 22 yaşında harekete geçirir: Yandaşlarına Maşiah olduğunu açıklar... Talmud'a göre söylenmesi yasak olan, Y (yud) harfi ile başlayan tetragramı, yani Tanrı'nın adını söyler. (Bu adı sadece yıkılan ikinci mabedin Kohen Gadol'u veya dünyaya gelerek mabedi yeniden kurabilecek olan Maşiah söyleyebilir.) 12

Sevi'nin asıl etkisi, Kudüs'e yaptığı yolculukla birlikte başladı. Burada hikayenin ikinci büyük kahramanı olan Gazzeli Nathan ile tanıştı. Isaac Luria'nın Kabala okuluna bağlı olan Nathan, Sevi'yle kader birliği ettikten kısa bir süre sonra, kendisinin peygamber olduğunu ve Sevi'nin Mesih olduğunu bildiren vahiyler aldığını iddia etti. Bu haberler Yahudi dünyasının dört bir yanına dalga dalga yayıldı ve oldukça önemli bir etki yarattı. İzmir'e dönen Sevi, Nathan'ın da desteğiyle, politik gücü ele alacağını ima etmeye başladı. Müritleri, yakında Sevi'nin Türk Sultanı'nı savaş yapmadan yeneceğini ve kendine köle edeceğini söylemeye başladılar. Osmanlı otoriteleri durumu haber aldılar ve Sevi yargılanmak üzere Sultan'ın önüne çıkarıldı. Burada ölüm ya da tevbe seçenekleri ile karşılaşınca İslam'ı seçtiğini ilan etti ve "Aziz Mehmet Efendi" adını aldı. Bu tabii göstermelik bir din değiştirmeydi. Nathan, Sevi'nin bu hareketinin Kabalistik hikmetini açıklamıştı: Mesih, "kötülük krallığını" yıkmak için onun içine girmişti.13

Sevi'nin müritleri de "kötülük krallığını yıkmak için" onun içine girdiler ve Yahudilik'ten dönerek topluca İslam'ı kabul ettiklerini açıkladılar, o tarihten sonra da "dönme" olarak tanımlandılar. Yahudi tarihçi Eli Barnavi, dönme tarikatının 1924'de kadar Yunanistan'da (özellikle Selanik'te) varlığını koruduğunu, sonra da Türkiye'ye taşındığını yazıyor.14 Dönmeler varlıklarını korurken bir yandan da "kötülük krallığı" dedikleri Osmanlı'ya ve İslam'a örtülü saldırılar düzenliyorlardı. Halife Abdülhamit'e karşı faaliyet gösteren muhalefette büyük rol oynadılar ve Şalom'da yer alan ifadeye göre, "... keskin bir ate, laik, din aleyhtarı, materyalist zihniyetin ortaya çıkmasına neden oldular. Bilhassa 19. yüzyıldan itibaren, Avrupa'da ve Türkiye'deki kontestater, din karşıtı, nihilist ve ihtilalci hareketlerde gayet faal rol oynadılar." 15

Sevi hikayesinin bizi burada asıl olarak ilgilendiren yönü ise Sevi'nin öne sürdüğü "günahın kutsallığı" teorisidir. Sevi, kendisini Mesih sandıktan sonra Yahudi dininin günah saydığı eylemleri birbiri ardına işlemeye başlamıştı. Söylenmesi yasak olan Tanrı'nın ismini (YHWH) ısrarla söyledi, Şabat gününe uymadı, yenmesi dinen yasak olan yağları ki bu yağlardan Kuran'da da söz edilir (En'am Suresi, 146) yedi. Sevi günah olan şeyleri birer birer serbest bırakıyordu. Encyclopaedia Judaica, Sevi'nin bu davranışlarının, kendisinin "tüm günahları serbest bırakma"ya yönelik bir misyonu olduğu inancından kaynaklandığını yazıyor. Kudüs İbrani Üniversitesi'nden Gershom G. Scholem ise Major Trends in Jewish Mysticism adlı kitabında Sevi'nin bu davranışlarının "günahın kutsallığı" doktrinine dayandığını belirtiyor.

Evet, Sevi, tüm gühahların serbest olduğunu ilan etmeye başlamıştı. Bunların arasında, Türk toplumunda "mumsöndü" olarak da bilinen eş değiştirme ayini de vardı. Şalom, Sevi taraftarlarının kutladıkları "Kuzu Bayramı"nı, öteki adıyla "Dört Kalp Bayramı" şöyle anlatıyor:

... Bu bayram, Dönmelere karşı olanların belki de haklı olarak bir koz olarak kullandıkları bayramdır... Bu bayrama o gece katılanların mutlaka evli olmaları gerekir, bekar olanlar kız veya erkek hiçbir şekilde kabul edilmez, hatta bu bayram hakkında bilgi dahi verilmez. O geceye en az iki evli çift katılır, daha fazlası olabilir. Kadınlar en şık elbiselerini giyer ve en kıymetli takıları ile ziyafet masasında servis yaparlar. Bir müddet hep beraber eğlenildikten sonra halk dilinde mumsöndü olayına geçilerek bütün ışıklar söndürülür. Kadın veya erkeğin o gece dilediği ile yattığı ve o ge-ce bu birleşmeden doğan çocuğun, ilerde Maşiah (Mesih) olacağı söylenir.16

Kısacası sahte Mesih Sabetay Sevi, büyük bir günah olan zinayı, hem de zinanın en çirkin şekli olan eş değiştirmeyi serbest bırakmış, hatta bunu müritlerine tavsiye etmişti. Başta dediğimiz gibi bu durum, Sevi'nin gerçek bir Mesih, yani bir kurtarıcı değil, bir deccal, yani aldatıcı ve saptırıcı olduğunu göstermektedir.

Yahudilerin yüzyıllardır bekledikleri Mesih'i taklit etmeye çalışan Sevi'nin bu karakteri, kuşkusuz bizlere asıl Mesih için önemli bir ipucu vermektedir. Eğer Sevi günahın kutsallığını yayarak kendi çapında bir deccallik yaptıysa, İsrailli Kabalacılar'ın bugün gelişini gözledikleri asıl Mesih de daha büyük çapta bir deccallik yapacak, günahın kutsallığını daha etkili biçimde yayacaktır. Olayın bir başka ilginç yönü, küçük deccal Sevi'nin İslam'ı "kötülükler krallığı" olarak tanımlaması ve onu "yıkmak" için mücadele etmiş olmasıdır. Asıl deccal olan asıl Mesih (Mesih-i Deccal) de daha geniş bir boyutta İslam'la çatışacaktır.

Yahudi kaynaklarından Mesih ile ilgili olarak elde ettiğimiz bu ipuçlarının ardından, şimdi İslam kaynaklarına bakmak gerekmektedir. Çünkü Yahudilerin asırlardır bekledikleri, gelsin diye 500 yıllık bir Plan yaptıkları ve adına da "Mesih" dedikleri deccal, İslam kaynaklarında ayrıntılı bir biçimde anlatılmaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İslam Kaynaklarında "Ahir Zaman"

 

 

Kitabın şimdiye kadarki bölümlerinde hep Yahudilerin ve kısmen de hıristiyanların Mesih inanışlarından ve dünyanın son dönemleri ile ilgili beklentilerinden söz ettik. Ancak sözkonusu dinlerin her ikisi de, ilahi kaynakları tahrif edilmiş, dejenere edilmiş birer dindir ve her konuda olduğu gibi dünyanın geleceği hakkındaki hükümlerine de tam olarak güvenmek doğru olmaz. Buna karşın, İslam tahrif edilmemiş tek ilahi dindir. Kuran, Resulullah'a (s.a.s.) vahyedildiği haliyle elimizdedir. Ayrıca Peygamberimiz (s.a.v.)'ın pek çok güvenilir hadisi de bize ulaşmıştır. Ve bu kaynaklarda, özellikle hadislerde, dünyanın geleceği konusu hakkında son derece detaylı bilgiler verilmektedir. Bu bilgilere bakarak, hem insanlığın geleceğini hem de bu gelecek içinde önemli bir yer tutan Mesih Planı'nın nasıl sonuçlanacağını tahmin edebiliriz. (En doğrusunu Allah bilir. )

İslam kaynaklarında, dünyanın son dönemlerde, aralarında Mesih'in ortaya çıkışı da dahil olmak üzere son derece büyük olayların yaşanacağı anlatılır. Bu zaman dilimi, kıyametten bir süre öncedir ve "ahir zaman" (son zaman) diye adlandırılır. Ahir zamanda neler yaşanacağı Peygamberi Efendimizin hadislerinde ayrıntılarıyla tarif edilmektedir. Çeşitli İslam büyüklerinin de ayet ve hadislere dayanarak yaptıkları açıklamalar vardır.

Ahir zamanla ilgili olarak verilen bilgileri çok kısa olarak şöyle özetleyebiliriz: Ahir zaman, insanlarının çoğunun sapkınlığa düşeceği, İslam'ın zayıflayacağı, din aleyhtarı ve zalim bir sistemin tüm dünyaya egemen olacağı bir dönemle birlikte başlayacaktır. Bu dönem, çeşitli deccallerin insanları saptırmasıyla oluşacak ve sürecektir. Ahir zamanda oluşacak olan zulüm ve inkar sistemi, "fitne" olarak tanımlanır. "Fitne" insanların manevi yönden sapmaları (Allah'ı tanımamaları, O'nun hükümlerinden yüz çevirmeleri) yanında büyük bir anarşi ortamını, savaş, zulüm ve kan dolu bir sistemi ifade etmektedir.

Ahir zamanda doğacak olan bu fitne sırasında, Müslümanlar da çeşitli nedenlerden dolayı zor bir durum içinde olacaktır. İslam, içine sokulmuş olan pek çok "bidat" (dinin aslında yeri olmayan sonradan eklemeler, hurafeler, vb.) nedeniyle aslından kopmuş olacak, Müslümanların bir kısmı İslam'a yalnızca sözde bağlanmış bir konumda olacaktır.

İşte bu ortam içinde, pek çok güvenilir hadiste haber verildiği gibi Allah, hem İslam ümmetinin hem de tüm insanlığın kurtuluşu için "Mehdi" olarak tanımlanan bir lideri seçip gönderecektir. Mehdi, kendisine "hidayet" (doğruya ve hayra yönelme, iman) verilen ve insanların hidayetine aracı olan anlamına gelir. Mehdi, din aleyhtarı düşünce sistemini yıkarak insanları imana yöneltecek, İslam'ı bidat ve hurafelerden kurtararak asıl saf haline döndürecek, hilafet kurumunu yeniden oluşturarak İslam ümmetine halife olacak ve Allah'ın hükümlerini eksiksiz uygulayacaktır.

Ancak Mehdi İslam'ı "ihya" edip (hayata döndürüp) Müslümanları birleştirirken, öte yandan karşıt bir güç, önceki deccallere göre çok daha etkili ve güçlü bir deccal (saptırıcı) ortaya çıkacaktır. Bu deccal, hadislerde bildirildiği üzere, kendisinin Mesih olduğunu öne sürecektir ve bu nedenle de Mesih-i Deccal olarak tanımlanır. Yine hadislerde bildirildiği üzere, Mesih-i Deccal Yahudidir, Yahudiler arasından çıkacaktır ve ona uyanların büyük kısmı da Yahudi olacaktır. Mesih-i Deccal parapsikolojik yeteneklere, hipnoz gücüne sahip olacak, büyü yoluyla bazı olağanüstü işler yapacak ve böylece bağlılarının sayısını artıracaktır. (Dikkat edilirse, bu Mesih-i Deccal, Kabalacıların Mesih Planı sonucunda bekledikleri kişidir, buna ilerde yeniden değineceğiz).

Dolayısıyla ahir zamanın bir devresinde yeryüzünde iki büyük güç merkezi oluşacaktır. Mehdi önderliğindeki İslam dünyası ve Mesih-i Deccal'in ruhani önderliğindeki din karşıtı cephe (hadislerde hıristiyanların önemli bir bölümünün de Mesih-i Deccal'i Hz. İsa (a.s.) sanarak ona bağlanacakları haber verilir). Bu durum, ahir zamanın son önemli liderinin, Hz. İsa'nın yeryüzüne inmesi ile değişir.

Hz. İsa veya Kuran'da sık sık tekrarlandığı gibi Meryem oğlu İsa Mesih, çok sayıda güvenilir hadiste bildirildiği üzere, ahir zamanda yeniden yeryüzüne dönecektir. (Kuran'da da bu konuya işaret eden çok sayıda ayet vardır). Hz. İsa, Mehdi ile birleşecek ve onunla birlikte Mesih-i Deccal'in liderliğindeki din karşıtı cepheye karşı mücadeleye girişecektir. Yine hadislerde bildirildiği üzere, hıristiyanların önemli bir bölümü, Hz. İsa'nın ortaya çıkışından bir süre sonra, gerçek Mesih'in o olduğunu anlayarak Mesih-i Deccal'i terkedip, İslam'ı kabul edecektir. Böylece Mesih-i Deccal, yegane bağlıları olan inkarcılar ve inkarcı Yahudilerle birlikte yalnız kalacak ve iki taraf arasında büyük bir savaş yaşanacaktır. Kitab-ı Mukaddes'te Armagedon olarak bilinen bu savaş, Arapça'da Melaheme-i Uzma olarak adlandırılır. Savaş Müslümanlar tarafından kazanılacak, Mesih-i Deccal öldürülecektir. Bunun ardından, tüm dünya İslam'ın egemenliği altına girecek; ahir zamanda yeryüzünü adaletsizlik ve zulümle dolduran fitne, yerini ilahi adalet, bereket ve barışa bırakacaktır. Bu "altınçağ" bir süre devam ettikten sonra yine dejenerasyon başlayacak, insanlar dinin aslından uzaklaşmaya, şirk (Allah'tan başka ilahlar edinme) ve inkara sapmaya başlayacaklardır. Bunun ardından da tüm evrenin helak edilmesi ve ahiret hayatının başlangıcı anlamına gelen kıyamet gerçekleşecektir.

Ahir zamanda yaşanacak olaylar özetle böyledir. Bazı Müslümanlar, ahir zamanın çok daha ileri tarihlerde yaşanacak bir dönem olduğunu, şu an içinde bulunduğumuz dönemin ahir zamanla ilgisi olmadığını düşünüyor olabilirler. Ancak, konuyla ilgili kaynakların gösterdiğine göre, ahir zaman hiç de uzak değildir; hatta şu an ahir zamanın içindeyiz!...

 

 

Ahir Zamanın Zamanı

 

 

Hadisler bizlere ahir zamanın ilk evresinin büyük bir fitne olacağını haber veriyor. Bu fitnenin en büyük özelliği insanların dinden sapmaları, ikinci özelliği ise dünyada büyük bir kargaşa, savaş, adaletsizlik yaşanmasıdır. Bediüzzaman Said-i Nursi, Mektubat'ta ahir zaman fitnesinden şöyle söz eder: "Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı nemrudane, gittikçe ahir zamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, uluhiyeti inkar edecek bir dereceye gelir." Yani; Tabiatçı ve materyalist felsefeden doğan bir "nemrudi" (Hz. İbrahim'in mücadele ettiği deccal) akım, ahir zamanda maddeci felsefe sayesinde yayılarak kuvvet bulup, Allah'ı inkar edecek bir dereceye gelecektir. Bu, ahir zaman fitnesinin daha önce hiç görülmemiş derecede büyük bir inkar (küfür) sistemi kuracağını haber verir.

Kitabın başından beri incelediğimiz Yeni Seküler Düzen (Novus Ordo Seclorum), işte bu fitnedir.

Düzen, dünya tarihinde hiç olmadığı kadar insanları sekülerleştirmiş, dinden koparmıştır. Protestanlık ve ardında Aydınlanma ile Avrupa'da doğan seküler düzen (buna daha akademik bir ifadeyle modernite de denebilir) tüm diğer coğrafyalara ithal edilmiş, insanların Allah'tan uzak, O'ndan bağımsız bir hayat yaşayabileceği vehmi zihinlere enjekte edilmiştir. Dini kimliklerin yerine seküler kimlikler üretilmiş, dini otoritelerin yerine seküler otoriteler yerleştirilmiştir.

Yeni Seküler Düzen'in yeryüzünde oluşturduğu anarşi ve zulüm de ahir zaman fitnesinin tanımına uymaktadır. Düzen, kitabın önceki bölümlerinde gördüğümüz gibi tüm yeryüzünü kana boğmuştur. Avrupa'daki mezhep savaşlarından Fransız ya da Bolşevik devrimleri gibi ihtilallere, ulus-devlet çatışmalarından dünya savaşlarına, ideolojik çarpışmalardan Üçüncü Dünya katliamlarına kadar pek çok toplu ölüm ve acı, bu Düzen'in sonuçlarıdırlar. Düzen'in zirveye tırmandığı 20. yüzyıl, daha önceki dünya tarihiyle kıyaslanamayacak kadar kanlıdır. Düzen'i kuran ve yöneten Yahudi önde gelenleri, Kuran'da bildirilen "... (Yahudiler) yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar..." (Maide Suresi, 64) hükmü uyarınca, yeryüzünde bozgunculuk üretmişlerdir. İsra Suresi'nin başında haber verilen İsrailoğullarının çıkaracağı global bozgunculuk ve kibirli-yükseliş, ahir zaman fitnesinin kendisidir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Ahir zamanın zamanı konusunda bize yol gösteren asıl konu ise Mehdi konusudur. Mehdi, az önce belirttiğimiz gibi ahir zamanın büyük fitnesi zamanında ortaya çıkacak ve bu fitneyi bastıracaktır. Mehdi'nin ne zaman çıkacağı ise hadislerde en çok üzerinde durulan konulardan biridir. Mehdi'nin geleceği zaman bellidir ve bu da, ortaya çıkışından kısa bir süre önce belirecek alametler ile anlayanlara duyurulacaktır.

1480-1567 yılları arasında yaşamış olan Ali bin Hüsameddin El Muttaki'nin hadislere ve diğer İslami kaynaklara dayanarak yazdığı Ahir Zaman Mehdi'sinin Alametleri (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman) adlı kitapta, Mehdi'nin gelişinden önceki ortamla ilgili Peygamberimiz (s.a.v.)'ın şu haberi aktarılmaktadır: "Ahir zamanda ümmetimin başına, sultanlarından şiddetli belalar gelir, öyle ki yerler Müslümanlara dar gelir. O zaman Allah, daha önce zulümle dolu olan dünyayı adaletle dolduran benim soyumdan birisini gönderecektir." 17

Peygamberden bize ulaşan bir diğer hadis ise şöyledir: "Yemin ederim ki bu ümmete öyle şiddetli belalar gelecek de, kişi zulümden gaddarlıktan kurtulmak için sığınacak bir yer bulamayacaktır. Öyle sıkıntılı bir sırada Allah, benim hanedanımdan bir kimseyi gönderecek." 18

Bu hadisler, Mehdi'nin ortaya çıkışından hemen önce, İslam ümmetine karşı çok büyük bir saldırı, çok büyük bir baskı olacağından söz etmektedir. Ve, bir önceki bölümde incelediğimiz gibi bugün Düzen'in dünya Müslümanlarına karşı girişmiş olduğu saldırının tanımı tam da budur. Hadiste geçen "ümmetimin başına sultanlarından şiddetli belar gelir" ifadesi, İslam dünyasının dört bir yanında bolca bulunan ve Düzen'le (özellikle de İsrail'le) işbirliği içine girerek ülkelerindeki Müslümanlara baskı uygulayan seküler liderleri tarif etmektedir. Son otuz-kırk yıla bir göz attığımızda, bu "sultan"ların; Şah Rıza Pehlevi, Habib Burgiba, Cafer Numeyri, Enver Sedat, Hüsnü Mübarek, Kral Hüseyin, Cezayir cuntası, Fas Kralı Hasan, Hafız Esad, Suharto gibi örneklerini gözlemleyebiliriz.

Ahir zamanın en önemli olaylarının başında Mehdi'nin ortaya çıkışı ve onun liderliğinde İslam egemenliğinin kurulması gelmektedir. Bu nedenle, bu konuyu daha ayrıntılı incelemek gerekiyor.

 

 

Mehdi Konusuna Giriş

 

Ayetlerde, ahir zamanda Mehdi'nin çıkarak İslam'ı hayata döndüreceğine dair pek çok işaret bulunmaktadır. Mehdiyet konusu ile ilgili Kuran'da bildirilen hususlardan birisi, İslam ahlakının yaygınlaşıp insanlar arasında hakim olacağıdır. Tevbe Suresi 32. ve 33. ayetlerde şöyle buyurulmuştur:

Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur.

Ayette İslam'ın bütün dinlere (farklı inanç ve yaşam sistemlerine, İslam-dışı her türlü ideoloji ve güce) üstün kılınacağı haber veriliyor. Bu vaat Peygamberimiz (s.a.v.)'ın ve dört halife zamanında yerine gelmişti. O dönemde İslam karşılaştığı her dine üstün geldi. Ancak bugün İslam, dünyanın dört bir yanındaki dinlerle muhataptır ve Allah İslam'ı onlara da üstün kılacaktır. Bu ise İslam'ın sonunda tüm dünyaya egemen olacağı anlamına gelir.

Enbiya Suresi'nin 105. ve 106. ayetlerinde de, yeryüzünün sonunda

"Allah'ın salih kulları" tarafından hakimiyet altına alacağı haber verilir:

Andolsun, biz Zikir'den sonra Zebur'da da: "Şüphesiz Arz'a salih kullarım varisçi olacaktır" diye yazdık. Gerçek şu ki kulluk eden bir topluluk için bunda (Kur'an'da) 'açık bir mesaj' (veya gerçek bir çıkış yolu) vardır.

Allah Nur Suresi'nin 55. ayetinde ise şöyle bildirmiştir:

Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vaadetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır.

 

Ayette, şirk koşmadan, katıksız bir biçimde Allah'a kulluk eden ve "salih amel" işleyen (O'nun hükümlerini koruyan, yolunda çabalayan, cihad eden) müminlerin, kendilerinden öncekiler gibi yeryüzünde güç ve iktidar sahibi olacağı haber verilmektedir. Öncekiler, Kuran'da anlatılan Resuller ve onların ümmetleridir. Hz. Nuh, Hz. Lut, Hz. Hud, Hz. İbrahim gibi Resuller yanındaki müminler ile birlikte kafir kavmine karşı galip gelmişler; Hz. Süleyman, Hz. Zülkarneyn gibi müminler egemenlikleri altındaki tüm insanlara adalet getiren yönetimler kurmuşlardır. Aynı şey Hz. Muhammed (s.a.v.) için de geçerlidir.

Demek ki, Kuran'ın bize verdiği mesaja göre; bir zaman, Müslümanlar "yeryüzünde güç ve iktidar" sahibi olacaklardır, bunun içinse katıksız ve üstün bir imanın hayata döndürülmesi gerekmektedir.

Bu noktadan hareketle de, Müslümanların mutlaka ve mutlaka bir lidere (halifeye) muhtaç olduklarını söyleyebiliriz. Çünkü aksi bir model yoktur. Kuran'da anlatılan tüm kıssalarda, müminler bir imama tabidirler. Bu lider çoğu zaman peygamberdir (Peygamber olmadığı halde imam olanlar da vardır, Talut gibi). İmam hem ümmetin imanına ve hidayetine aracı olur, hem ümmeti yönetir, hem de inkarcılara karşı yürütülen mücadelenin liderliğini üstlenir. Kuran'ın hiçbir yerinde başıboş bir mümin topluluğundan söz edilmemektedir. Bu, Adetullah'a, yani Allah'ın kanuna aykırıdır.

Ahir zamanda ise Müslümanları doğru yola götürecek ve dünyaya barış ve adalet getirecek bir lider olan "Mehdi" görev yapacaktır. Bir hadiste, Peygamberimiz (s.a.v.) bu konuda şöyle demektedir:

Aranızda nübüvvet (peygamberlik) Allah'ın istediği kadar sürer, sonra onu kaldırmayı istediği zaman da kaldırır. Sonra Allah'ın sürmesini murad ettiği kadar (otuz sene) 'nübüvvet yolunda halifelik' gelir. Sonra kaldırmayı istediği zaman onu kaldırır. Ve Allah'ın murad ettiği kadar devam eden 'şiddetli bir meliklik' idaresi gelir... Sonra onu kaldırmayı istediği zaman kaldırır. Sonra zorba bir idare gelir. Sonra da 'nübüvvet yolu üzere bir hilafet' gelir.20

Kısacası, Kuran'da bildirilen ayetler ve hadislerin açık ifadeleri, bizlere ahir zamanda Müslümanların yeryüzünde güç ve iktidar sahibi olacakları ve özel gönderilmiş bir halifenin emri altında birleşecekleri göstermektedir. Bu halife bir "Mehdi", yani kendisine özel olarak bir hidayet verilmiş ve insanların hidayetine aracı olacak bir kişi olacaktır.

Mehdi'nin ne zaman geleceği de kuşkusuz son derece önemli bir sorudur. Az önce, ahir zamanın büyük fitnesinin günümüze karşılık geldiğini söylemiştik. Aynı durum Mehdi için de geçerlidir. Hadislerde bu büyük olayın tam olarak ne zaman gerçekleşeceği de haber verilmiştir ve bu haberler, içinde bulunduğumuz zaman dilimini göstermektedir.

 

 

Mehdi'nin Ortaya Çıkış Zamanı

 

 

Peygamber Efendimiz'den bize ulaşan bir hadis şöyledir: "Kıyametin kopması için sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa, Allah benim ehl-i beytimden bir zatı gönderecek, yeryüzü zulümle dolduğu gibi o yeryüzünü adaletle dolduracaktır." 21

Hadis, Mehdi'nin çıkışının ve hakimiyet sağlayışının mutlaka gerçekleşecek bir olay olduğunu ve kıyametten hemen önce gerçekleşeceğini vurguluyor. Buna göre, kıyamet kopmadan önce; Mehdi'nin çıkışı, Hz İsa'nın yeryüzüne inişi, Mesih-i Deccal'in yenilgiye uğratılması gibi birbirini izleyen olaylar gerçekleşmelidir.

Bu oldukça önemlidir, çünkü bir başka rivayette şöyle denir: "Bu ümmetin ömrü bin seneyi aşacak, fakat binbeşyüz seneyi aşmayacaktır." 22 Buna göre, Hicri 1500 yılından önce, Mehdi'nin ortaya çıkışını izleyen olayların olup-bitmesi gerekir. Ve biz şu anda, bu satırların yazıldığı sıra, 1416 yılında olduğumuza göre, Mehdi ve onu izleyen olaylara çok yakında şahit olmamız gerekmektedir.

Bediüzzaman Said Nursi'nin bu konuda son derece önemli açıklamaları vardır. Bediüzzaman, konuyu açıklarken, öncelikle "müceddid" kavramı üzerinde durur. Müceddid, "yenileyici" anlamına gelir ve pek çok hadiste belirtildiği üzere, Allah her Hicri yüzyılın başlarında bir müceddid yollayarak dinin yeniden yorumlanmasını ve din aleyhtarı akımlara karşı fikri mücadele edilmesini sağlar. İslam kaynaklarında kabul edildiği üzere, Peygamberimiz (s.a.v.)'ın vefatının ardından her asırda gerçekten de bir müceddid gelmiş, yeni soru ve sorunlara göre yeni açıklamalar getirmiş, yaşadıkları çağda ortaya çıkan din aleyhtarı düşünce akımlarına cevap vermişlerdir. İmam Gazali, İmam Rabbani gibi İslam büyükleri, müceddidlerin en ünlülerindendirler. Bediüzzaman Said Nursi ise pek çok kişinin kabul ettiği üzere, Hicri 13. yüzyılın müceddidir. Yazdığı Risale-i Nur çok değerli bir Kuran tefsiridir ve pek çok kimsenin imanına aracı olmuştur.

Mehdi ise 13 asırdır süren müceddid zincirinin en son ve en önemli halkasıdır. Bediüzzaman'ın deyimiyle "en büyük bir müceddid"dir. Ve diğer müceddidlerin aksine, yalnızca dini konuları açıklamakla kalmayacak, aynı zamanda yeryüzünde güç ve iktidar sahibi olacaktır.

Bediüzzaman'ın sık sık vurguladığı çok önemli bir gerçek ise Mehdi'nin kendisinden bir sonraki müceddid olduğudur. Eserlerinde "bir asır sonra gelecek olan o zat"tan söz eder.23 Bir başka yerde, "bundan bir asır sonra zulümatı (karanlığı) dağıtacak zatlar ise Hazret-i Mehdi'nin şakirdleri (öğrencileri) olabilir" diye yazar.24 Bir başka risalesinde ise İslam tarihinde pek çok kişinin Mehdi'nin gelmek üzere olduğunu sandıklarını hatırlayarak "istikbal-i dünyeviyede bin dörtyüz sene sonra gelecek bir hakikatı asırlarında karib (yakın) zannetmişler" der.25

Evet, Mehdi, Peygamberden "bin dörtyüz sene sonra gelecek bir hakikat"tir. İmam Rabbani, "onun zuhuru (ortaya çıkışı), yüz başlarında olacaktır" diyerek Mehdi'nin yüzyıl başında geleceğini haber vermiştir.26 Ümmetin ömrü "bin beşyüz sene" olduğuna göre, Mehdi'nin ortaya çıkışı da Hicri 1400'ün başında olmalıdır.

Bediüzzaman, Mehdi'nin kendisinden bir sonraki kişi olduğunu sık sık vurgular. Kendisinin yalnızca imani konularla ilgilendiğini, buna karşılık Mehdi'nin Hilafet ve Şeriat'ı da hayata döndüreceğini yazar. Kendisinin ve öğrencilerinin yaptığı ise kendi ifadesine göre, yakın gelecekteki bu büyük olaya zemin hazırlamaktır:

Çok zaman evvel bir ehl-i velayetten (veli şahıstan) işittim ki; o zat, eski velilerin gaybi işaretlerinden istihrac etmiş ve kanaati gelmiş ki: 'Şark tarafından bir nur zuhur edecek (ortaya çıkacak), bidatlar zulümatını (dine sonradan girmiş hurafeleri) dağıtacak. Ben böyle bir nurun zuhuruna çok intizar ettim (gözledim) ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsi çiçeklere zemin hazır etmek lazım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nurani zatlara zemin izhar ediyoruz (hazırlıyoruz).27

Bir başka yerde şöyle yazar: "Ta ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahipleri, yani Mehdi ve şakirtleri (öğrencileri), Cenab-ı Hakk'ın izniyle gelir, o daireyi genişletir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allah'a şükrederiz." 28

Tüm bunlar, Mehdi'nin çıkış zamanının Hicri 14. asrın başı olduğunu gösteriyor. Bu tarih Miladi 1979 ve 1980 yıllarına karşılık gelir. Ve çok ilginç, Mehdi'nin çıkış alametleri, gerçekten de tam tamına bu tarihlerde gerçekleşmiştir.

 

Mehdi'nin Alametleri

 

 

Ahir zamanla ilgili hadislerde Mehdi'nin ortaya çıkmasından hemen önce, ya da ortaya çıktığı sıralarda belirecek pek çok "alamet" haber verilir. Önemli olan, bu alametlerin hemen hepsinin, Mehdi'nin çıkış tarihi olarak tespit ettiğimiz 14. asrın başına denk düşmesidir. Bu hadisleri sırasıyla inceleyebiliriz.

 

1- Kabe'de Kan Akıtılması

Kabe, Peygamberimiz (s.a.v.)'ın Mekke'yi fethetmesinden bu yana hep Müslümanların elinde oldu. O günden sonra da asırlardır Kabe'de hiçbir çatışma olmadı; Müslümanlar Beyt-i Haram'a saygı gösterdiler, kafirler ise yaklaşamadılar. Kabe'nin yalnızca bir ibadet mekanı olması, içinde hiçbir gerginlik ve çatışma olmaması, bir İslam geleneği haline geldi.

Ancak ahir zamanla ilgili hadislerde, bir gün Kabe'de Müslümanların birbirlerini boğazlayacakları ve bunun da Mehdi'nin gelişinin büyük bir alameti olacağı haber verilmektedir: "Onun çıkacağı yıl, insanlar Hacca başlarında bir emir bulunmadan gidecekler. Hep birlikte Beyt-i Şerifi tavaf edecekler, sonra Mina'ya indiklerinde köpekler gibi birbirlerine saldıracak, hacılar soyulacak, kanlar Akabe Cemresi'nin üzerine akacak." 29

Bir diğer hadiste ise şöyle denir: "İnsanlar başlarında bir imam bulunmaksızın Hac ederler. Mina'ya indiklerinde etrafları köpeklerin sarılışı gibi sarılıp, kabilelerin birbirine girmesi ile büyük savaşlar olur. Öyle ki ayaklar kan gölü içinde kalır." 30

Kabe'de kan atılacağını haber veren bu hadisler, ne zaman gerçeğe dönüştür?

Hicri 1400 yılında!...

20 Kasım 1979 gecesi İranlı bir grup militan, Mescid-i Haram'ı bastı, içindekileri rehin aldı, Suudi kuvvetleri ile çarpışmaya girdi. Sonuçta 30'un üzerinde Müslüman öldü ve kanları "Akabe Cemresi'nin üzerine" aktı.

Olayın zamanlaması o kadar ilginçti ki, tam olarak hadiste geçen "onun çıkacağı yıl" ifadesine uyuyordu. Öyle ki, Kabe baskının gerçekleştiği gün, Hicri 1400 yılının ilk günüydü. 21 Kasım 1979 tarihli Türkiye gazetesinin ilk sayfasında "bugün 1 Muharrem 1400 Hicri senesinin 1. günüdür, bütün Müslümanların Hicri yılını tes'id eder, saadetler dileriz" yazıyordu. Gazetenin manşetinde ise "MEKKE İŞGAL EDİLDİ... Suudi Arabistan'ın dünya ile irtibatı kesildi. İran'lı militanlarla şiddetli çarpışmalar oluyor, 30 ölü var! 90 kişi rehin alındı" diye yazılmıştı.

Bir başka hadiste ise bu ilk Kabe baskınından sonra gerçekleşecek bir ikinci baskından haber verilir: "Şevval (ayı)nda savaş nidaları, Zilhicce'de harp olur ve kıtal olur, yine Zilhicce'de hacılar talana uğrar, hatta caddeler kandan geçilmez ve haramlar çiğnenir. Beytül Muazzam'ın yanında büyük günahlar işlenir." 31

Bu hadiste haber verilen ikinci Kabe baskını da Hicri 1407'de (Miladi 1987) gerçekleşmişti. Bu olayda caddelerde gösteri yapan hacılara saldırılarak 402 kişi katledilmiş, çok fazla kan akıtılmıştı. Kabe'de Müslümanların Müslümanları öldürmeleri sebebiyle hadiste bildirildiği gibi "büyük günahlar" işlenmişti.

Birbirini izleyen bu iki Kabe'de kan dökülmesi olayının, meydana geldikleri yer de tam olarak hadislere uygundu. 1 Muharrem 1400'deki Kabe baskını, Harem-i Şerif'in tam içinde olmuştu. 1407'deki olay ise hadiste dendiği gibi Harem-i Şerif'in "yanında", Mekke caddelerinde gerçekleşti.

 

2- İran-Irak Savaşı

Mehdi'nin çıkış alametlerinden biri de, "Farslar ve Araplar" arasında yaşanacak bir savaştır. Hadislerde sözkonusu savaştan şöyle söz edilir:

Onlarla Mevali maddesi de gelecek... 'Mevali maddesi nedir ey Allah'ın Resulü?' Onlar sizin azadlılarınızdır... Onlar sizdendir... Yani Faris yönünden gelecek olan bir kavimdir ki, şöyle diyecekler: 'Ey Araplar, siz fazla taassuba kaçtınız! Siz bunlara gereği gibi hak tanımazsanız, sizinle hiçbir birlik kurulmayacaktır... Bir gün onlara, bir gün size verilsin ve karşılıklı sözler tutulsun'... Onlar Mutık'a çıkacaklar, Müslümanlar oradan aşağıya yazıya inecekler... Müşrikler öbür yandaki Rakabe denilen simsiyah bir nehrin kenarına duracaklar... aralarında savaş olacak. Her iki ordudan Allah zaferi kaldıracak.32

Hadisten anlaşılan kısaca şudur: Bir zaman Faris (İran) yönünden gelecek olan bir kavim, yani İranlılar, bir kısım Araplarla savaşacaklardır. Bir taraf Müslüman, diğer taraf müşrik olacak, ancak sonuçta her iki ordu da zafere ulaşamayacak, savaşı kazanamayacaktır.

Bu noktada yine son derece ilginç bir gerçekle karşılaşıyoruz: Araplarla İranlılar arasında, yüzyıllardan bu yana gerçekleşen tek savaş, Hicri 1400'de başlayan İran-Irak savaşıydı! Savaş, gerçekten de Mehdi'nin çıkış zamanı olan 14. yüzyılın başında patlak verdi.

İran İslam Cumhuriyeti ile Irak'ın Baasçı sosyalist rejimi arasında geçen savaş, gerçekten de hadiste dendiği gibi Müslümanlarla müşrikler arasındaki bir çatışma olarak yorumlanabilir. Mutık, bölgedeki bir dağ ismidir, Rakabe ise içinde petrol kuyularının çokça yer aldığı bölgedir ki, petrol bölgeleri üzerinde geçmiş olan İran-Irak savaşına tam uymaktadır. "Her iki ordudan Allah zaferi kaldıracak" ifadesi de gerçeğe dönüşmüş, savaş her iki taraf tarafından da kazanılamamış, "berabere" bitmiştir.

 

3- Fırat'ın Suyunun Kesilmesi

Mehdi'nin çıkış alametlerinden bir başkası da, Fırat nehrinin suyunun kesilmesidir. Kuşkusuz bu ahir zamana dek hiç olmamış bir olaydır. İnsanlar kendilerini bildiklerinden bu yana, Fırat nehri akar durur. Ancak hadisler ahir zamanda nehrin suyunun "altın bir dağ" nedeniyle kesileceğini haber verir. Mehdi'nin alametleri arasında "Fırat nehrinin durdurulması" sayılmaktadır.33 Bir başka hadiste ise şöyle denir:

Ebu Hureyre'den naklen rivayet edildi ki, Resulullah şöyle buyurdu; Fırat nehrinin suyu çekilip, altından bir dağ meydana çıkmadıkça kıyamet kopmaz. Bu hazine üzerine kıtal (savaş) vukua gelir, her yüzden doksan dokuzu ölür. Diğer bir rivayette, Fırat nehrinin suyu çekilerek altın hazinesini açıklaması zamanı yaklaşıyor. Her kim o zaman orada bulunursa, o hazineden bir şey almasın. Aksi halde ya ölür veya öldürülür, denmektedir.34

Hadiste önüne çıkacak "altından bir dağ" nedeniyle Fırat'ın sularının kesileceğini ve sonra da bu dağ yüzünden çok kanlı bir savaş olacağı söyleniyor. Bu söylenenlerin Hicri 14. asrın başlarında yaşanan olaylarla paralelliği şaşırtıcı boyutlardadır. Çünkü Fırat'ın suyu gerçekten de ilk kez Keban barajının yapımı sırasında 1973 yılında, yani Hicri 14. asrın hemen öncesinde kesilmiştir. O tarihli gazetelerde, Keban'ın açılışı ile ilgili şu satırlar yer almıştı:

Gözümüz Aydın Olsun, Keban Açıldı... Cumhuriyetin ilanından bu yana Türkiye'deki en büyük yatırımlardan biri olan Keban Barajı'nda derivasyon tünellerindeki kapaklar dün kapatılmış, bu Fırat Nehri'nin akışı, üç günlüğüne ilk defa durmuştur. Fırat, tarihinde ilk ve son defa üç gün akmayacak.35

Barajı, sahip olduğu ekonomik önem nedeniyle de hadiste geçen "altından dağ" şeklinde anlamak mümkündür. Hadiste haber verilen diğer olay, yani bu dağ yüzünden çıkacak kanlı savaş da, gerçekten 14. yüzyılın başından bu yana, büyük ölçüde su sorunun bir yansıması olan kanlı çatışmalar şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Bu kadar çok rivayetin çok anlamlı bir tarihte birbiri ardına gerçeğe dönüşmesi, kuşkusuz bir rastlantı olamaz.

 

4- Ramazan'da Ay ve Güneş Tutulmaları

Hadis kaynaklarında sık sık tekrarlanan bir başka Mehdi alameti ise Ramazan ayı içinde on beş gün arayla iki defa üst üste gerçekleşecek olan Ay ve Güneş tutulmalarıdır. Bir kaynakta şöyle denir: "Mehdi için iki alamet vardır ki, bunun birincisi Ramazan'ın birinci gecesinde Ay'ın, ikincisi de ortasında Güneş'in tutulmasıdır." 36 Bir başka yerde, "güneşin oruç ayının ortasında, Ay'ın ise sonunda tutulması"ndan söz edilir.37 Üçüncü bir kaynakta ise şöyle denir: "Mehdi'nin gelişi, Ramazan ayında Ay'ın iki kere tutulmasına sebep olacaktır." 38

Tüm bu rivayetlere bakarak, hepsinin ortak bir noktaya işaret ettiklerini görebiliriz: Mehdi'nin çıktığı sıralarda, Ramazan ayı içinde iki hafta arayla Ay ve Güneş tutulacak ve bu olay iki kere gerçekleşecektir.

Çok ilginç; Hicri 14. asrın hemen başında gerçekten de tam bu tarife göre Ramazan içinde Ay ve Güneş tutulmaları gerçekleşti. Hicri 1401'in, yani 1981 yılının Ramazan ayında, Ramazanın 15. günü Ay, 29. günü Güneş tutulması yaşandı. Bir yıl sonra da aynı olay tekrarlandı, 1982 Ramazanının 14. günü Ay, 28. günü Güneş tutuldu.

Kuşkusuz tüm bunlar birer tesadüf olamaz. Yeryüzü, ay ve güneş, birbiri ardına önemli bir olayın gelişini haber vermektedirler.

 

5- Bir Kuyruklu Yıldız Doğması

Konuyla ilgili kaynaklarda Mehdi alametlerinin bir diğeri şöyle açıklanır: "O gelmeden önce, doğudan ışık veren bir kuyruklu yıldız görünecektir." 39 Aynı haber bir ikinci kaynakta da aktarılır: "Mehdi'nin çıkışından evvel, (her tarafı) aydınlatan kuyruklu bir yıldız doğacaktır." 40

Rivayetlerde bu alametin zamanlamasına da yer verilir: "O yıldızın doğması, Ay ve Güneş tutulmasından sonra olacaktır." 41

Yine çok ilginç, gerçekten de Hicri 14. yüzyılın başında tam da hadislerde yapılan tariflere uygun bir kuyruklu yıldız ortaya çıktı: 1986 yılında ünlü Halley kuyruklu yıldızı, 76 yıllık çevrimini tamamlayarak dünyanın çok yakınından geçti. Halley'in yönü de, rivayetlerde söylendiği gibi "doğudan batıya"ydı.42 Olayın hadislerde dendiği Ay ve Güneş tutulmalarının ardından, 1982 (1402) yılındaki Ramazan içi tutulmalardan dört yıl sonra gerçekleşmiş olması da anlamlıydı.

Olayın bir diğer yönü ise Halley'in zaten ilahi bir takım işaretler taşıyan bir yıldız oluşuydu. Bu yıldızın dünyayı önceki ziyaretleri sırasında da önemli olaylar gerçekleşmişti. Örneğin Hz. Nuh'un kafir kavminin helak edilişi; Hz. İbrahim'in ateşe atılışı; Hz. Musa'ya saldıran Firavun ve kavminin yok edilişi; Hz. Yahya'nın öldürülüşü hep bu kuyruklu yıldıza rastlamıştır. İlgili kaynaklarda bu bilgiler aktarıldıktan sonra, "siz o yıldızı gördüğünüzde fitnenin şerrinden Allah'a sığınınız" denir.43

Bu arada Halley yıldızı ile ilgili olarak bazı ilginç matematiksel mesajlar da vardır. Kuran'ın Müdessir Suresi'nin 30. ayetinde haber verildiği gibi 19 rakamı; "kafirler için fitne", müminler içinse bir hayırdır. İşte ilginç olan nokta buradadır: Halley'le ilgili rakamsal veriler, 19'la yakından ilgilidir. Örneğin Halley dünyaya 76 yılda bir uğrar ve bu sayı, 19'un 4 katıdır. Halley dünyaya en son 1406 yılında uğramıştır ve bu rakam da 19'un 74 katıdır. Burada bir ilginç sonuç daha vardır: 74, içinde 19'la ilgili ayetin yer aldığı Müdessir Suresi'nin Kur'an'daki sıra numarasıdır.

Halley, Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) zamanında da, 618 yılında dünyanın yakınından geçmişti. 1406'daki geçişi ise İslam ümmetinin üzerindeki 19. geçişi oldu. Bu da oldukça anlamlıdır. 19 rakamı, "kafirlere fitne" müminlere ise bir rahmet olduğuna göre, Mehdi'nin bir alameti olan 1986 yılındaki Halley kuyrukluyıldızının geçişinde bu denli "19 bağlantısı" olması doğaldır. Çünkü Mehdi de kafirlere fitne, müminlere rahmet olacaktır. (Yani kafirlere yıkım, müminlere fetih ve hidayet getirecektir). En doğrusunu Allah bilir.

 

6- Mehdi Öncesi Fitne

Önceki sayfalarda Mehdi öncesinde çok büyük bir fitnenin yaşanacağına, Allah'ı inkar ya da O'na isyanın dev boyutlara ulaşacağına, tümüyle seküler bir dünya kurulacağına ve bunun bir sonucu olarak da büyük bir anarşi ve zulüm sistemi oluşacağına değinmiştik.

Bu konu, Mehdi ile ilgili tüm kaynaklarda vurgulanır. İmam Rabbani, şöyle demektedir: "Küfür her yanı istila edip, hükmü cemiyet içinde aşikarane işlenmedikçe Mehdi zuhur etmez. Bu vakitte vaki olan ise küfrün istilasıdır. Onun kuvvetidir." 44 Bir başka kaynakta şöyle denir: "Alenen ve apaçık Allah inkar edilinceye kadar Mehdi gelmez." 45 Ayrıca, "Hz. Mehdi, bütün haramların helal sayılacağı büyük bir fitneden sonra çıkacaktır." 46

Bu fitnenin bir bölümü de ümmete dokunmaktadır. Mehdinin gelmesinden önce, hadislere göre, Müslümanlar da bir yönüyle fitneye düşmüş, gerçek İslam'dan uzaklaşmış, bidatlara boğulmuş olacaklardır. Bir hadiste bu durum şöyle anlatılıyor:

Kıyamet yaklaştığı zaman ve müminlerin kalbi; ölüm, açlık, fitneler, sünnetlerin kaybolması, bidatların ortaya çıkması, emri bil maruf nehyi anil münker (iyiliği emredip kötülüğü men etme) imkanlarının kaybolması gibi sebeplerle zayıfladığı zaman, benim evlatlarımdan Mehdi ile Cenab-ı Hak sünnetleri ihya eder. Onun adalet ve bereketi ile müminlerin kalbi ferahlar, Acem ve Arab milletleri arasında ülfet ve muhabbet yerleşir.47

 

 

Mehdi'nin Dini Aslına Döndürmesi

 

 

İslam tasavvufunun en büyük isimlerinden Muhyiddin Arabi Fütühat-ül Mekkiye isimli eserinde şöyle der:

... Mehdi, dini peygamberin zamanında olduğu gibi aynen uygulayacak. Yeryüzünden mezhepleri kaldıracak. Halis ve hakiki dinden başka hiçbir mezhep kalmayacak. Onun düşmanları, içtihat alimlerini taklit edenler olacak. Çünkü onlar Mehdi'nin mezhep imamlarının tersine hükmettiği gördüklerinde bundan hoşlanmayacaklar, fakat karşı da gelemeyecekler. Kılıcından korktukları için ister istemez hakimiyetine boyun eğecekler...

Onun açık düşmanları fukaha (fıkıh alimleri) olacak. Çünkü halk arasında bir imtiyazları kalmayacak. Hatta ahkam hususunda ilimleri de azalacak. Bu imamın gelişiyle, alimlerin hükümlerdeki anlaşmazlıkları da giderilecek... Şayet elinde kılıç olmasaydı fakihler onun ölümüne fetva verirlerdi. Lakin Allah onu kılıç ve cömertliği ile hakim kılacak. Ondan hem korkacaklar hem de bir şeyler umacaklar. Kalben ondan nefret edecekler. Fakat buna rağmen ister istemez hükmünü kabul edecekler.48

Hicri 10. asrın müceddidi olan İmam Rabbani ise şöyle yazmaktadır:

Geleceği vaat edilen Mehdi dinin tervicini (değerinin artmasını), sünnetin ihyasını murad ettiği (istediği) zaman; bidat ehli ile ameli adet edinen, hasene zannı ile dini karıştıran (dinin aslında olmayanları dinden zannedenler) hayretle şöyle

diyeceklerdir: 'Bu kimse, dinimizi kaldırmak ve şeriatımızı izale etmek (mahvetmek) istiyor.49

Bu yorumların da gösterdiği gibi Mehdi geldiği zaman mevcut din anlayışında köklü bir değişiklik yapacaktır. Mehdi'nin gerçekleştireceği bu "ihya" (hayata dönüş) hareketi özden uzaklaşma değil, öze dönüştür. Mehdi zamanına dek İslam'a pek çok bidat karışmış, dinde gereksiz ihtilaflar oluşmuş, dinin asıl kaynağından uzaklaşılırken, yanlış kaynaklara bağlanılmıştır. Bediüzzaman, Mehdi'yi tanımlarken onun "en büyük bir müceddid ve en büyük bir müçtehid" olduğunu söyler. Mehdi'nin "en büyük bir müceddid" oluşu, onun, daha önce kimsenin yapmadığı kadar büyük bir tecdid (yenileme) hareketi yapacağını gösterir. "En büyük bir müçtehid" olduğuna göre de, başka müçtehidlerin önceden yaptıkları içtihatlara göre değil, kendi içtihatına göre davranacaktır. Bu müceddid ve müçtehid özellikleri, Mehdi'nin mevcut din yapısı üzerinde yapacağı değişikliğin boyutlarını anlamak için yeterlidir.

 

 

Mehdi'nin Mücadele Şekli

 

 

Bazı Müslümanlar Mehdi ve ilgili olayları son derece mistik bir tablo içinde hayal etmekte, Mehdi'nin olağanüstü harikalıklar yapacağını, mucizeler gerçekleştireceğini düşünmektedirler. Oysa gerçek böyle değildir. Mehdi ile ilgili mucizelerden söz eden hadislerin hepsi gerçekte "müteşabih" hadistir; yani birer benzetmedir. Örneğin Mehdi'nin kuru bir dalı toprağa dikeceği ve dalın yeşereceği şeklindeki hadisin anlamı, bir yoruma göre, önceden hidayet sahibi olmayan bir insanın kısa sürede Mehdi aracılığıyla hidayete ermesi ve dine yararlı hale gelmesidir. En doğrusunu Allah bilir.

Mehdi'yi ve işlerini abartılı bir mistisizm içinde değerlendirmenin yanlış olduğunu, bize öncelikle Allah'ın Kuran'da bildirdiği ahlak göstermektedir. Ayetlerde, insanların peygamberleri denince insanüstü varlıklar olarak beklediklerini, oysa bunun yanlış olduğunu haber verilir. Furkan Suresi'nde konu şöyle buyrulmuştur:

 

Senden önce gönderdiklerimizden, gerçekten yemek yiyen ve pazarlarda gezen (elçi)lerden başkasını göndermiş değiliz. Biz, sizin kiminizi kimi için deneme (fitne konusu) yaptık. Sabredecek misiniz? Senin Rabbin görendir.Bize kavuşmayı ummayanlar, dediler ki: "Bize meleklerin indirilmesi ya da Rabbimizi görmemiz gerekmez miydi?" Andolsun, onlar kendi nefislerinde büyüklüğe kapıldılar ve büyük bir azgınlıkla baş kaldırdılar. Melekleri görecekleri gün, suçlu-günahkarlara bir müjde yoktur. Ve o gün (melekler onlara) derler ki: "(Size sevinçli haber) Yasaktır, yasak. (Furkan Suresi, 20-22)

 

Enbiya Suresi'nin 7- 8. ayetlerinde "Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkekler dışında elçi göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, o halde zikir ehline sorun. Biz onları, yemek yemez cesetler kılmadık ve onlar ölümsüz değillerdi" denir. Bakara Suresi'nin 210. ayetinde ise "Onlar, bulut gölgeleri içinde Allah'ın (azabının) meleklerle onlara gelmesini ve (azap) emrinin gerçekleşmesini mi gözlüyorlar? Oysa bütün işler Allah'a döner" şeklinde buyurulmuştur. Tüm bunlar, Mehdi ve diğer ahir zaman konularının da akılcılıktan uzaklaşılarak incelenmesinin ve gereğinden fazla mistik bir boyutta düşünülmesinin doğru olmadığının işaretleridir. Mehdi "sebepler dairesinde", yani doğal dünya şartlarında süren bir mücadele yönetecektir.

Ancak bu mücadelede çok sabırlı olacağına ve son derece etkin yöntemler kullanacağına kuşku yoktur. Hadislerde Mehdi'nin "işi sıkı tutacağı", "hesabı seri göreceği", karşısına çıkan her engeli ezeceği anlatılıyor. Muhyiddin Arabi, Mehdi'nin mücadelesinden şöyle söz eder:

Allah'ın bir Halifesi daha vardır ki, yeryüzü zulüm ve haksızlıklarla dolduğu zaman zuhur edecektir... Yeryüzünü adalet ve sükunetle dolduracaktır... Peygamber'in (s.a.v.) yolundan gidecektir... O hiç yanılmayacaktır. Çünkü onun görmediği yerde doğrultan bir meleği vardır... Dediğini yapacak, bildiğini söyleyecek;

Allah ona o kadar güç verecek ki, bir gece içinde zulmü ve ehlini ortadan kaldıracak. Dini ikame edecek, İslam'ı ihya edecek, önemsenmez bir hale geldikten sonra ona tekrar kıymet kazandıracak, ölümünden sonra onu diriltecek. Asrında cahil, bahil ve korkak olan bir adam hemen alim, cömert ve cesur olacak...50

Hadislerden, Mehdi'nin alışılmadık, ilginç ve farklı yöntemler kullanacağı da anlaşılmaktadır. Bediüzzaman Mehdi için sık sık "acip (acayip) şahıs" ifadesini kullanır ki, bu da Mehdi'nin gerçekten oldukça ilginç, orjinal, o zamana dek görülmemiş metotlar kullanacağı anlamına gelir.

 

 

Yahudilerin beklediği Mesih: Mesih-i Deccal

 

 

Aslında Mesih-i Deccal'in nasıl birisi olacağını bu kitabın başından bu yana inceliyoruz, denebilir. Yahudi kaynaklarından topladığımız bilgiler; sözkonusu Mesih'in dünya çapında bir Yahudi egemenliği kurmak için ortaya çıkacağını; Yahudilerin "üstün ırk" gibi saplantılarını tasdik edip-kışkırtan ırkçı bir lider olacağını; diğer tüm dinleri egemenliği altında almak ya da yok etmek için uğraşacağını; bir takım metafizik güçlere sahip ya da en azından o görüntüyü verebilen bir tür büyücü, muhtemelen büyük bir Kabalacı olacağını göstermektedir.

Bu saydıklarımız, gerçekten de bir Deccal, yani bir saptırıcı olduğunu göstermektedir. Sayılan özelliklerin hepsi, inkara ait özelliklerdir. Eğer sözkonusu Mesih gerçek bir kurtarıcı olsaydı, Yahudileri ırkçı inanışlarından vazgeçmeye, diğer insanlarla barış içinde yaşamaya ve en önemlisi Allah'ın hükümlerine tabi olmaya çağırırdı. Ancak bu durumda da Yahudiler onu tanımazlardı. Ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

 

Andolsun, biz İsrailoğullarından kesin söz almış (misak) ve onlara elçiler göndermiştik. Onlara ne zaman nefislerinin hoşuna gitmeyen bir şeyle bir elçi geldiyse, bir bölümünü yalanladılar, bir bölümünü de öldürdüler. (Maide Suresi, 70)

 

Andolsun, biz Musa'ya kitabı verdik ve ardından peşpeşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs'le teyid ettik. Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz? (Bakara Suresi, 87)

 

Bu ayetler, kendilerini Allah'ın yoluna davet eden ve dolayısıyla onlara nefslerinin hoşuna gitmeyecek bir şeyi teklif eden bir elçinin Yahudi toplumundan asla kabul görmeyeceğini bildiriyor. Yahudiler bu konuda o denli inatçıdırlar ki, kendilerine gelen elçileri öldürmeye kalkmışlardır. Kuran'da haber verilen bu karakterin bugün yok olduğuna dair hiçbir işaret olmadığına göre şunu söyleyebiliriz: Yahudi toplumunun dini bir lidere geniş çapta bağlanmasının tek yolu, o liderin onlara nefslerinin hoşuna gidecek şeyleri getirmesidir.

Ve Allah Kuran'da nefs konusunda şöyle bildirmiştir: "... gerçekten nefis Rabbimin kendisini esirgediği dışında var gücüyle kötülüğü emredendir." (Yusuf Suresi, 53)

Bu durumda Yahudilerin ahir zamanda ortaya çıkacak olan Mesih'e bağlanacak olmalarının tek bir açıklaması vardır. Bu Mesih, onlara nefslerinin hoşuna giden şeyleri, yani "kötülüğü" emredecektir.

Önceki sayfalarda aktardığımız bir bilgi bu noktada aydınlatıcı olabilir. Bu bölümün başlarında Sabetay Sevi'nin sahte Mesihlik hareketine değinmiştik. Bir Kabalacı olan ve Mesih'in gelişini beklemekten sıkılan Sevi, kendisini Mesih ilan etmiş ve asıl Mesih'in yapacağı şeyleri henüz 17. yüzyılın ortasında Mesih Planı'nın bitmesinden ikibuçuk asır önce yapmaya çalışmıştı. İcraatları arasında yer alan "günahın kutsallığı" teorisi ise oldukça ilginçti. Sevi, "günah artık kutsaldır" diyerek Yahudi dinindeki bir çok haramı serbest bırakmıştı. Serbest bırakılan, hatta teşvik edilen şeyler arasında "mumsöndü" denen ünlü sapık ilişkinin yer aldığına da değindik.

Sabetay Sevi, ahir zamanda gelecek olan Mesih'in bir prototipi olduğuna göre, sözkonusu Mesih de büyük olasılıkla "günah kutsaldır" diyerek sapkınlığı teşvik edecektir. Yahudiler nefislerine aykırı gelen peygamberleri tanımazken, nefsin tüm aşırılıklarını kışkırtan bu tür bir Mesih'e kolaylıkla tabi olacaklardır. Bu, sözkonusu Mesih'in gerçekte bir Deccal oluşunun da en iyi göstergesidir. Mesih-i Deccal, büyük olasılıkla, Sevi'den daha da ileri boyutta bir "günahı kutsallaştırma" akımı başlatarak, ahir zamanın fitneleri arasında yer alan homoseksüellik, lezbiyenlik gibi sapkınlıkları meşrulaştıracak, Yahudilerin Kuran'da da vurgulanan dünya hırslarını, kibirlerini, üstün ırk saplantılarını daha da kıştırtacaktır. Bu, Yahudilerin ona bağlanacak olmalarının başlıca nedenidir.

Kitabın başından bu yana incelediklerimiz, ayrıca, Yahudilerin beklediği Mesih'in olağanüstü bir takım yeteneklere sahip olacağını, Mesih'in bir tür büyücü olduğunu da gösteriyor. Yahudiler "şeytanların uydurduklarına uyarak" Hz. Süleyman'ı "büyücü" saydıklarına ve Mesih'in de onun bir benzeri olacağını düşündüklerine göre, Mesih'ten metafizik bir takım yetenekler bekliyor olmalılar. Gelecek Mesih'in Kabala'yla olan ilgisi de bunun bir başka göstergesidir. Çünkü kitabın Giriş bölümünde de incelediğimiz gibi Kabala, metafizik yöntemlerle fiziksel dünyayı etkilemenin, yani büyünün sanatıdır.

Yahudilerin beklediği Mesih'in bu özelliğine İslam kaynaklarında da değinilir. Pek çok hadiste, ahir zamanda Yahudiler arasında çıkacak olan Mesih-i Deccal'in (Saptırıcı Mesih) büyük fitne çıkaracağı, insanları büyü yolu ile kandırarak kendisine bağlayacağı ve Müslümanlara karşı da savaşacağı haber verilir. Peygamberimiz (s.a.v.) , Deccal'in vasıflarını ve yöntemlerini sayarken yanındakilere şöyle demiştir:

İşte ben bunları size anlatıyorum ki durumu iyi kavrayasınız, onun tuzağına düşmeyesiniz, sizden sonrakilere de anlatasınız, onlar da kendilerinden sonra geleceklere anlatsınlar diye. Çünkü onun fitnesi, fitnelerin en çetinidir.52

Mesih-i Deccal, ahir zamanda zaten mevcut olan fitneyi daha da ileri boyutlara ulaştıracak, insanların sapkınlığını daha da artıracaktır. Bediüzzaman, ahir zamanda dinsiz felsefenin gelişmesiyle birlikte büyük bir inkar dalgası yayılacağını, herkesin küçük birer Nemrud haline geleceğini anlattıktan sonra Mesih-i Deccal'in konumunu şöyle açıklar:

 

... Ve onların başına geçen en büyükleri, ispiritizma ve manyetizmanın hadisatı nev'inden müdhiş harikalara mazhar olan deccal ise daha ileri gidip, cebbarane suri hükümetini bir nevi rububiyet tasavvur edip uluhiyetini ilan eder.53

 

Bediüzzaman, ahir zamanda küfrün başına geçecek olan Deccalin ruhçuluk (muhtemelen cinlerle ilgili bir gizli bilgi) ve manyetizmayı kullanarak bir takım "müthiş harikalıklar", yani insanlara etki eden olağanüstülükler gerçekleştireceğini ve bu yolla kendi uluhiyetini (ilahlığını) ilan edeceğini söylüyor. Pek çok hadiste Mesih-i Deccal'in sözkonusu büyücülük özelliği haber verilir. Buna göre, Mesih-i Deccal, kendisine bağlı olan cinni şeytanları (kafir cinleri) kullanarak bir takım gözboyayıcı sözde mucizeler gerçekleştirecektir. Bunların arasında ölülerin diriltilmiş gibi gösterilmesi en çok haber verilenlerdendir.

 

Mesih-i Deccal ve Ölülerin Diriltilişi

 

Sık sık vurguladığımız bir gerçek var: Yahudilerin asırlardır yolunu gözledikleri, Kabalacılar'ın gelmesi için dev bir Plan yapıp uyguladıkları Yahudi Mesihi, İslam kaynaklarında anlatılan Mesih-i Deccal'le aynı kişidir. Bu sonuca, hem iki portre arasındaki zamansal uyumdan hem de bu iki kişi hakkında Yahudi ve İslam kaynaklarında verilen detayların birbirine tamamen uyuyor olmasından varıyoruz.

Yahudi kaynaklarında Mesih'le ilgili verilen bilgilere kitap boyunca sık sık değindik. Tek bir cümleyle, Yahudiler sözkonusu Mesih'in kendi ulusları için büyük bir kurtuluş getireceğini, bir altınçağ başlatacağını beklemektedirler. Ve Yahudi öğretisinin ırkçı özelliği sonucu, Yahudi ulusunun kurtuluşu, diğer ulusların batışını ya da en azından tahakküm altına alınışını gerektirmektedir.

Ancak Yahudi öğretisinde Mesih'le ilgili bir başka önemli inanış vardır ki, buna daha önce pek değinmedik. Bu, Mesih'le birlikte ölü Yahudilerin dirileceği ve "iyi" olanlarının yani Yahudi kimliğine ve ırk bilincine yeterince sahip olanların nerede gömülü olurlarsa olsunlar mezarlarından kalkarak Vaadedilmiş Topraklar'a dönüp "yeryüzü cenneti"nde yaşayacakları inancıdır. Üçüncü bölümde Yahudi dininde bildiğimiz anlamda bir ahiret, cennet ve cehennem inancı olmadığını, aksine Yahudi öğretisinin temelinde "yeryüzü cenneti" kavramının yattığına değinmiştik. İşte bu yeryüzü cenneti, inanışa göre, Mesih gelince kurulacak ve "iyi" Yahudiler de Mesih sayesinde diriltilip sözkonusu "cennet"e dahil olacaklardır. Encyclopaedia Judaica, bu inanışı aktarırken,

Mesih'le birlikte diriliş beklentisinin Yahudi geleneğinde son derece yaygın olduğunu, ancak dini otoritelerin bazı ayrıntılarda (diaspora Yahudilerinin dirildikten sonra nasıl Filistin'e dönecekleri, giyinik olup olmayacakları gibi) farklı görüşler öne sürdüğünü bildiriyor.54

Bu konudaki Yahudi inanışı, Mesih'in gelmesiyle birlikte önce Kudüs'teki, özellikle de kutsal Zeytin Dağı'ndaki Yahudilerin dirileceğini, ardından Kutsal Topraklar'daki diğer Yahudilerin ve en son da diasporadakilerin dirileceğini öngörüyor. (Tüm İsrail liderlerinin Zeytin Dağı'na gömülmesinin, Robert Maxwell gibi ünlü Yahudilerin buraya gömülmek için vasiyette bulunmalarının nedeni, bu dağın Mesih geldiğinde yaşanacağı umulan "diriliş"in ilk durağı oluşudur).

İşte bu ölülerin diriltilişi inancı, Yahudilerin bekledikleri Mesih ile İslam kaynaklarında anlatılan Mesih-i Deccal'in aynı kişi olduğunun bir başka göstergesidir. Çünkü İslam kaynaklarında, Mesih-i Deccal'in, Bediüzzaman'ın dediği gibi "ispiritizma ve manyetizma"nın etkisiyle, "ölüleri diriltme" şovları yapacağı anlatılır. Hadislerde söylendiği gibi bunlar yalnızca birer ilüzyon, birer göz boyama olacaktır; ama yine de bu durum Mesih-i Deccal'in karizmasının ve bağlılarının ki bunların çoğu Yahudilerdir ona olan inancının artmasına yarayacaktır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İlgili kaynaklarda "Deccal'in adamları olacak, bunların bir kısmını öldürüp sonra diriltecek" deniyor.55 Ancak bu gerçek bir ölüm ve dolayısıyla gerçek bir diriltme değildir. Aynı kaynakta olay şöyle açıklanıyor:

Onun öldürdükleri yanındaki şeytanlar, yani cinlerdir. Onları göz boyayıcılık yapak öldürüyormuş gibi görünür, hakikatte ise böyle bir şey yoktur... Cahilleri daha kolayca kandıracak... Çünkü cahillere gelip, istersen ölü babanı ve anneni dirilteyim, diyecek. O da, evet göster, deyince yanındaki şeytan adamın babası şekline girecek ve, oğlum ben senin babanım, bu adama uy, diyecek.56

Deccal'in Alametleri ve Taberiye Gölünün Kuruması

nceki sayfalarda Mehdi'nin çıkış alametlerini incelemiş ve bu alametlerin günümüzde gerçekleştiğini yazmıştık. Benzer bir durum Mesih-i Deccal'in çıkış alametleri için de geçerlidir. İslam kaynaklarında aktarılan bu alametlerin en başta geleni, Deccal çıkmadan önce yaşanacak olan büyük bir kuraklıktır. Deccal'in hemen öncesinde su kaynakları kuruyacak, yağmur çok azalacak ve ekinleri helak eden büyük bir kuraklık yaşanacaktır. Bu kuraklığın yeri hakkında da bilgi bulmak mümkündür: Bir hadise göre, Deccal'in çıkışından önce Taberiye Gölü'nün ve Zağor Pınarı"nın suyunun çok azalacağını haber verilmiştir. Bu iki kaynakta Ortadoğu'dadır; Taberiye İsrail ve Suriye sınırında, Zağor Pınarı ise Suriye içlerindedir.57

Kısacası sözkonusu hadiste Mesih-i Deccal öncesinde Ortadoğu'da, özellikle de Suriye çevresinde büyük bir kuraklık yaşanacağı haber verilmektedir. Bu kuşkusuz son derece anlamlıdır, çünkü bugün Ortadoğu gerçekten de tarihindeki en büyük kuraklıkla karşı karşıya. Özellikle de Suriye'nin büyük bir susuzluk tehlikesi içinde olduğu, hatta bu nedenle Türkiye'yle savaşacağını öne süren senaryolar üretiliyor...

Deccal ve Global Yahudi Egemenliği

 

Hadislerde Mesih-i Deccal'in Yahudi oluşu ve ona bağlananların çoğunun Yahudilerden oluşmasına da dikkat çekilir. Bir hadiste açıkça "Deccal Yahudidir" denir.58 Bir diğerinde, "Deccal'in ekseriyette tabileri (ona uyanlar) Yahudilerdir" haberi yer alır.59 Bir başka rivayette, Yahudilerin Mesih-i Deccal'in etrafını sararak "kendisiyle Araplara karşı savaşabileceğimiz kralımız geldi" diye şenlikler yapacağı anlatılır.60

Hadislerde Mesih-i Deccal'e tabi olanların "çoğunun" (hepsinin değil) Yahudilerden oluştuğu söyleniyor. Bu durumda, Deccal'e bağlanacak diğer grubun hıristiyanlar arasından çıkacağını söyleyebiliriz. Önceki sayfalarda günümüz Protestanlarının bir kısmının, özellikle Evanjeliklerin, Yahudilerle aynı Mesih inanışına sahip olduklarını incelemiştik. Mesih-i Deccal ortaya çıkıp da çeşitli olağanüstülükler gösterdiğinde ki bunların arasında Hz. İsa'nın mucizelerinden biri olan "ölüleri diriltme" başta gelmektedir sözkonusu hıristiyanlar da Deccal'i Hz. İsa sanarak ona tabi olacaklardır. Bu durum, "judaizer" hıristiyanlarla Yahudiler arasındaki kitabın başından bu yana incelediğimiz ittifakın en yüksek aşaması olacaktır. Ayrıca sözkonusu Mesih-i Deccal'in Süleyman Tapınağı'nı ideolojilerinin temeline yerleştirmiş olan Tapınakçı/masonlardan da büyük bir destek göreceğine kuşku yoktur.

Dolayısıyla Mesih-i Deccal, arkasında en başta kendi kavmi olan Yahudileri ve ikinci aşamada da Yahudilerin geleneksel müttefiki olan iki gücü Yahudi sempatizanı hıristiyanlar ve Tapınakçı geleneği koruyan masonluk alarak, büyük bir güce ulaşacaktır. Yahudi önde gelenlerinin asırlardır süren Mesih Planı boyunca oluşturdukları tüm maddi güç, Mesih-i Deccal'in emrine verilecektir. Bu noktadan hareketle, Yahudi önde gelenlerince denetim altında tutulan ABD'nin ve daha az oranda da olsa diğer Batılı güçlerin Mesih'e destek olacağını söyleyebiliriz. Başkan Reagan'ın Armagedon hesapları bunun bir göstergesidir.

Mesih-i Deccal'in "günahın kutsallığı" doktrini de arkasındaki gücü büyütecektir. Tüm bu gücü arkasına alan Deccal, Yahudilerin asırlardır hayalini kurdukları hiyerarşik dünya düzenini tam ve kesin olarak kurmaya yeltenecektir. (Hiyerarşinin tepesinde Yahudiler yer alır, daha altta "müttefikleri", en altta ise öteki dünya halkları vardır, bkz. 11, bölüm). Bu arada Mesih'in Ortadoğu'da büyük bir işgal başlatacağını, İsraillilerin onyıllardır klasik böl ve yönet (divide et impera) yöntemine hazır hale getirdikleri bu coğrafyayı İsrail egemenliği altına almak için harekete geçeceğini söyleyebiliriz.

Mesih-i Deccal'in uygulayacağı bu "global Yahudi egemenliği" projesinin en büyük düşmanı da o sıralar Mehdi'nin bayrağı altında birleşecek olan İslam dünyası olduğuna göre, Mesih-i Deccal asıl olarak bu düşmanla karşı karşıya gelecektir. Ancak ahir zamanda oluşacak bu büyük kutuplaşmanın bir sonuca varması için, ilahi kadere bir başka önemli kişinin daha dahil olması gerekmektedir. Çünkü Mehdi, Mesih-i Deccal'i ve onun büyük ordularını tek başına yenemez. Bediüzzaman şöyle demektedir:

Sihir ve manyetizma ve ispiritizma gibi istidraci (saptırıcı) harikalıklarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teşhir eden (boyunduruğu altına alan) o dehşetli Deccal'i öldürebilecek, mesleğini değiştirebilecek; ancak harika ve mucizatlı (mucizelere sahip) ve umumun makbulü bir zat olabilir ki; o zat, en ziyade alakadar ve ekser insanların (çok sayıda insanın) peygamberi olan Hazret-i İsa Aleyhisselam'dır.61

Hz İsa'nın Yeryüzüne Dönüşü

 

Ahir zamanın en büyük bir kaç olayından biri, kuşkusuz Hz. İsa'nın (a.s.) yeryüzüne inmesidir. Bu, pek çok sahih (güvenilir) hadiste haber verilen bir vaattir. Hadislerin bildirdiğine göre, ölmemiş bir halde göğe yükseltilen Hz. İsa, ahir zamanda yeryüzüne inecek, Mehdi ile birleşecek ve onunla beraber Mesih-i Deccal'e karşı savaşıp onu mağlup edip öldürecektir. Bediüzzaman'ın dediği gibi pek çok istidraci (saptırıcı) harikalıklara, olağanüstü yeteneklere sahip olan Mesih-i Deccal'i mağlup edebilecek olan yegane insan, büyük mucizelerin sahibi olan gerçek Mesih Hz. İsa'dır.

Hz. İsa'nın dönüşü konusunda, Kuran'da da oldukça belirgin işaretler vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

1 Nisa Suresi'nde Hz. İsa'dan sözedilirken şöyle bildirilir:

(Bir de) İnkara sapmaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (İsrailoğullarını lanetledik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. Hayır; Allah onu kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 156-158)

Ayetlerde birbiri ardına çok önemli bilgiler verilmektedir. Öncelikle; Yahudilerin kışkırtmaları sonucunda Romalılar tarafından çarmıha gerilen kişi, hıristiyan ve Yahudilerin sandıklarının aksine, Hz. İsa değildir. Romalılar ve onları kışkırtan Yahudiler Hz. İsa'yı hedeflemişler ve Allah da onlara onu astıklarını göstermiştir, oysa gerçek bambaşkadır. Allah bir başkasını onlara İsa gibi göstermiş, onlar da bu kişiyi çarmıha germişlerdir. Hz. İsa ise öldürülmemiş ve canlı olarak Allah katına yükseltilmiştir.

Ali İmran Suresi'nin 55. ayetinde şöyle buyurulmaktadır: "Allah demişti ki: 'Ey İsa, ben seni vefat ettireceğim ve kendime yükselteceğim..." Maide Suresi'nin 116-117. ayetleri ise şöyledir:

Allah: "Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve anneni Allah'ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen mi söyledin?" dediğinde: "Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin ama ben Sen'de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sen'sin Sen. Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sen'din. Sen her şeyin üzerine şahit olansın."

Ayetlerde geçen vefat ettirmek tanımı, bildiğimiz biyolojik ölüm anlamına gelmemektedir, uyutmakla aynı anlamdadır:

Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda. Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Zümer Suresi, 42)

Bu ayette ölüm için "mevt" ifadesi kullanılmaktadır. "Vefat ettirmek" (yeteveffa) ise kesin bir ölüm değildir; insanlar uyuduklarında da vefat ettirilmiş olurlar. "Sizi geceleyin öldüren ve gündüzün 'güç yetirip etkilemekte olduklarınızı' bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten O'dur" (En'am Suresi, 60) ayetinde de vefat ettirme (yeteveffa) fiili aynı anlamda kullanılır. Buradan şu sonuca varabiliriz: Kuran'da "vefat ettirme" ifadesi, biyolojik ölüm için değil, ruhun Allah katında çekilerek bedenin de uyku haline girmesi durumu için de kullanılmaktadır. Bu durum, muhtemelen Hz. İsa için de geçerlidir: Ruhu Allah katına alınmış, bedeni de bir uyku hali içindedir. Ahir zamanda ise insanın günlük uykusundan uyanması gibi Ashab-ı Kehf'e benzer bir biçimde, yeryüzüne dönecektir. En doğrusunu Allah bilir.

2 Hz. İsa ile ilgili diğer bazı ayetler onun ikinci kez yeryüzüne ineceğine dair açık işaretler taşımaktadır. Ali İmran Suresi'nin 55. ayetinde şöyle buyurulmuştur:

Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim, seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim.

Ayetteki "sana uyanları kıyamete kadar inkâra sapanların üstüne geçireceğim" dikkat çekicidir. Hz. İsa hayatta iken ona uyanların sayısı onikiydi ve büyük baskılar altına alındılar. Sonraki iki yüzyıl boyunca da Hz. İsa'ya iman edenler de büyük baskılar altında yaşadılar; hiçbir siyasi güce sahip değildiler. Sonra ise zaten Hıristiyanlık dejenere oldu, Hz. İsa'nın "Allah'ın oğlu" olduğu şeklindeki sapık inanç benimsendi ve teslis (üçleme; Baba-Oğul-Kutsal Ruh) kabul edildi.

Bu durumda ayette bildirilen "sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim" ifadesi açık bir işaret taşımaktadır; Hz. İsa'ya ahir zamandaki dönüşü sırasında tabi olanların kıyamete kadar kafirlere üstün kılınması. Nitekim hadisler de bu yöndedir. Rivayetlere göre, Hz. İsa ve Mehdi birlikte Mesih-i Deccal'i mağlup ettikten sonra tüm dünyayı kapsayan bir İslam egemenliği kurulacak ve bu durum, kıyamete yakın imanın yeniden dejenere oluşuna kadar sürecektir. En doğrusunu Allah bilir.

3 Hz. İsa'nın ikinci gelişi ile mutabık gözüken bir diğer ayet ise Nisa Suresi'nin 159. ayetidir: "Andolsun, Kitap ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların üzerine şahit olacaktır."

Ayette "ölmeden önce" ifadesi ile Hz. İsa'nın kastedildiği açıktır. Çünkü Kitap ehlinden herkesin, Yahudiler dahil, ölmeden önce Hz. İsa'ya inanacak olmaları düşünülemez. Kitap ehli olan Yahudiler, 2000 yıldır onu tanımamaktadırlar. Aslında teslisi kabul eden hıristiyanların da gerçekte Hz. İsa'ya inandıklarını söyleyemeyiz; onlar Hz. İsa'nın tebliğ ettiği tevhid dinine değil, dejenere edilmiş bir şirk dinine bağlıdırlar.

Bu durumda, Hz. İsa'nın ölümünden önce tüm kitap ehlinin ona iman edeceğini bildiren bu ayet, ahir zamana yönelik açık bir işaret taşımaktadır. Çünkü Hz. İsa Allah katına yükseltilmeden önce, ona yalnızca havariler inanmıştı; Yahudiler, yani tüm bir Kitap ehli onu inkar etmişlerdi. Bu durumda ayetin işareti ile şu sonuca varabiliriz: Hz. İsa ahir zamanda yeryüzüne inecek ve bu kez tüm kitap ehli ona iman edecektir. Nitekim hadislerde anlatılanlar da bu yöndedir. Rivayetlere göre, Hz. İsa'nın Mesih-i Deccal'i öldürmesinin ardından hıristiyanlar ve hayatta kalan Yahudiler ona inanacak ve tüm yeryüzü huzur içinde bir altınçağ yaşayacaktır. Bu durum Hz. İsa'nın ölümüne dek sürecek, ölümünden bir süre sonra yeni bir dejenerasyon başlayacak ve en sonunda kıyamet gerçekleşecektir. En doğrusunu Allah bilir.

4- Hz. İsa'nın ahir zamanda yeniden geleceğine işaret eden bir diğer ayet, Zuhruf Suresi 61. ayet'dir. Ard arda Hz. İsa'dan söz eden ayetlerden sonra şöyle buyurulur: "Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur." Ayetin önce ve sonrasından anlaşıldığı üzere, "o" zamiri Hz. İsa'yı ifade etmektedir. Bu durumda bu ayetin Hz. İsa'nın ahir zamanda yeryüzüne dönüşüne açık bir işaret taşıdığını söyleyebiliriz. Çünkü Hz. İsa, Kuran'ın indirilişinden 6 asır önce yaşamıştır. Dolayısıyla Hz. İsa'nın bu ilk hayatını "kıyamet için bir bilgi", yani bir kıyamet alameti olarak anlarsak, ayetin işaret ettiği anlamı kavrayamamış olabiliriz. Ayetin işaret ettiği anlam, Hz. İsa'nın, ahir zamanda, yani kıyametten önceki son zaman diliminde yeniden yeryüzüne döneceği ve bunun da bir kıyamet alameti olacağıdır. En doğrusunu Allah bilir.

5- Hz. İsa'nın ikinci gelişi ile mutabık gözüken bir başka ayet ise Ali İmran Suresi'nin 48. ayeti'dir. (Ayet, anlaşılabilmesi için aşağıda 45. ayetten itibaren alınmıştır)

Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır. Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir. "Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir. Ona kitabı, hikmeti, Tevratı ve İncili öğretecek."

Ayette, Allah'ın Hz. İsa'ya Tevrat'ı, İncil'i ve bir de "Kitabı" öğreteceği haber veriliyor. Bu kitabın hangi kitap olduğu kuşkusuz önemlidir. Aynı ifade, Maide Suresi 110. ayette de kullanılmaktadır:

Allah, elçileri toplayacağı gün, şöyle diyecek: "Size verilen cevap nedir?" Onlar da: "Bizim bilgimiz yoktur; şüphesiz görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sen'sin Sen." Allah şöyle diyecek: "Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim..." (Maide Suresi, 109-110)

Tevrat ve İncil dışında tek bir ilahi kitap vardır; Kuran (Hz. Davud'a verilen Zebur da Eski Ahit'in içindedir). Nitekim Ali İmran Suresi'nin 3. ayetinde de "Kitap" kelimesi, İncil ve Tevrat'ın yanında Kuran'ı ifade etmek için kullanılmıştır: "Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir. O, sana Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti." (Ali İmran Suresi, 2-3)

Bu durumda Hz. İsa'ya öğretilecek olan üçüncü "Kitab"ın Kuran olduğunu ve bunun da ancak Hz. İsa'nın ahir zamanda dünyaya dönüşü zamanında mümkün olabileceğini düşünebiliriz. Kuşkusuz en doğrusunu Allah bilir.

Tüm bunların yanında "şüphesiz, Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir..." (Ali İmran Suresi, 59) ayeti de Hz. İsa'nın dönüşüne işaret ediyor olabilir. Tefsirciler genellikle bu ayetin her iki peygamberin de babasız olma özelliğine dikkat çektiğini söylemişlerdir. Ancak ayetin bir ikinci işareti daha olabilir. Bu, Hz. İsa'nın da ahir zamanda, Hz. Adem gibi Allah katından yeryüzüne indirilecek olacağına işaret ediyor olabilir. En doğrusunu Allah bilir.

Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşü ve Mehdi gibi iki önemli konunun Kuran'da açıkça anlatılmamış, yalnızca işaret edilmiş olmalarında da önemli bir hikmet vardır. Öncelikle, bu iki konunun da imani bir konu olmadığını söyleyebiliriz. Bu durum, ümmetin yalancı Mehdi ve İsa'lardan korunmasına da yardımcı olur. Mehdi ve İsa, Bediüzzaman'ın dediği gibi "imanın nuruyla" tanınacaktır.

Peygamberimiz (s.a.v.)'ın bir sözü şöyledir:

Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu (İsa)nın adil bir hakim olarak içinize inmesi muhakkak yakındır. O salibi (haçı) kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır. Mal o kadar çoğalıp taşacaktır ki, hiç kimse kabul etmez olacaktır.62

Hz. İsa'nın "haçı kırması ve domuzu öldürmesi", Hıristiyanlığı sapkın öğelerinden kurtararak orjinal haline döndürmesini ifade eder. Bunun ardından, Mesih-i Deccal'i Hz. İsa sanarak ona tabi olmuş pek çok hıristiyan gerçeği görerek Hz. İsa'ya tabi olacak, yani İslam'ı kabul edecektir. Ahir zamanın bu aşamasında, Mehdi ve Hz. İsa'nın liderliğindeki İslam dünyası, hıristiyanların önemli bölümünün de katılmasıyla güçlenecektir. Nitekim Bediüzzaman da gelecek Mehdi'nin yapacağı işleri anlatırken "hilafet-i İslamiyeyi İttihad-ı İslama bina ederek İsevi ruhanileriyle ittifak edip dini-İslama hizmet" edeceğinden söz eder.63

Hz. İsa'nın yeryüzüne inişi ve Hıristiyanların çoğunun da hidayetine aracı oluşunun ardından, Mesih-i Deccal, yegane sadık kavmi olan Yahudilerle birlikte İslam'ın önündeki tek düşman olarak kalacaktır. Bu aşama, ahir zamanın son büyük çatışması olan Armagedon'un başladığı aşamadır.

Ve Yeni Seküler Düzen'in Sonu

 

Bu kitabın hemen başında Kuran'da Yahudilerle ilgili bildirilen ayetleri incelerken, özellikle bazı ayetlere dikkat çekmiştik. İsra Suresi'nin hemen başında yer alan bu ayetlerde, Yahudilerin yeryüzünde iki kez büyük bir bozgunculuk çıkaracaklarını, ancak her ikisinin sonunda da Allah'ın üzerlerine göndereceği güçlü bir topluluk tarafından cezalandırılacakları haber verilmektedir.Bu iki büyük bozgunculuktan birincisinin yahudilerin Hz. İsa'yı öldürtmeye kalkmalarıyla doruğa vardığını ve Romalıların Kudüs'ü yerle bir edip ve direnen Yahudilerin çoğunu "sokakların arasına girip arayarak" öldürdüklerini yazmıştık. İkinci büyük bozgunculuk ise Yahudilerin Mesih Planı'nı tasarlamaları ile başladı, tüm bu kitap boyunca incelediğimiz gibi gelişti ve içinde bulunduğumuz çağda zirveye ulaştı. Ve bu ikinci bozgunculuk da, ayetin ifadesine göre, büyük bir cezalandırma ile sonuçlanacaktır.

Ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

Kitapta İsrailoğullarına şu hükmü verdik: "Muhakkak siz yer(yüzün) de iki defa bozgunculuk çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir kibirleniş-yükselişle kibirlenecek-yükseleceksiniz. Nitekim o ikiden ilk-vaad geldiği zaman, oldukça zorlu olan kullarımızı üzerinize gönderdik de (sizi) evlerin aralarına kadar girip araştırdılar. Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdü. Sonra onlara karşı size tekrar 'güç ve kuvvet verdik', size mallar ve çocuklarla yardım ettik ve topluluk olarak sizi sayıca çok kıldık. Eğer iyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz ve eğer kötülük ederseniz o da (kendi) aleyhinizedir. Sonunda vaat geldiği zaman, (yine öyle kullar göndeririz ki) yüzlerinizi 'kötü duruma soksunlar', birincisinde ona girdikleri gibi mescid (Kudüs)e girsinler ve ele geçirdiklerini 'darmadağın edip mahvetsinler.' Umulur ki, Rabbiniz size merhamet eder, fakat siz (bozgunculuğa) dönerseniz biz de (sizi aşağılık kılmaya ve cezalandırmaya) döneriz. Biz, cehennemi kafirler için bir kuşatma yeri kıldık. (İsra Suresi, 4-8)

Kitap boyunca hep bu ikinci bozgunculuğun çağımıza mutabık olduğunun delillerini inceledik. Ancak görüldüğü gibi bu bozgunculuğun bir de karşılığı vardır ve bu karşılık Yahudiler açısından hiç olumlu değildir. Üstteki ayete göre, ikinci bozgunculuğun sonucunda, "Allah'ın zorlu kulları" Kudüs'e girecek, Tapınak'ı dağıtacak ve sokakların arasına kadar girip Yahudileri araştıracaklardır.

Bu işi ilk kez yapanlar "zorlu kullar" Romalılar'dı (Allah'ın kulu olmak için Müslüman olmaya gerek yoktur; kafirler de, bilincinde olmamalarına karşın, Allah'ın kuludurlar). İkinci kez yapanlar ise hem bugünün siyasi tablosundan, hem de az önce aktardığımız hadislerden anladığımıza göre, Müslümanlar olacaktır. Mehdi ve ordusunun Kudüs'e ulaşacağını ve düşman Yahudileri köşe-bucak arayacaklarını haber veren az önceki hadislerde anlatılan olay, İsra Suresi'nin 7. ve 8. ayetlerinde haber verilen fetihle aynı olaydır. En doğrusunu Allah bilir. Aynı, ahir zaman fitnesinin Yahudilerin yeryüzünde çıkardığı büyük bozgunculuk, yani Yeni Seküler Düzen (Novus Ordo Seclorum)la aynı şey oluşu gibi...

Kuşkusuz tüm bu olayların Kuran ahlakı ile değerlendirilmesi son derece önemlidir, yaşananların hikmetleri de ancak bu şekilde kavranabilir.

Dikkat edilirse, İsra Suresi'nin başındaki Yahudilerle ilgili ayetlerin başında, "Kitapta İsrailoğullarına şu hükmü verdik..." şeklinde buyurulmaktadır. Yani tüm bu olaylar, Allah'ın Yahudilere böyle bir kader tespit etmesinin bir sonucudur. Mesih Planı, Allah öyle dilediği için başlamış ve devam etmiştir. Bu Planı uygulayan Yahudiler, Allah onlara öyle bir güç verdiği için bunu yapabilmişlerdir.

Ancak Allah'ın dilemesi ile Plan işlemiş, Allah'ın dilemesi ile Yeni Seküler Düzen kurulmuştur. Çünkü İsrailoğullarına Kitapta bu hüküm verilmiştir.

Kitap boyunca Yeni Seküler Düzen'in, Kuran'da sık sık vurgulanan "hileli-düzen" kavramının bir örneği olduğuna değindik. Düzen'i kuran müstekbirler (Yahudi önde gelenleri ve onların başta masonlar olmak üzere müttefikleri), kendi bencil tutkuları için iktidar hırsları, ırkçı saplantıları, ekonomik çıkarları gibi insanları dinden koparmış ve onları ahirette "siz gece ve gündüz hileli düzenler (kurup) bizim Allah'ı inkar etmemizi ve O'na eşler koşmamızı bize emrediyordunuz" (Sebe Suresi, 33) diyen müstazafların konumlarına sokmuşlardır. Yeni Seküler Düzen, Kuran'da bildirilen hileli-düzenlerin önemli bir örneğidir.

Ancak bu noktada göz ardı edilmemesi gereken çok önemli bir gerçek daha vardır. Bir ayette şöyle bildirilir: "Onlardan öncekiler de hileli-düzenler kurmuşlardı; fakat düzen kuruculuğun tümü Allah'a aittir." (Rad Suresi, 42)

Evet, düzen kuruculuğun tümü Allah'a aittir, Yeni Seküler Düzen'i de kuran, batında (gizlide) Allah'tır. Bu, Allah'ın İsrailoğullarına Kitapta verdiği bir hükmün sonucudur. Ve bununla birlikte Allah tim bu tuzakları yerle bir edcek tuzakları da kurandır. İbrahim Suresi'nin 46. ayetinde bildirildiği gibi; "gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen vardır."

Düzen'e karşı, rahmani bir karşı-düzen; ahir zaman fitnesine karşı, ahir zaman İslam egemenliği vardır. Allah'ın izniyle çok yakında Yeni Seküler Düzen'in yıkıldığını ve yerine rahmani bir düzenin kurulduğunu birlikte göreceğiz. Gecenin sabaha yakın olduğu gibi zirvede olan Yeni Seküler Düzen de sözkonusu düzene o kadar yakındır. Kuşkusuz herşeyin en doğrusunu Allah bilir.

Ve bu arada mutlaka belirtmek gerekir ki, dini hedef alan tüm düzenlere karşı Müslümanlara düşen görev, iyilikle, güzellikle ve adaletle karşılık vermektedir. Allah Peygamberimiz (s.a.v.)'e, kendisine karşı ihanette bulunan Yahudiler hakkında emir verirken "Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever." (Maide Suresi, 13) buyurmaktadır. Zalimlere karşı zulümle değil adaletle, acımasızlara karşı acımasızlıkla değil merhametle karşılık vermek, İslam ahlakının bir gereğidir. Bir diğer ayette bu gerçeğe dikkat çekilir ve "Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin" (Maide Suresi, 2) buyrulur.

Dolayısıyla tarihin bu önemli devrinde, Müslümanların izlemesi gereken yol açıktır: Dinlerine tüm samimiyetleri ile sarılmak, Allah'ın rızası için güzel ahlak göstermek, dinsiz ideolojilere karşı fikren mücadele etmek ve kötülere karşı iyilikle karşılık vermek...

Yeni Masonik Düzen (1996) kitabının onbirinci ve son bölümünden alıntıdır....

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Halife'nin tahtından indirilmesinin ardından da olaylar çorap söküğü benzeri birbirini izledi. Askeri darbeyle iktidarı ele almış ve gözünü bürüyen hırstan dolayı savaşmak için bahane arayan paşaları kullanarak, İmparatorluğu I. Dünya Savaşı'na sokmak ve İngiltere'yle savaştırarak Kutsal Topraklar'ı İngiliz egemenliğine sokmak zor olmadı.

 

bu bilgi yanlış veya kasıtlı olarak yanlış yazılmış. Yani Abdülhamit'in bi parça bile toprak vermediği yalanına kanıt gibi ve şu an ki filistinin durumunu o dönemin subayların suçu gibi göstermek dindar ve osmanlıcı zihinlerin komplo teorisi olmakla kalıyor.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...